Bu makale için şiirsel, biraz süslü bir başlık seçmeye çalıştım, ama işe yaramadı. Çünkü yazdığım başlıklar sanki Şuşa'yı tam olarak ifade edemiyordu. Sonra en doğru başlığın Şuşa olabileceğini düşündüm; böylelikle bu güzel şehir hakkında her şey ifade ediliyor.
Son zamanlar Türkiyeli arkadaşlarım bana hemen hemen aynı içeriğe sahip bir soru soruyorlar: "Siz Azerbaycanlılar işgalden kurtarılmış topraklardan Şuşa'ya neden bu kadar önem veriyorsunuz? Elbette ki, her zaman arkadaşlarımın sorularını yanıtlarım. Ve şimdi, yine de, bu sorunun cevabıyla yazmaya devam ediyorum. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, sadece Şuşa değil, işgalden kurtarılan Azerbaycan topraklarının her karışı bizim için önemli, aziz ve değerlidir. Ancak Şuşa'nın hikayesi bir başkadır. Şuşa sadece Karabağ'ın değil, tüm Azerbaycan'ın incisidir. Şehir, yüzyıllardır Azerbaycan'ın önemli sosyo-politik, stratejik ve kültürel merkezlerinden olmuştur. Şuşa sıradan bir şehir değil, dağlık bölgede bulunan bir kale şehirdir. Tarihsel araştırmalar, şehrin eski çağlardan var olduğunu, ancak 13. yüzyılda Moğollar tarafından tahrip edildiğini gösteriyor. Bugünkü Şuşa şehri, 18. yüzyılın ortalarında eski yerleşim yerlerinden olan Şuşa topraklarında Karabağ Hanı Panah Ali Han Cavanşir tarafından yeniden inşa edilmiştir. Karabağ Hanlığı'nın merkezi olarak inşa edilen şehir, hızla yenilenmiştir. Panah Ali Han'dan sonra Hanlığ'ın hükümdarı olan oğlu İbrahim Halil Han'ın döneminde şehir daha da büyümüş, savunma barajları ve kale duvarları yapılmıştır. Başlangıçta, şehir Panah Ali Han'ın onuruna Panahabad olarak adlandırılsa da, daha sonra Şuşa kalesi, Şuşa olarak tanınmıştır. Şuşa adı şehrin kabartmasına karşılık gelir ve eski Türkçede "plato", "piramit", "sivri kaya" anlamına gelir. Sivri dağların eteklerinde hoş bir plato olan Şuşa, halkın hafızasında ve edebiyatında Şişa olarak da biliniyordu. Halk efsanesine göre ise bu yerlerin havası kristal berraklığında ve hoş olduğu için şehre Şuşa (şişa, cam kelimesinden) deniyordu.
18. yüzyılın sonunda Şuşa'da zanaat, ticaret ve kültür hızla gelişiyordu. Tarihi kaynaklar, şehrin o zamandan beri Azerbaycan'ın Gence, Şamahı, Bakü gibi en önemli zanaat, ticaret ve kültür merkezlerinden biri haline geldiğini doğrulamaktadır. Şuşa halısı, ipeği, kumaşı ve porseleni ile dünya pazarına ulaşmıştı. Şuşalı tüccarlar Tebriz, Tahran, İstanbul, Bağdat, Semerkand, Moskova, Marsilya ve diğer şehirlerle ticaret yapıyordu.
18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında Şuşa'yı ziyaret eden tüm konuklar, onun doğal manzarası, mimari anıtları, Avrupa tarzı taş binaları ve taş zeminli geniş caddeleri hakkında büyük hayranlıkla yazıyor, şehri "Küçük Paris" adlandırıyorlardı. Ünlü Rus ressam V. Vereşşagin, Şuşa'yı gördükten sonra şunları yazdı: "Bu şehirdeki evler güzel şekilli, şık ve uzun boyludur ve çok sayıda ve güzel pencerelerle aydınlatılıyor. Kayaların ortasında yer alan bu şehir, bu kayalardan alınan taşlarla inşa edilmiştir. Şehrin tüm sokakları geniş taş levhalarla kaplanmış, evlerin çatıları kirişlerden yapılmıştır". Şuşa sokakları daha genişti ve evlerin çatıları düz değil, köşe şekilli idi.
