Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir. Ulus devlettir. Laiktir. Bu ilkeler bizzat anayasada ifadesini bulur. Ayrıca toplumun büyük bir bölümü Müslümandır.
Bizim devlet adamından ve devletini sevenden kastımız, yukarıdaki tanım doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bekasını ve ilkelerinin idamesini düşünen kişilerdir.
Bundan gayrısını düşünen veya bu ilkelerle çatışmaya giren bizzat Türkiye Cumhuriyeti'nin kendisiyle çatışmaya girmiş demektir.
Bunu neden söyleme gereği duydum:
Yaşadığımız problemlerin odak noktası tam da burası:
Toplum olarak, din-devlet ilişkilerinde nasıl bir tutum içinde olacağız?
Her geçen gün güçlenen cemaat ve tarikatların kontrolü nasıl sağlanacak?
Verilen kavganın modern devletin temel paradigmasıyla olduğunu ve bu zeminde büyüyen bir cemaatin, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını yok etmek üzere bir maşa haline nasıl dönüştürüldüğünü 15 Temmuz'da gördük.
Ancak hâlâ yandaş medyanın bazı yazarları ve bazı siyasiler bu gerçeği görmemekte ısrar ederek, cemaatleri “toplumun sigortası” olarak görüyor! Daha düne kadar Gülen Cemaati'nin aynı anlayışla neşv-ü nema bulduğunu göz ardı ederek.
Yapmayın beyler, yapmayın; bu toplumla, bu devletle, bu sistemle bu kadar oynamayın. Altında kalırsınız. Hâlâ bu anlayışları savunmak hainliktir. FETÖ yapılanmaları için de onbeş-yirmi yıl önce siz aynı şeyleri söylerken, tehlikeyi görenler vardı, kitaplar yazıldı, yazarları öldürüldü. Ve söyledikleri her şey bir bir çıktı.
Ezcümle, gelişen dünya düzeninde varlığımızı devam ettirmek istiyorsak, nerde durduğumuzu ve neyi neden savunduğumuzu bilmek durumundayız. Laik düzenle kavgalı, ulus devlete düşman, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerini içselleştirememiş zihniyet problemlerin kaynağı demektir.
Ülkeyi yönetenlerden beklentimiz, polemik üreten kafa karıştırıcı sözler değil, net icraatlardır.