İkinci yüzyılının hemen başında Türkiye Cumhuriyeti hiç olmadığı kadar sorunlu, sıkıntılı.
Bu sorun ve sıkıntı yurttaşın çektiği ekonomik buhrandan daha can alıcı.
Ekonomik buhran çözümsüz mü, elbette değil.
Bu sorun ve sıkıntı şu günlerde köylünün örneğin çayına, arpasına, buğdayına verilen taban fiyatlar karşısında ezim ezim ezilmesinden, bir anlamda canlı canlı toprağa gömülmesinden çok daha ağır.
Köylü rahatlatılamaz mı, zor değil.
Bu sorun ve sıkıntı genç işsizlerin yaşadığı bunalımın kat be kat üstünde.
Akılcı planlama önler mi, hem de nasıl, hem de nasıl.
Bu sorun ve sıkıntı doğanın talan edilmesinden daha ölümcül.
Mücadele gerektirir ama aşılmaz mı, neden aşılmasın ki?
B sorun ve sıkıntı maden, su, haberleşme ve ulaşım gibi devlete ait stratejik değeri yüksek kaynakların hiç edilmesinden daha yıkıcı.
Çözüm var ve çözüm demokratik mücadele ile bizim elimizde.
Bu sorun ve sıkıntı hak, hukuk, adaleti alt üst edecek kadar şiddeti yüksek bir deprem.
Devletin dini adalettir, elbette tesis edilir.
Ancak söz konusu olan bu sorun ve sıkıntının ortaya çıkaracağı tablo iyi okunduğunda görülüyor ki Türkiye Cumhuriyeti ortaçağın bile gerisine düşecek.
Neden?
2002 yılından günümüze değin dar kadro yapılanması ve anlayışıyla ülkeyi yöneten anlayışın hiç kuşkusuz tek(bir) amacı var: “Ülkeyi din devletine dönüştürmek.”
Bunu gerçekleştirmek için bilimin yerine doğmayı, bilim insanı yerine ulemayı, okul yerine medreseyi, Türkçe yerine arapçayı, günün koşullarına uygun kıyafet yerine takke, şalvar, kara çarşafı; ilaç yerine içinde ne yazıldığı bilinmeyen muskayı hayata geçirmek.
Ayrıca, hilafetle birlikte Osmanlı'nın bile gerisinde kalacak yönetimi getirip milletimizin önüne koymak. Cumhuriyeti, demokrasiyi, insan haklarını, çağdaş dünyayı elinin tersiyle itip islam devleti oluşturmak.
Kolay değildi.
Bunu uluslararası emperyalist güçlerle birlikte planladılar. Plan çok yönlü adım adım hayata geçmeli, bir taşla bir çok kuş vurulmalıydı.
Bir yandan Türkiye Cumhuriyeti islami yapıya bürünürken öte yandan Suriye, İran, Irak başta olmak üzere Ortadoğu'da sınırlar yeniden çizilmeliydi.
Gazeteler bu yüzden el değiştirdi. Televizyonlar büyük bir propaganda aracı haline getirildi. Üniversiteler hızla bilimden uzaklaştırıldı. Andımız kaldırıldı. Sendikaların sesi bunun için kısıldı. Ülkede solcu olmak doğal suç sayıldığı için solcular çok kolay susturuldu. Ülkü sahibi milliyetçiler paramparça edildi. Halk sosyal yardımlara muhtaç hale getirildi. Üretim hemen hemen bitti. Hayati her ihtiyaç için dışa bağımlı hale geldik. Ülkenin kaynakları yüzde beşlik mutlu azınlığa aktı.
Umut tükendi ama amaca ulaşmak için görev bitmedi.
Eğitim yaz boz tahtasına çevrildi. Yeni yeni dersler icat edildi. Seçmeli dersler yaygınlaştı. Aslında zorunlu seçmeli dersler olan din alanındaki dersler gencecik beyinleri allak bullak etti. Mülakat yoluyla sisteme uygun öğretmen atamaları hala devam ediyor.
Yetmedi.
Bütün bunlara rağmen Türk halkı ulusal değerlerden, kurucu fikirlerden, çağdaş dünya ile barışık yaşama isteğinden vazgeçmedi.
Tarikat ve cemaatlerin onca uğraşısına rağmen araplaşmayı reddetti.
Bütün bunlar yaşanırken emperyal güçler Irak'ı böldü, parçaladı. Suriye'yi içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağı haline getirdi.
Ve göç başlatıldı.
Göçün bana göre iki amacı vardı.
1. Suriye ve Irak'ın kuzeyinde bir koridor açmak, burada bir kürt devleti oluşturmak.
Oluştu mu?
