Mevsim hasat zamanıydı ve adam çiftliğine kahya arıyordu. Çiftlik sahibi adam iş başvurusuna gelen kişilere yağmur yağınca benim çiftliğimi su basar, buranın fırtınası pek yaman olur hasadı olduğu gibi sürükler, kışın zaman zaman çatımı uçurur. Hayvanlarım aç açıkta kalmasın, hasadım zarar görmesin, malım canım selin tehlikesinde olmasın isterim, diyerek taleplerini sıralar. Gelen işi ağır bulur ve sırtını döner gider. Anlayacağınız işi kabul eden olmaz. Vakit daralır ve çiftlik kâhyasız adam çaresiz. Kararını verir artık kim gelirse gelsin, ne isterse vereceğim ve işe başlatacağım diye.
İki gün sonra kırklı yaşlarda kara kuru bir adam gelir. Çiftlik sahibi durumu anlatmaya çalışır ancak iş için gelen oralı bile olmaz. İş veren adama; boşuna kendini yorma, fırtına çıkarken ben rahat uyurum işine gelirse diye çıkışır. Adam çaresiz; bunu da kaçırmak istemez ve lafı uzatmadan neyse bir işe başla bakalım diye karşılık verir.
Kahyanın işe başlamasından yaklaşık bir hafta sonra gece yarısını geçen bir vakitte ortalık toz duman bir fırtına ardından kuvvetli bir yağış. Çiftlik sahibi gök gürültüsünden uyanır. Koşa koşa kahyanın yattığı kulübeye gelir ve önce kapıya vurur ses seda gelmeyince cama artarda vurmaya başlar. Kahya esneyerek uyanır ve adama dönerek hayırdır bu gece vakti ne bu telaş. Adam; görmüyor musun ya hu!.. Yağmur, fırtına hasatlar mahvoldu, mallar telef oldu sen burada uyuyorsun diye çıkışır.
Kahya yapıştırır cevabı: Eee ne yapalım ben sana demedim mi fırtına çıkarken ben rahat uyurum, diye. Haydi şimdi git işine beni rahat bırak deyip camı kapatır.
Çiftlik sahibi söylenir söylenmesine ama çaresiz iş başa düşmüştür diye sağa sola bakar!. Önce hayvanların olduğu açık alana gider bakar ki hayvanlar yok dönüp ağıla gelir bir de ne görsün hayvanları içeri alınmış kapıları kapatılmış hepsi orada. Harmana doğru koşar bakar ki hasatlar güzelce sarılmış, su almasın diye çevresine kanal kazılmış. O zaman anlamış adamın ne demek istediğini ve o da kahya gibi fırtına çıkarken rahat uyumaya çekilmiş.
6 Şubat Pazartesi günü ülkemiz tarihinin en büyük felaketini yaşadı. Şüphesiz böyle bir felaketi engellemeye hiçbir güç muktedir değildi. Tabi ki bu afetin faturasını millet olarak hep birlikte ödeyeceğiz ve bu yıllar sürecek bir bedel olacaktır. Ancak böyle bir felaket geldiğinde bu kadar yıkım ve can kaybının olmaması elimizde miydi, evet elimizdeydi. Ondandır ki fırtına çıkarken rahat uyumak için önceden neler yapılabilirdi ona bakmak gerekirdi. Peki; bu eksiklik yalnız mevcut hükümetin mi, kesinlikle hayır. Türkiye Cumhuriyeti’nin gelmiş geçmiş tüm hükümetlerinin sorumluluğu olduğu gibi vatandaşından, mühendisine, yapan kişisine kadar herkesin sorumluluğu vardır.
Aslında bu durum ülkemiz için yeni bir şey olmadığı gibi son da olmayacaktır. Atalarımız az tamah çok zarar verir derken, kilidini sağlam tut komşunu hırsız tutma derken, atını sağlam kazığa bağla derken de bunu kastetmiştir.
Sonuç olarak; ne kadar keşke yaşanmasıydı desek de, ne kadar keşke şu olsaydı bu olsaydı desek de ortada yaşanmış bir gerçek vardır ve ödenmiş bedel var, ödenecek bedeller vardır. Şimdi zaman suçlamak zamanı değil, yaraları sarmak zamanıdır, oturup ağlamak değil, ayakta durmak zamanıdır. Dövünmek değil millet olarak kardeşliğimizi pekiştirmek ve elimde ne gelir muhasebesi içerisinde olmak zamanıdır. Geçmişe göre bir değil birkaç kat daha fazla çalışmak, üretmek hem maddi hem de manevi anlamda yaraları sarmak zamanıdır.