İslam beş ilke üzerine kurulmuştur. Biz buna İslam’ın beş şartı diyoruz.
Apaçık Kur’an ayetleriyle sabittir ki; ilk şart adalettir.
İkincisi emanettir.
Üçüncüsü ehliyet, dördüncüsü maslahat, beşincisi ise meşverettir.
Yoksa siz namaz, oruç, hac gibi ritüellerden mi bahsedeceğimi sanmıştınız?
Hayır, hayır!
Onlar İslam’ın şartı değildir; şuurla icra edilmesi gereken fazlardır. Özellikle namaz ibadetinde, kula kulluğu ret ederek Allah'a kul olmayı, diğer bir ifadeyle; namaz ibadetinde yapılan rükün ve secdenin işlenen zulme, sömürüye, adaletsizliğe, köleleştirmeye karşı baş kaldırı olduğu şuuruyla yerine getirilmesi gereken bir ibadettir.
Şart öyle birşeydir ki o olmazsa onun temsil ettiği sistem de olmaz.
Adalet olmadan İslam olur mu?
Emanete sadakat olmadan İslam olur mu?
İşi ehline vermeden yani ehliyet olmadan İslam olur mu?
Bir şahsın yahut bir grubun değil halkın yararını esas almadan yani maslahat olmadan İslam olur mu?
Danışma, fikir alışverişi, düşünce özgürlüğü ve şurayı ikame etmeden yani meşveret olmadan İslam olur mu?
İslamın öngördüğü bu şartlar aynı zamanda Hz. Muhammed’in öngördüğü yoldur/ tarikattır.
Ayetlerle bağlantılı bu tarikatı koyucunun beşeri vasıflarını İlahiyatçı Prof. Dr. Ali KÖSE’ nin kaleminden izleyelim:
İslam Peygamberi Hz.muhammet’ten bahisle;
Bizim bir mürşidimiz var. Ama bizim mürşidimiz- diğer mürşidiler gibi- olağanüstü özelliklere sahip değil.
O, Tıpkı bizim gibi bir beşer (Kehf 110).
O bizim gibi yemek yer, bizim gibi çarşı pazar dolaşır (Furkan 7)
O, Gaybı bilmez(En’am 50)
O, İnsanların kalbinden geçeni okuyamaz (Tevbe 101,Münafikun 4)
O, Ahirette bize torpil yapamaz. Bizi azap meleklerinin elinden kurtaramaz (A’raf 188, Cin 21-23).
O, ahirette bize ve kendisine ne yapılacağını bile bilmez. (Ahkaf 9)
O, Ölülere işittiremez, kabirdekilerle sohbet edemez (Rum 52, Fatır 22)
O, Eceli gelince ölümünü erteleyemez(Zümer 30)
O, Azraili geri gönderemediği gibi kimseyi de çarpamaz (Cin 21)
O, Allah’ın dilemesi dışında bize de kendisine de bir fayda sağlayamaz (A’raf 188).
O, değil bize geleni, kendisine gelen zararı bile savamaz. (Cin 21).
O havada uçamaz, denizde yürüyemez, aynı anda birkaç yerde görünemez, ölüleri diriltemez.
Bizim mürşidimizin böyle mucizeleri kerametleri yoktur
(İsra 59, Ankebut 50-51).
O’nun silsilesi, İsa, Musa, İbrahim(as) gibi nebilerden Adem(as)’a kadar uzanır Ama O’nun Allah’tan başka –gavs, kutub vs gibi– sığınacağı kimsesi yoktur (Cin 22).
O, darda kalınca da normalde de yalnızca Allahtan yardım ister(Fatiha 3, Cin 20).
O’nun ALLAH(cc)’tan başka yardım isteyecek kimsesi yoktur.
Üstelik O -diğer mürşidiler gibi- günahsız! değildir. Öyle ya da böyle bazı günahları olmuş ve bunlar için Allah’tan af dilenmiştir (Mu’min 55, Muhammed 19)
Bu günahlarının affedilmesi için –araya koyabileceği– kimsesi de yoktur. Bu yüzden direkt ve yalnızca Allah’tan af dilenmiştir (Fussilet 6).
