İstanbul İl Milli Eğitimin verilerine göre il genelinde öğretmen normu 128 000 dir. Ancak kadrolu öğretmen 100.000 dir. Kalan 28.000 öğretmen açığının 17.000’i ücretli öğretmen alımıyla kapatılmıştır. Diğer kısmı ise 21 saat olarak hesaplandığı için öğretmenlerin otuz saat ders almasıyla kapatılmıştır. Yalnızca İstanbul da 17.000 ücretli öğretmen olduğunu düşünürsek diğer illeri de hesap katarsanız atama bekleyen öğretmenlerin feryat etmede ne kadar haklı olduğunu göstermeye yeter.
Yönetenler öğretmen ataması yapmıyor. Çünkü ücretli öğretmeni asgari ücretin altında çalıştırıyor ve yarım zamanlı sigorta yaptırıyor. Yani devlet öğretmen alımından tasarrufu kolay yol olarak seçmiştir ancak diğer alanlardaki tasarrufu nedense hep göz ardı etmiştir.
Son yıllarda okullara hizmetli alımı tamamen kaldırılmış ve merkezi okul, çevre okulu, ilkokul, ortaokul, lise ayrımı yapmamıştır. Bütün okulların gelir düzeyleri aynıdır gibi bir anlayışla hareket etmiştir. Kısacası lafa gelince Nişantaşı-Etiler-Tarabya denilmiş ancak icraata gelince Hadımköy-Gazi-Karayolları Mahallesi denilmemiştir. Bu anlayışta gelir dağılımdaki adaletsizlik görmemezlikten gelinmiş ve bu bölgelerdeki okul idarecileri sıkıntılarla baş başa bırakılmıştır. Birçok savurganlığa imza atan yetkililer nedense tasarrufu personel üzerinde yapmaya çalışmıştır.
Oysa öte yandan haddinden fazla savurganlık yapmaktan kaçınmamıştır.
Sıralarsak Milli Eğitim Bakanlığının kısa adı Fatih olan 'Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi” projesi belki tablet alamayan çocuklar için kısa süreli bir sevinç kaynağı olsa da, genelde maliyet ve verimlilik açısından bakıldığında ne yazık ki gidere eş bir katma değer oluşturmamıştır. Bu açıdan bu proje bir kayıptır.
İkinci önemli kaybımız ise okullaşmada yaşanan çelişkilerdir. Söz gelimi birçok ilimizde okullardaki dersliklerin yarısından çoğu boşken bazı illerde birçok okulumuzda ikili eğitim yapılmakta bu yetmezmiş gibi dersler blok halinde ve teneffüs aralığı yalnızca beş dakikayla sınırlandırılmıştır. Burada da büyük bir dengesizlik var ve ihtiyaca göre bir okullaşma sürdürülememiştir. Bunun sonucunda atıl kalan derslikler devletimize maddi kayıp olarak geri dönmüştür.
Üçüncü olarak öğrenci dağılımlarına ve ihtiyaçlarına göre lise tahsis edilmemiştir. Özellikle tüm Meslek Liseleri bunlar ister, Teknik, İster Ticaret veya isterse İmam Hatip liseleri olsun az tercih edildikleri halde bu liselerden bazılarının sayıları a normal artmış ve sınıflar ne yazık ki boş kalmıştır. Bunun sonucu Türkiye de ortalama 30-35 olan sınıf mevcutları Liselerde 40-45 iken bazı meslek liselerinde 10-15 e kadar düşmüştür. Ortalama öğretmen başına düşen öğrenci sayısının çok altında bir rakam söz konusu olduğu için devlet maddi kayıplar yaşamıştır.
Devlete maddi açıdan kayıp yaşatan dördüncü kalem ise hiç kuşkusuz ki kitaplardır. Ne yazık ki devlet tarafından verilen kitapların hiçbir şekilde değeri bilinmiyor hor kullanılıyor ve yıl sonunda geri dönüşüme katkı olsun diye okullara bile iade edilmiyor. Her yıl dağıtılan yüz milyondan fazla kitabın ancak on milyon kadarı geri dönüşüme veriliyor. Oysa Almanya başta olmak üzere birçok ülke bu konuda depozito uygulaması getirmekte ve iade edilen ürün karşılığında alınan bir paranın iadesi sağlanmaktadır. Bu yolla büyük oranda tasarruf mümkünken bizler Allah’a emanet bir anlayışla kitapları dağıtıyoruz, dönerse döner dönemezse kimsenin umurunda değildir.
Beşinci husus ise özellikle üst düzey bürokratların kızakta bekletilmesidir. Aktif görev yaptırılmayan birçok bürokrat uzman sıfatıyla kızağa çekilmiş atıl durumda bekletilmektedir. Maaşlarını aldıkları halde kendilerine hiçbir yer veya büro tahsis edilmeyen bu kişiler ancak isterlerse bakanlığa veya İl Milli Eğitime çay içmeye gitmekteler. Bu kaynak israfına da dur denilmeli bu kişilerin unvanlarına uygun görevlerde istihdam edilmelidir.
Sonuç olarak insan kaynağında tasarruf, diğer alanlarda savurganlık bu bir çelişki değil midir?