Hani derler ya tilkinin kırk fıkrası varmış kırkı da tavuk üzerine. Bizimki de o hesap, kırk fıkranın 39’u avukatlık ve öğretmenlik üzerine...
1992- 1993 Eğitim ve Öğretim yılında çalıştığım Lise’den tayinimi, Üsküdar Akşam Lisesine, yaptırdım. O zamanlar gündüz eğitimini Burhan Felek Lisesi olarak, saat 18’den sonra da Akşam Lisesi olarak eğitim veren bir okuldu. Aynı zamanda Hukuk Fakültesinde öğrenciyim o sıralar.
Hayatımın en şen şakrak, sinirsiz, stressiz Öğretmenlik günlerimi yaşadım orada. Bu tespit biraz da bizim evin İçişleri, yerine göre Dışişleri Bakanı, bazen de Başbakanlık görevlerini icra eden hatunun bana söylediği şeyler.
Kızmayı, bağırmayı, çağırmayı unutmuş, bırakmışım. Yüzüm de güller açıyormuş! Ben bizim hatunun yalancısıyım, öyle dediyse öyledir...
Neyse efendim, geldik akşam lisesine. Hani derler ya, ‘’ Bir çuval bostan, yan gel yat Osman...’’ Bizimki de o hesap. Keyfim yerinde, bütün gün boşum. 15 yıl sürekli hemen hemen her hafta , en az 50-60 kişilik sınıflarda, ‘’ dur, sus, yapma, etme...’’ diye bağırmaktan ve 30 saat ders anlatmaktan imanım gevremişti zaten. Bocaladım tabi ki bir ara bu rahatlıktan...
Akşam Lisesinde sınıflar 20-25 kişilik ,en küçük öğrenci 20 yaşından büyük. Haftada 15-20 saat ders, çoğu öğrenciyle de aramızda pek yaş farkı da yok, arkadaş gibiyiz.
Sohbetlerimiz de uyuyor birbirine. Derslerde, ‘’...Dur, sus, yapma, etme, gürültü çıkartma, atarım dışarıya haa...’’ gibi öyle fazla bir ikaz da yok. Her şey dört, dörtlük.
Artık fakülteye de rahat rahat gidip gelmeye başladım... Daha doğrusu gündüz fakülteye derken, çoğu zaman gençlerle laflamak için kantinde daha çok takip ediyoruz dersleri...
Yani anlayacağınız rahatlıktan sudan çıkmış balıktan daha beter oldum!.. Oldum da gel zaman, git zaman bişeyler aksak gitmeye başladı...
Öğrencilerin hemen hemen tümü, gündüz bir yerlerde çalışan kişiler. Kimi belediyelerde, bankada, kimi imam, müezzin, kimi polis, bazısı taksi minübüs şöförü, kendi işinde veya pazarcılık yapıyorlar.
Bir derece veya kıdem almak için gelenler, bazıları da imkansızlıklarla okuyamayıp, tahsil hayatını yarıda bırakanların çoğunlukta oluşturduğu öğrenciler.
Bir kısmı sadece İlk okulu okuyup, Orta Okulu dışarıdan bitirenler. Dışardan bitirenlerin nasıl diploma aldıklarını hepimiz biliriz...
Neyse sınıfların profili bu...Allahtan ki, Ortaokulu normal okullarda okuyup ta gelenler de olmasa hapı yuttuğumuzu kısa bir zamanda anlamış oldum...
Bu seferde öğrencilerden duyduğum bir tespiti söyleyim size:
Bir gün derste, demek ki keyfimin de yerinde olduğu bir sırada olacak ki, bir kızımız kalktı.
‘’Hocam, size bir şey diyebilir miyim...’’ Tabi ki dedim, gözüm açıldı, öğrenciler artık soru sormaya başladılar diye de sevindim doğrusu!..
‘’...Hocam, kızmazsanız, dışarda o kadar hoş sohbet, candan, bir hocadan öte, arkadaş, abi gibisi oluyorsunuz ki...’’ Anladım ben lafın gerisini ama yine de, ee dedim.
‘’...Ama derslerde bambaşka, ciddi, farklı birisi oluyorsunuz, eğer bu espirileriniz de olmasa Matematik dersi çekilmez oluyor, yine de sayeniz de az da olsa bu dersi de sevmeye başladık...’’
Dedim ki, herkeste bazı zaman yaptığı işe göre karakter değişikliği olur. İster buna çift karakter, ister çok karakter, ne derseniz deyin. Ölçüyü kaçırmamak, çıtayı aşmamak, mesafeyi korumak şartıyla bunlar olmazsa olmaz dedim. Neyse efendim lafı fazla uzatmadan saadete gelelim dediğinizi hisseder gibi oldum...
