Türk İslam Medeniyetinin zirvesi Dokuzuncu ve On üçüncü asırlar arasında toplam Dörtyüz yıl sürmüştür. Yusuf Has Hacip, Yusuf Hamedani, Ahmet Yesevi Hazretleri, Sadrettin Konevi, Hacı Bektaşı Veli, Mevlan Celaletin Rumi, Yunus Emre, Ahi Evran, Şeyh Edebali isimlerini saydığımız bizim ruh mimarlarımızın tamamı bu dönemlerde yaşamışlardır. Bu asırlar dışında Osmanlı İmparatorluğu toprakları genişlemiş ise temelini oluşturan harçlar işte bu dönemlere aittir. Unutmayınız ki bir Milletin Medeniyet zirvesi kaç yıl ise ömrü de o kadardır. Dolaysıyla 1299 yılında kurulan Osmanlı İmparatorluğu 1699 yılında yani Dörtyüz yıl sonra gerileme dönemine girmiştir. Demek oluyor ki Osmanlı İmparatorluğunu idare edenler ruh iklimi anlamında tanımladığımız Medeniyeti geliştirmek yerine var olanla yetinmişlerdir.
Bugün ise tıpkı gerileme dönemine benzer bir dönem yaşamaktayız. En önemli benzerlik daha çok dindar görünmekte yarışmaktır. Daha çok dindar olmak ile daha çok dindar görünmek arasında yer ile gök arası kadar mesafe vardır. Daha çok dindar olmak züht ve takva gerektirir, tefekkür gerektirir, nefsi zaptü rapt altına almayı gerektirir, İnsan-ı kamil olmayı gerektirir. Daha çok dindar görünmekte Allah rızası yoktur. Karşındakinin hoşuna gitme yarışı vardır. Şekil vardır, görüntü vardır ruh yoktur. Ham yobazlık tamda bu anlayışın tezahürüdür. İbrahim Müteferrika Matbaayı getirince ekmeksiz kalacaklarını düşünen katipler dindarlık kisvesiyle ayaklandılar, ölümüne neden oldular. Ali Kuşçunun talebesi Takuyiddin Astronomi alanında çalışma yaptığı için Allah ın ilmine müdahale etti gerekçesiyle öldürüldü. Hazarfen Ahmet Çelebi Galata kulesinden uçtu diye sürgüne gönderildi. Bütün bunlar dindar olmak yerine dindar görünmenin sonuçlarıdır.
Bugün ülkemizde yaşananlar bir yönüyle bu kesimlerinin yaptıklarından farksızdır. Siz Allah’ın ayetlerini dinlemeyecek ama dindarım diye meydanlarda oy avcılığı yapacaksınız. Öyle garip işler oluyor ki Devlet kendi hizmetlerinde olan cemaatlerin, dalkavuk ve iş takipçilerinin çiftliğine dönüştürülmüştür. Belki de Hizmet Vakfı veya İHH çok önemli işler de yapmış olabilirler. Ancak siz Devletin asli kurumlarını okullardan uzaklaştırıp bunun yerine başka kurumları ikame ederseniz size ne adına, neye dayanarak, niçin bunu yapıyorsun diye sorarlar. Bunun da altından kalkamazsınız. Kimse ıvırıp kıvırmasın. Biri yardım topluyor ötekisi değerler eğitimi veriyor demesin. Sizler önce değerlerden nasiplenin, yardım toplanacaksa önce çöplüğe dönüşen okullarınıza toplayın onu da yapmıyorsanız o görevi Kızılay’a verin gelip yapsın.
Geçmiş ile bir kıyaslama içerisine girer isek Medeniyet zirvemizin oluştuğu dönemlerde Devleti idare edenler bu insanı Kamiller karşısında emir alıcıydılar. Hacı Bayrama kadar Osmanlıda da devam eden bu gelenek gün geçtikçe gücünü kaybetmiş Devleti idare edenler emir verici din alimleri emir alıcı olmuşlardır. Dünyanın her yerinde bu çürümeler olmaya başlayınca kanunlar, kanun uygulayıcılar ve denetleyiciler mekanizması geliştirilmiştir. Bu kural ve kaidelere yeterince bağlı olan Milletler de problem azalmış ancak bitmemiştir. Fakat bir de kuralı kaideleri tek elde toplayıp istediği gibi düzenleyen denetleme sistemini tamamen devre dışı bırakan bir anlayış vardır ki dünyanın hangi ülkesinde hayata geçirilmişse o ülke ila nihayet ya bir işgal ile karşılaşmış ya da iç kavgalar sonucu parçalanmıştı. Bugün üzülerek belirtmeliyim ki Türkiye Cumhuriyetinde yaşananlar bunlardır.
Siz ruh ikliminden kaynaklanan ilkeleri elinizin tersiyle iterseniz mesela adaletle hükmedin denildiğinde adaleti ayaklar altına alırsanız, Mesela size yapılmasını istemediğinizi başkasına yapmayınız sözünün tersini yaparsanız, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek yerine işi reklama çevirirseniz, merhametli olmak yerine zalim olmayı seçerseniz, birleştirici olmak yerine ötekileştirmeyi seçerseniz bu sizi bu değerleri diğer adıyla TÖRE yi tanımadığınızın en büyük göstergesi olur!.. Bütün bunlar gösteriyor ki Milletimiz yeni bir gerileme dönemini yaşamaktadır.