Adı şimdilik konmamış bu kürt devletinin yönetimi özerk mi, evet. Bayrağı var mı, evet. Daha geçtiğimiz günlerde yerel seçim yapma girişimi oldu mu, evet.
O zaman planın birinci ayağı tıkır tıkır işledi, işliyor.
Mevcut olan bu fiili durum ülkemiz için birinci tehdittir.
2. Göçün ikinci önemli sonucu ise siyaset üstü olması gereken eğitim alanında kendini gösterdi.
Uluslararası sermayenin hibe adı altında gönderdiği çil çil dolarlar, avrolar bu ikinci amaca hizmet etti. Hibeler önüne gelen her yerde kullanıldı. Hesapsız kitapsız çok ama çok borçlandık.
Bu arada plan yürümüş özellikle Suriyeli göçmen çocukları çoktan okullaşmaya başlamıştı.
Bununla birlikte okullarda arapça tabelalar, duyurular yerini aldı. Arapça kursları açıldı. Tercüman adı altında araplar öğretmenler odasına, sınıflara girdi. Pek çok okulda çocuklarımız azınlık durumuna düştü.
Artık evlerde arap kanalları izleniyor, sokaklarda kara çarşaflı araplar dolaşıyor, okul bahçelerinde arapça konuşuluyor, öğretmen gibi içi dolu dolu olan kavramın yerini mualllim, okul gibi okumaktan gelen güzelim sözcüğün yerini medrese, eğitim gibi harika bir sözün yerini maarif alıyordu.
Peynir ekmek gibi yurttaşlık dağıttık.
Arap kültürünü damarlarımıza enjekte ettiler.
Böylece, uygulanan dini eğitimin samimi inananları dinden soğuttuğuna filan aldırmadan temeli emperyal güçler tarafından atılan cumhuriyeti islamileştirmek için uygun zemin oluşturuldu.
Zira 4+4+4 uygulaması sonucu inşaat yükselmeye başladı.
4+4+4 ile birlikte anadolu liselerinin önüne set çekildi. İkili eğitim uygulanmaya başladı. Proje okulu icat edildi. Derslerin içi boşaltıldı. Öğretmen kalitesi yok edildi. Bu okul türü sıradanlaşmakla kalmayıp vasatın altını gördü.
Oysa imam hatipler mantar gibi çoğaldı. Seçkin pek çok okulun başına imam hatip eklendi. Bu okullara oluk oluk para akıtıldı. Sınıf mevcutları seyreltildi. Cazibe arttı. Atatürk'e iftiralar atıldı, cumhuriyete hakaretler edildi, camiler okullara / okullar camilere taşındı. Ağzından kin akanlar kürsülere oturdu. Diyanet işleri başkanlığı hiç bir hutbesinde Atatürk'e yer vermedi.
Veliler perişan olmuştu. Onlar iman hatip ile fahiş fiyat uygulayan özel okul arasına sıkıştı kaldı. Veliler hayatlarından vazgeçerek özel okullara yöneldi ancak kısa sürede ödeme güçleri yok oldu. Devlet okulları yerlerde sürünmeye başlayınca göçün yarattığı ortam da fırsat bilinerek dönüşüm ivne kazandı.
İşte, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'nun, "Bu, "Maarif modeli" Suudi Arabistan, Emirlikler, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas, Pakistan, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerde yok. Yani, AKP iktidarının Türkiye'ye dayattığına benzer din ağırlıklı bir ilk ve orta öğretim, Selefiliğin göbeğindeki ülkelerde bile mevcut değil. Akıl ve bilim dışı bu ilkel "Maarif" sistemi ülkeyi yeniden ortaçağa sürükleyecektir. Bu bir kabile düzeni sefaletidir." dediği Türkiye yüzyılı maarif modeli dayatıldı.
Ülkemizin, doğurganlık oranı da dikkate alındığında, uzak olmayan bir süreçte hem demografik yapısını bozacak hem de din devleti oluşturmaya hizmet edecek maarif modeli - göç arasındaki ilişki budur.
Bu yüzden çok tehlikeli bir durumla karşı karşıya olduğumuzu herkes görmelidir.
Meral'in sarı saçı, Ali ile Aziz'in topsuz maçı; Özgür'ün gözlüğü, Bahçeli'nin sözlüğü; Siyasetin oyunu, Karaman'ın koyunu gündemi işgal etmemeli, güzel ülkemiz elimizden gitmemelidir.
Zaman dar alanda top çevirme zamanı değil, akıl ve izan içinde birlik olma zamanıdır.
Aksi halde yarın, çok ama çok geç o-la-cak-tır.