***
Lise 2’lerde konumuz ax2+ bk+c=0 ikinci dereceden iki bilinmeyenli denklemler. Bir önceki saatte Lise 1’de hararetle ve aşkla, şevkle ‘’Polinomları’’ anlattık.
Tahtaya polinomu yazdık, başladık anlatmaya. Aklı ,fikri at - eşek yarışlarında, silah atışlarında olan bir öğrencimiz kendine güven içinde , " hocaamm, yanlış yazdınız galiba, polinom değil de, poligon olmayacak mıydı...’’
Arifin fikri neyse, zikri de o hesabı... Sınıf bastı kahkahayı!..
Yok!.. Anlayan çok az, randıman yok. Arada bir şaka, espiri.
‘’...Şimdi çocuklar, antenleri dışardan içeriye çekelim, çek, çek!... Gözlerinizi iyice açın fal taşı gibi.... Aç, aç, aç gözlerini...Deminden beri kestirenler iyice dikkat. Bakın burası çok önemli !...’’
Sınıfın dikkatini toplamak ve derse çekmek için geliştirmediğim taktik kalmadı.
-Çocuklar anladınız mı? Ses Yok! Neresini anlamadınız? Yine ses yok!.. Yok Allah yok! Tık yok!
-Hocaammm, biz ne yapalım ax2 + bk ‘i, hayatta ne işimize yarayacak ki bunlar, biz diploma almak için geldik buraya... Bu laf hoşlarına gitti, sınıfta gülmeler !..
Kendimizi parçalıyoruz anlatmak için ama anlayan çok az, Anlayanlar da yarım yamalak Ortaokulu bitiripte ara verip gelenler. Bu daha çok Matematik derslerinde olan bir görüntü.
Bazı zaman, arada Psikoloji dersine, bazı zaman çok anlarmış gibi Fen Bilgisi dersine, arada bir seçmeli derslere de girdiğim zamanlarda oldu.
Bende anlayamadım o zamanlar kendimin ne olduğunu. Aspirin gibi adam, her derde deva mübarak!..
Diyeceğim şu:
Diğer derslerde bülbül gibi şakıyan öğrenciler, Matematik dersinde Dut yemiş bülbül gibiler. Zaten oldum olası da çoğu öğrenciler sevmez.
Baktım ki temel yol, alt yapı sağlam değil, çürümüş. İşe sıfırdan da başlayamayız, bir yerden ortasını bulmak lazım diye düşünürken, tabi ders anlatmaktan yüzümüz pancar gibi kıpkırmızı!..
Derken bir gün, Müdür yardımcımız Mustafa Bey, çok iyi anlayışlı, şeker gibi bir adam... Dersten çıkınca beni çağırdı, çayımız da geldi.
Mustafa Bey; ‘’...Yahu hocam siz ne yapıyorsunuz böyle?’’ dedi.
Ne yapıyormuşuz hocam dedim ben de. Bak hocam dedi bana: ‘’...Siz daha yeni geldiniz sayılır. Bu akşam lisesini bilmezsiniz, normal liselerle karıştırmayın, Gayet sakin, rölantide hep...
Kendinizi hiç üzmeden, anlatın siz geçin. Zaten anlatsanız da anlamayacaklar çoğu... Bunlar işinde gücünde çalışan insanlar, Ortaokul bilgileri bile yok çoğunun...’’
Ne olacak peki dedim? Dersin adabını bozmasınlar, arada bir kafayı çekip gelenler olur, onlara müsamaha etme, dinlesinler, gir çık dersine. Bak senin gibi falanca arkadaşlar nasıl çözdüler problemi, bağıran, çağıran var mı? Sakin sakin anlat sen, anlayabildikleri kadar, o kadarr...’’
Müdür odasıyla sınıfta yakın olduğundan, Mustafa Bey Hocamız bize acımış. Bir yol gösterdi, babacan tavırlarıyla...
Odadan çıktım, rahatladım mı desem, şaşırdım mı desem, herhalde ikisi de bir arda galiba. O günden sonra kendime yeni bir rota çizerek, Lise 1’de Ortaokul bilgilerini, bir üst sınıfta, alt sınıfın bilgilerini tazeleyerek, anlatarak işi götürmeye başladım.
Arkadaşların da tecrübelerinden yararlandım derken iyice de rahatladım. Yüzüm de bu tarihten sonra tebessüm etmeye başladı.
Ha bu arada çok yetenekli ve zeki öğrencilerimiz de vardı. İçinde maden olan, cevherli öğrencilerimize daha bir odaklanarak, günler gelip geçti, sene sonu yaklaştı. İçlerinde hukuk fakültesini ve başka fakülteleri okuyanlar da oldu az çok.