Karabağ'ın tamamı gibi Şuşa'nın nüfusu da ağırlıklı olarak Azerbaycan Türkler'inden oluşuyordu; burada çok az Arnavut asıllı Hristiyan aile yaşıyordu. Bu, o dönemde Şuşa'da bulunan mahallelerin isimleriyle de (Kurtlar, Tebrizli, Culfalar, Seyidli, Quyular, Hacı Yusifli vb.) kanıtlanıyor. Tarihi kaynaklar, 19. yüzyılın başlarında Şuşa'da 17 mahalle olduğunu haber veriyor; bunların her birinin kendine ait camii, çeşmesi ve hamamı mevcuttu. Ayrıca şehrin etnik ve tarihi-mimari manzarasını gösteren kervansaraylar, ünlü saraylar ve yapılar da Azerbaycan halkına aitti. Ancak Karabağ hanlığı'nın 1805 yılında Rusya İmparatorluğ'u bünyesine katılmasının ardından ermenilerin buraya yerleştirilmesiyle Karabağ topraklarının Hristiyanlaştırılması politikası atılmıştır. Bu süreç, Rusya'nın 1828'de Gacarlar'la (Türkmençay) ve 1829'da Osmanlı Türkiye'si ile yaptığı (Edirne) anlaşmalarla hızlandı. Böyle ki, bu anlaşmaların şartlarına göre, ermenilerin İran ve Osmanlı Türkiye'sinden tarihi Azerbaycan topraklarına (Karabağ, Erivan, Zangazur, Göyçe vb.) yerleştirilmesi başlatıldı. Ve Karabağ'ın, ermenilerin toprak taleplerinden doğan kara günleri o zamandan itibaren başladı...
Şuşa bir bilim, kültür ve müzik merkeziydi. Küçük bir şehir olmasına rağmen, 19. yüzyılda Şuşa'da bir seminariya, bir şehri ve ilk orta okulu, 6. sınıf ilçe okulu ve bir Türk-Rus okulu vardı. Araştırmalara göre Şuşa'da sadece 19. yüzyılda 95 şair, 22 müzikolog, 38 şarkıcı, 19 hattat, 16 ressam, 12 kopyabend, 5 astronom, 18 mimar, 16 doktor, 42'ye kadar öğretmen vd. yaşamıştır. Bu büyük entelijansiya, Şuşa şehrinin bir kültür merkezine dönüşmesinde, burada bilim ve kültürün gelişmesinde büyük rol oynamıştır.
Azerbaycan'ın kültür tarihinde ilk kez tiyatro, sirk gösterileri, Avrupa ve Doğu konserleri, müzik, bilim, eğitim ve birçok sanat meclisleri, ayrıca matbaa, kütüphane, seminariya ve bir dizi kültür ve eğitim kurumu Şuşa'da kurulmuştur.
Şuşa'da birçok bilim adamı ve sanatçı yaşamış ve yaratmıştır: Karabağ Hanı'nın veziri olan büyük Azerbaycan şairi M.P.Vagif, Han kızı H.Natavan, F.Köçerlı, Y.V.Çemenzeminli, N.Vezirov, Sorbonna Üniversitesi'nin ilk Azerbaycanlı mezunu büyük fikir adamı, Ahmet bey Ağaoğlu (Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin dağılmasından sonra Türkiye'de çalıştı, Büyük Millet Meclisi üyesi ve Atatürk'ün dışişleri siyasi danışmanı oldu) vd. hatırlatılabilir.