Bizim mürşidimiz diğerleri gibi değil. Oldukça mütevazidir (Furkan 63).
O bize asla efendilik taslamaz. Bizim sıkıntıya düşmemizi istemez. Bize karşı çok merhametli ve yumuşak huyludur(Al-i İmran 159, Tevbe 128).
Biz Her sorunumuzu O’na götürebiliriz. Erkek veya kadın dileyen herkes O’nunla görüşebilir. Ve hatta tartışabilir bile (Mücadele 1-12)
O, -Allah’ın hüküm koymadığı hususlarda arkadaşlarıyla istişare eder ve de çoğunluğun kararına uyar (Al-i İmran 159)
O asla ”benim dediğimi yapmak zorundasınız” demez. O’nun ”ğassalin önündeki meyyit gibi ona teslim olacaksınız” diye telkinlerde bulunan müritleri de yoktur.
Konuşmaları kapalı ve gizemli değildir. Herkesin anlayabileceği şekilde ve apaçıktır (Ankebut 50, Mülk 26).
O Arkadaşlarını kendi evinde ağırlar(Ahzab 53)
O Onlara ikramda bulunur. Rahatsız olduğu halde, ikramdan sonra koyu sohbete dalarak gereğinden fazla kalan arkadaşlarını ikaz edemeyecek kadar
Naiftir.
Misafirlerine ‘efendi hazretleri artık istirahata çekilecek, buyurun’ diyerek kapıyı gösterecek ‘adamları’ da yoktur.
Dolayısıyla bizler de bu olanları –o akşam mübarek evlerinde şöyle şöyle haller zuhur etti diyerek anlatan müritlerinden değil– O’nun hallerini Allah’tan öğreniriz (Ahzab 53).
İşte bizim mürşidimiz böyle bir beşerdir. O’nun türlü türlü mucizeleri yoktur(İsra 53, Ankebut 50)
Ama O’nun öyle bir Kitabı vardır ki, o Kitabı Onu âlemlere rahmet yapmıştır (Enbiya 107).
Kuran O’nun yegâne ve en büyük mucizesidir (Ankebut 50, 51; İsra 59),
Bizim mürşidimiz Muhammed (s.a.v.)’ da bu Kur’an’ı bize getiren Elçidir; Allah’ın kulu (İsra1, Furkan 1)
O Nebi-Resul Muhammed (Mü’minun 40)
O, Kuranı Allah’tan alıp bize tebliğ edendir (Maide 92, Nur 54)
O Bizi Kuran ile uyarandı(En’am 19)
O Kuran ile hüküm veren(Nisa 105)
O aramızdaki ihtilafları Kuran ile çözen(Nahl 64)
O insanlığı Kuran ile karanlıklardan aydınlığa çıkarandır(İbrahim 2)
O, –başka bir şeye değil– yalnızca Kur’an’a uydu(En’am 50,Araf 203)
Çünkü O, Kur’an’dan başka bir Kitap bilmiyordu (Şura 52)
O’nun bütün bilgi (ders) kaynağı Kur’an’dı (En’am 105)
O, bize öğrettiği her şeyi Kur’an ile öğretti (Bakara 151)
Bize ders/vird/zikir olarak sadece Kuranı öğütledi.
Çünkü kendisi için de bizim için de yegâne öğüt/zikir –ahirette hepimizin hesaba çekileceği tek kitap olan– Kurandı; Sen, sana vahyedilen (Kur’an’a) sımsıkı sarıl. Çünkü sen doğru yol (sırat-ı müstakim) üzerindesin. Ve şüphesiz ki o (sana vahyedilen Kur’an) hem senin için hem de kavmin için bir öğüttür. Ve hepiniz ileride ondan sorumlu tutulacaksınız
(Zuhruf 43-44)
İşte Rabbimizin ‘sırat-ı mustakim’ dediği ‘Tarikat-ı Muhammediye’ budur…