Hukuk, toplumların ve fertlerin genel menfaatlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini sağlamak maksadıyla ve kamu gücüyle desteklenmiş kuralların, hak ve kanunların bir bütünüdür. Dolayısıyla, devletin belirlediği yazılı ve yazısız normlardan oluşur.
Kişilerin hak ve özgürlüklerini koruyarak, toplumsal düzeni sağlar, bir bakıma adaleti tesis ve temsil eder. Bu anlamıyla hukuk kuralları adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir.
Hukuk toplumda insanların nasıl davrandıklarını değil, nasıl davranmaları gerektiğiyle ilgilenir. Hukuk kaideleri, kendisine uyulmak ve uygulanmak için vardır.
İnsanlar özgür yaradılışlı varlıklardır. Dolayısıyla iradelerini hukuk normları yönünde kullanabilecekleri gibi; hukuk normlarına uymama adına aykırı olarak da kullanabilirler.
Hukuk kurallarına uyulmaması ise toplumda kaosu getirir. Hukuk dediğimiz olgu ve değerler bütünü ise, insan davranışlarını değerlendirerek, çıkar çatışmalarına çözüm getiren kurallardan oluşan bir sistemdir.
Ünlü filozof Kant da, Rene Descartes, Jean Jacques, G W Leibniz gibi bilginlerden etkilense de çağa damgasını vurmuş, kendisinden sonra gelen, Wihelm Friedrich Hegel, Fredrich Nietzsche gibi bir çok filozof ve hukukçuları da etkilemiştir...
Kant, hukuk teorisinde neden önemli bir isimdir dersek; kendi felsefi görüşleri içerisinde rasyonalizmi birleştirmeye çalışmış bilgindir.
Yani ona göre; ‘’...bilginin evrensel, zorunlu ve genel kabul görmesi için, o bilginin hem akla, hem deneye dayanması gerektiğini vurgulamıştır...’’
Bu çağrışımla hukuk bilgi ve kuralları da genel kabul görmesi için hem akla uygunluğu hem de deneysel yöntemlere uygun olmalıdır. Kısaca hukuk kuralları, sana-bana- dönemlere uygunluğu değil, her dönemin kuralları olmasıyla yani evrensel olmasıyla oluşmuş, kabul görmüş normlar bütünüdür.
Yönetenler dün savundukları hukukun, iş başına geldiklerinde çıkarlarına ters düşen kuralları çiğnemek için hukukun arkasından dolandıkları sabittir.
Ülkemizde bu durum çok sık rastlanılmakta olduğu da bir gerçektir. En üst makamdakilerin, ‘’ Bir hukuk var, bir de Guguk var...’’ diyerek hukuk’u nasıl da ‘’ti’’ ye aldıklarını göstermiştir. Yani anayasa çiğnenecek, hukukun arkasında dolanılacak ve minareyi çalacak olanlar hazırladıkları kılıfın adını da GUGUK koymuşlardır!...
Oysa ki hukuk ve adalet tüm insanların, hava ve su kadar ihtiyacıdır. Bugün hukuku çiğneyen muktedirler, yarın yine hukuka sarılacaklardır...
Adaletin getirdiği haklar, kişisel ve sosyal menfaatlerin hesaplanmasına ya da siyasal pazarlıklara alet edilmemelidir. Ülkemizde ise bu durum maalesef çokça yaygındır.
Toplumda huzur sağlayan ekonomik düzenin çarkları toplumun katmanları arasında eşit ve adil dağıtılmazsa adalet terazisi şaşmış demektir.
Hoşnutsuzluğu şu bu gerekçelerle gizlemeye ve dini alet ederek kullanmaya ve yatıştırmaya çalışmak ta adaletsizliktir.
Kendi çıkar düzenlerinin bozulmaması için, Mercedeslerle gezen, yatlarda ve villalarda yatıp kalkanların, evine yılda bir defa et bile götüremeyen fakir, fukara halka çıkıp cami kürsülerinden züğürt tesellisinde bulunmak isteyenlerin söylemleri de hem şarlatanlık, riyakarlık ve ikiyüzlülük hem de adaletsizliktir...
Neymiş o?
