‘’Van Gölü’nün Sırları’’ adıyla hazırlanan kitabın içeriğinde yer almayan tarihi bir gerçeği ‘öteki sırlar’ olarak dramatize eden Selcan Taşçı bacımızı kutlarım. Birlikte izleyelim:
Van Gölü’nün ‘’Kan Gölü’’ olduğu o ‘’karanlık çağı’’ da;
Ermenilerin işkenceleri sonucu aklını kaybeden Nezo Hatun'a...
Ermeni zulmünden kurtulmak için kendilerini ateşe verip pervane gibi döne döne;
"Gelin kızlar, bizim düğünümüz var.
Bugün bizim düğün günümüzdür..." diye ölüme giden Zeve'li genç kızlara...
Yaşadıklarını "Akşam oldu mu bizim içimize Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı" diye anlatan Seher'e...
Defalarca tecavüze uğrayan 7 yaşındaki Fatma ve 9 yaşındaki Güfaz'a...
Zorla götürülürken kendilerini köprüden Mermit Çayı'na atan iki taze gelin; Zahide ve Fatma'ya...
Derviş Efendi'nin, gözleri önünde tecavüze uğrayan kızları Hayriye ve Şadiye'ye...
Van'ın o mezalim kurbanı biçare, şehit kızlarına, kadınlarına, çocuklarına karşı birikmiş olan saygı borcumuzu ödemek bir "vazife" çünkü bence!
Üstelik...
Şehirlerini basan Ermeni çetecilerden kaçabilmek için Van Gölü'ne yönelen Türklerin...
Onlara "kurtarıcı" kılığında vapurlarını açan, Van-Akdamar arasında taşımacılıkla meşgul Ermeni zenginlerin...
Van Gölü'nün ortasına gelindiğinde bu vapurların nasıl birden zulümhanelere dönüştüğünün...
Katledilen erkekler göle atılırken, kadınların Akdamar'daki o "adanın turizm anahtarı diye pamuklara sarılan kilisesinde" nasıl "ömür boyu tecavüz"e mahkûm edildiğinin...
Bu akıbete uğramamak için kendilerini göle atan Türk kadınlarının ve Van Gölü'nün nasıl kan rengine döndüğünün hikâyesini "ortaya çıkarmak" için hiç öyle suyun metrelerce altına dalmaya filan da gerek yok...
Akdamar'a, iğdiş edilmiş o malum canlının trene baktığı gibi değil de, "harikalar diyarı" olmadığını görecek gibi bakmak kafi!
Ben bunu bir "millî vazife" addediyorum ama...
Konuya "tamamen duygusal" yaklaşanlar; şehre girecek paranın hesabını yapanlar, Akdamar'ı dünyanın her yerinden ziyaretçinin akın edeceği bir "turizm cennneti"ne dönüştürmek niyetinde olanlar varsa...
Kolayı var...
Dünyanın birçok turistik şehrinde, en çok ziyaret edilen yerler arasında "işkence müzeleri", "soykırım kampları" var...
Akdamar Kilisesi'ni de bir "sanat şaheseri" filan diye cilalamak yerine bu yüzüyle çıkarırsanız vitrine, emin olun, insanlık tarihinin eşine az rastlanır işkencelerinden, kırımlarından birine mekân olduğu için de gelir insanlar burayı görmeye!
(Kitabın tanıtımını yapan) Kaymakam Bey...
Kimsenin değilse bile ağzına balta sapı büyüklüğünde bir kazık çakılan, dili koparılıp bu kazığın üstüne çivilenen 70 yaşındaki Gevaş müftüsünün hatırasının hatırına bunu bir düşünün bence...
***
Evet, görüldüğü gibi durup dururken Türkçülük ortaya çıkmamıştır. Şartlar, Türkçülüğü yeşertmiştir. İttihat ve Terakki önce İslâmcı, sonra Türkçü idi. Türkçülük hiçbir surette İslâm ‘dan kopuş değildir. Kaldı ki, Osmanlı'yı kuran kudrete dönülmüştür. Aslî unsur kurdu, aslî unsur badireyi atlatacak, Türkiye Cumhuriyetini kuracaktır.
Türkçe konuşan ülkeler arası kültürel ve ekonomik işbirliği çerçevesinde Kırgızistan’ da dönemsel olarak icra edilen Türk Konseyi’nde Türkiye Cumhur Başkanının, Kırgız topraklarından çıkan Balasagunlu Yusuf Has Hâcib'in, Kutadgu Bilig'den alıntı "Kara toprak altındaki altın, taştan farksızdır; oradan çıkınca, beylerin başında tuğ tokası olur." sözüne atıfta bulunarak "
Tıpkı kara toprağın altındaki altın gibi fikirler de eyleme geçmediği sürece asıl değerini bulamaz." demesi anlamlı.
Şunu bilelim ki; Türk'ü silen İslâm düşmanıdır! Maalesef ülkemizde "İslâm düşmanı", hiçbir ülkede olmayacak kadar fazla.
"İslâmcılarımız" önce "Türk" diyebilmeliler. İslâm birliğinin kapısını Türk birliği açacaktır. Bundan hiç şüpheniz olmasın.
Van Gölü’nün tekrar ‘’Kan Gölü’’olmasını istemiyorsanız eğer!...