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin ilk askeri bakanı H.Sultanov, ardından askeri bakan olan topçu general S.Mehmandarov da Şuşalı idiler.
Şuşa'da özellikle müzik gelişmiştir. Sovyet döneminde Şuşa hakkında yazıyorlardı ki, burada Azerbaycan'ın diğer bölgelerinden daha fazla müzik vardır. Şuşa, eski çağlardan beri müzik merkezi olmuştur ve tükenmez bir halk müziği yeteneği kaynağı olarak Kafkasya'da ün kazanmıştır. Şuşa'lı müzisyenler Azerbaycan müziğinin tarihini yarattılar ve onu sadece anavatanlarında değil, tüm Doğu'da temsil ettiler. Şuşa'ya "Doğu'nun Konservatuarı", "Kafkasya Sanatı Tapınağı" denmesinin nedeni de budur. Şuşa, bir dizi önde gelen Azerbaycanlı şarkıcı, besteci ve müzisyenin anavatanıdır. Makalemizin cildi, müzik kültürümüzün tarihine damgasını vuran onlarca büyük müzisyenin adını yazmamıza izin vermiyor ve bu nedenle sadece birkaç örnek veriyorum: Doğu'da ilk operanın bestecisi U.Hacıbeyli, ülkemizi dünya sahnelerinde sesiyle temsil etmiş R.Behbudov, Bülbül, Han Şuşinski, ünlü orkestra şefi Niyazi, besteci S.Hacıbeyli, F.Amirov... Şuşa'nın evlatlarıdır. Azerbaycan'ın hiçbir bölgesinin kültürümüze Şuşa kadar çok sayıda büyük sanatçılar vermediğini söylemek abartı olmaz.
Şüphesiz, küçük bir yazıda Şuşa'nın doğal güzellikleri, tarihi ve mimari anıtları, onun gururu olan bilim ve düşünce adamlarının, büyük sanatçılarının yaratıcılığını vb. tarif etmek imkansızdır ve asla böyle bir hedef de koymadım. İstediğim, Azerbaycan halkının Şuşa'yı ulusal sembol olarak seçmesinin birçok nedeni olduğunu vurgulamaktır sadece. Şuşa, her birimiz için sonsuz, tükenmez bir sevdadır.
Şuşa'nın 8 Mayıs 1992'de ermeni silahlı kuvvetleri tarafından işgalini şimdi gönül yarasıyla anıyoruz. Ama çok şükür, 29 yıllık özlem sona erdi ve şanlı Azerbaycan Ordusu, diğer topraklarımız gibi Şuşa'yı da duşmandan kurtardı. Şuşa'nın kurtuluş günü - 8 Kasım 2020 - tarihimizde en görkemli gün olan Zafer Bayramı olarak yazıldı. Biz Şuşa'ya kavuştuk, ama maalesef ermeni vandalları şehirdeki birçok mimari anıt olan konut binasını, kültürel ve tarihi anıtları, eğitim kurumlarını, müzeleri tahrip, tapınak ve camileri hakaret etmişler.
Şuşa'nın işgali nedeniyle her yılın 8 Mayıs'ı hüzün ve özlem günü olardı. Bu yılın Mayıs ayında bayram havasındayız: genel plana göre, Şuşa'yı restore etmek, yeniden canlandırmak ve tarihi imajını restore etmek için çalışmalar sürüyor. Şuşa, Azerbaycan'ın kültür başkenti ilan edilmiştir. Ramazan bayramı günlerinde 30 yıllık bir aradan sonra geleneksel "Harıbülbül" müzik festivali, meşhur Cidir ovasından Şuşa dağlarında yankılanmıştır. Şehitlerimizin anısına adanan festival, Karabağ topraklarına da "Biz döndük" diye sesleniş idi. Bu seslenişin Şuşa'dan duyulması da çok doğaldır. Çünkü Şuşa'nın hikayesi bir başkadır. Şuşa, Vatan'ın göğsünde Vatan boyda bir aşktır.