***
Sene sonu yaklaştı da bir öğrencimiz ya derse gelmiyor, rapor alıyor, daha doğru dürüst yüzünü gören yok adamın. Evet adam dedim, yaşı benden sekiz, on yaş küçük.
Yıl sonu geldi nerdeyse not ortalamalarını alacağız, bizim adam piyasada yok. Üçüncü yazılıları yaptık bitirdik, daha bir notu bile yok...
-Çocuklar nerde bu adam, niye gelmiyor okula?
-Hocam o haftada birkaç gün gelir, diğer günler çarşı, pazarda mal satar.
Nasıl, nerde buluruz onu diye sorduğumda; bizim okulun hemen birkaç yüz metre altında haftada iki defa tezgah açtığını, pazarcılık yaptığını öğrendim. Yerinin tarifini de aldıktan sonra, tamam ben bulurum onu dedim.
Bir öğrencim, ‘’...Hocam bulup ta ne yapacaksınız onu?. Sattığı mallar sizin işinize yaramaz ki...’’ Neden diye sordum. ‘’ Hocamm o arkadaş, iç çamaşırları, daha çok don, atlet satar da, sizin işinize yaramaz...’’
Ben de: ‘’... Gülerek oğlum biz iç çamaşırsız, donsuz atletsiz mi geziyoruz, tövbe, tövbe!...’
Dediğimde, bir curcuna, gülme, kahkaha.
Muhabbet çok hoşlarına gitti. Biraz da akıllarınca dersi kaynatacaklar!.. Tamam mesele anlaşıldı dedim, dedim ama kimse ne yapacağımı anlamadı, ben de açık vermedim...
Dersler saat 18’de başladığından, Pazar tezhahını söküp, çıkarıp, toplamak zaman alıyormuş ta, çok yoruluyormuş ta, derse yetişemiyormuş...Fakat pratik bir zekasının olduğunu biliyorum, sessiz, sakin, efendi. Biraz da geçim telaşı var. Neyse...
***
Ertesi günü erken ve temkinli çıktım evden. İçlerinden 5’i seçmeli olarak 10 tane soru hazırladım. Kağıdın altına koyulacak kalın bir mukavvayı da hazırladım ve gittim pazara, herşey tamam, hazır.O sadece soru çözecek.
Bizim adam görmedi beni, daha doğrusu ben görünmedim, uzaktan bir müddet takip ettim. Pazar çok kalabalık, müşterisi de iyi, gelen giden çok. Uzaktan takip ediyorum, biraz tenhalaşsın etraf, hemen soruları alıp kağıt, kalemi vereceğim eline, bekliyorum...
Arada bir gelip, pir giden, okula teşrif ettiklerinde, gayet mütevazi, hatta biraz da sıkılgan, ama bir o kadar da efendi bir çocuk.
Kafasının da çalıştığını biliyorum. Yarım saat kadar görünmeden dolaştım, maşallah işleri iyi. O öğrenci, derste ki bu öğrenci değil sanki. O, bu mu?. Bu, o mu?!...
Derste hiç konuşmayan adam, pazarda sanki bülbül olmuş şakıyor. ‘’ Kabak çiçeği...’’ gibi açılmış mübarek!.. Çocuğun işini bozmak istemiyorum, fırsat kolluyorum.
İbretle, hayretle ve zevkle izliyorum. Bir Pazar ağzı var ki o biçim. Ağzım açık kaldı nerdeyse!. Mallarını satış sunumu, reklam, nakaratlı deyişler , maniler , neşe, espiri hepsi onda kıyamet!...
Derslerde sık, sık kullanırdım bu sözü. Neymiş o?
‘’...Yok ben sarrafmışım da, adamı gözünden tanırmışım da, gözümden bir şey kaçmazmış ta...’’
Bunları söyleyip, dururdum öğrencilere, yarı şaka, yarı ciddi. Demek ki, kendi kendime hep palavra atmışım...Uzaktan bizimkini temaşa ederken bunları düşündüm.
Bizim ki bağırıyor:
‘’... Gel vatandaş gel, gell... Ne ararsan , hepsi burda. Seç, seç al. Bakan alır, kaçan havasını alır. Gel abla gel, geell... Hanım abla takkeler burda, burda.... İkizlere takke... Batan geminin malları bunlar.
Buruşmaz, kokmaz, solmaz, bunlar... Elli değil, kırk değil, üç takke otuza bunlar... Bedava, bedavvaa...
Bulamazsın burdan ucuza...Koş vatandaş koşş... Verr parrayı al karrayı, ver ablam parrayyı all karrayyı..."
........
Vay be dedim, helal olsun. Bir ara tenhalaşır gibi oldu. Arkadan dolaşıp, pat gittim yanına. Birden şaşırdı, ‘’...emret hocam ne isterseniz, tezgah sizin....’’ Sağol dedim bende teşekkür ettim.
‘’Hiç vakit kaybetmeyelim, senin de işin gücün var, benim de. Hadi kerata sevildiğini bil, sen gelmezsen okula, biz getiririz okulu ayağına. Hemen otur şuraya taburene. On soru hazırladım sana, istediğin beş tanesini yaparsın, yazılı yapacağım...’’ dedim.
-Ama hocam burada yazılı mı, olur?
- Olur, olur...
Bir müddet şaşırdı, şaka yaptığımı zannetti. Başladı gülmeye, ben de gülüyorum. Birazdan rahatladı ama... 'Hiçte çalışmamıştım..." falan naz yapmasını dinlemedim.
-Müşterileri ne yapalım, gelen, giden hocam , başka zaman yapsak yazılıyı?!.
- Sen orasını bana bırak, dedim.
-Ha birşey daha soracağım. O deyiş, " Bul karayı, al parayı " değil miydi o dediğin?
- Hocam bizde değişik biraz. Bakar mısınız çamamaşırlara çoğu kara...
"Helal olsun sana..." dedim.
Çene çok önemli çok. Böyle bir çenem olacaktı dedim kendime. Kurarsın bir siyasi parti anladın mı. Gir meclise, haftada sallarsın üç beş defa başı, ay sonunda alırsın maaşı!..
Neyse fırsatı yakaladım kaçırır mıyım artık. "Korkma çok kolay sorular, sen en çok satılan şunların fiyatlarını söyle bakalım...’’
Zaten ben de az çok öğrendim, öğrendim de bu satışı nasıl yapacağım. Biz de Pazar ağzı da yok, Pazar kültürü de...
Derken müşterilerde bir iki yine damlamaya başladılar. Gelenler hep tanıdıkları. Millet bir öğrenciye, bir bana bakıyor. Beni gören, ‘’ Aaa pardon, siz mi bakıyor sunuz?...’’
Millet bizi beğenmedi. Bakışımız, duruşumuz hele de kıyafetimiz, hiç te satıcıya benzemediğini anladım.
Hemen çıkardım ceketi, koydum tezgahın bir tarafına. Ya Allah, Bismillah. Ehh şimdi biraz daha inandırıcı ve pazarcı gibi olduk desem de, gine de olmadı.. Gelen fiyatı bile sormadan, bana bakmadan arkada elinde kağıt kalem bir şeyler yazan, daha da çok sinirli sinirli düşünen Hakan’a bakıyor.
‘’ Hakan, bakar mısınız?...’’ Hakan’ın bakacak hali mi var!..
Öğrencimin hem işini bozduk, hem havasını. Ama çok kimse yaptığımız işten bir şey anlamadı.
‘’ Hamfendi ben yardımcı olayım, Hakan’ın az işi var. O mali yıl hesaplarını yapıyor. Şimdilik ben yardım ediyorum ona...’’ diyorum.
‘’ Pardon ne hesapları dediniz...’’
'' Mali yıl sonu hesapları hamfendi...''
Ama yok bi türlü dikiş tutturamadım. Bir eksiklik var, ne diye düşünürken, buldum. Tabi ya... Boynumdaki kravat. Kravatla satış mı olur!. Çıkardım hemen kravatı, biraz daha pazarcı gibi davranmaya çalışıyorum. Fakat bir eksiklik var hala...
-‘’... Buyrun yardımcı olalım hamfendi. Mallarımız çok kalitelidir...’’
Yok, yok yapamadım , bir şeyler ters gidiyor.
‘’..Pardon siz kimsiniz beyefendi, yeni mi başladınız bu işe? Hakann oğlum bakar mısınız..?’’ Gelen gidenler , elinde kağıt kalem bir şeyler yazan bir öğrencime bakıyor, bir de bana!..
Sorular çok kolay olduğu için hatta, günlük pazar satışı soruları gibi seçtiğimden, öğrencimin keyfi yerine gelmeye başladı gibi.
Hakan yolda geçen çaycıya bağırdı. ‘’ ...Çaycı oğlumm, kap acele iki çay, tavşan kanı olsun haa...’’
Tamam, tamam buldum bende olmayan eksikliği... Pazar ağzı yok kardeşim bizde. Bu ağızla satış mı olur!..Bu işler öyle sınıfta ders anlatmaya benzemiyor tabi ki...
Derken....Devamı daha sonra.