‘’ ...Zekatını veren zenginler bile, fakirlerden 500 sene sonra cennete girecekler, fakirler ise 500 sene önce cennete girecekler...’’
Bak, bak, lafa bak!..
Toplumda ki fertler arasında açılan makas her geçen gün, bir avuç insanın lehine büyüyerek fakirlik zulüm olmuşsa, sorarlar o zaman adama;
‘’...Madem ki fakirlik bu derce muteber ve cennete gitmenin anahtarı ise o zaman sen elindeki malı, mülkü biraz fakirlere dağıtarak daha önce sen git cennete...’’ diye sorulmaz mı?!..
İşte bu tür din bezirganlarının, toplumun dini duygularını sömürerek ve aldatarak, güya din adına, ‘’bir lokma, bir hırka’’ cinsinden uyuşturmasından başka şey değildir.
Bunun sonucunda, fakirliği "kadermiş’’gibi açıklamalarından dolayı bu şerefli milleti, Avrupa kapılarında dilenci yapılmasına sebep olan zihniyettir.
İslam’da ‘’ din adamı’’ diye bir sınıf yok aslında. Biz tarif adına din adam diyelim. Bu sınıftaki birinin aldığı maaş, beş- altı emeklinin aldığı ücretten fazla ise, o toplumda kimse haktan, hukuktan ve adaletten söz edemez...
Birinin aldığı beş, altı maaş ücretine karşı değiliz. Adaletin tesisi, hukukun geçerliliği ve toplumun huzuru adına ya herkes almalı, ya da hiç kimse!...
Ünlü bilgin Platon’a sormuşlar;
-Devlet nasıl yönetilir?
-‘’Ya ilimle, ya zulümle..’’ dediği bilinir.
Görüldüğü üzere devlet yönetiminin esasları ilim, hukuk ve adalettir. Zulüm ise; adam kayırma, iltimas, rüşvet, israf, talan, kul hakkı yeme, tecavüz ve hırsızlıklara göz yumma gibi toplum dinamiklerini sarsan davranışlar da hukuksuzluk ve adaletsizliktir.
Bilindiği üzere; her devlet ve her toplum, ‘’adaletle payidar olur ve zulümle yıkılır.’’ En büyük zulüm ise adaletsizliktir...
İSLAM’DA ADALET
Hz. Ali’nin ‘’ Devletin dini adalettir’’ Yine Hz Ömer’e isnat edilen, ‘’ Adalet mülkün temelidir’’ sözü gibi İslam’da ayet ve hadislerde pek çok söz vardır.
Yüce kitap Kur’anda adalet Allah’ın vasıflarındandır. Çünkü o adildir, merhametlidir, yerine göre cezalandırır, yerine göre affeder. Hz. Ömer’in adaletini şimdi burada yazmayacağım. Çünkü herkes üç aşağı, beş yukarı biliyor. Onun meşhur mum menkıbesi de biliniyor...
Allah adaleti ayakta tutacak delilleriyle şu hususu açıklamıştır ki, ‘’ Allah kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar etmişlerdir. Mutlak güç ve hikmet sahibi, Allah’tan başka ilah yoktur.’’ ( Al-i İmran 18)
‘’Biz kıyamet günü adalet terazisi kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan iş hardal tanesi kadar dahi olsa, onu adalet terazisine getiririz. Hesap gören olarak biz herkese yeteriz.’’ ( Enbiya 47)
‘’ Andolsun ki biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik. Ve onlarla birlikte Kitab’ı ve insanların adaleti ayakta tutmaları için adalet terazisini de indirdik...Şüphesiz Allah kuvvetlidir ve daima üstündür.’’ (Hadid 25)
‘’ Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyi davranmayı, akrabaya yardımda bulunmayı emreder. Çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.’’ (Nahl. 90)
....
.....
Kur’an da adaletli olmaya ilişkin daha bir çok ayeti kerimeler vardır. Peygamberimizin de adalet hakkındaki yüzlerce hadisleri vardır.
Hülafai Raşidin devrindeki halifelerin adalet hakkındaki uygulamalarından da anlaşılacağı üzere, adalet İslam’ın temel ilkelerinin başında gelir. Nitekim Allah’ın isimlerinden birinin, ‘’adaletli, adil olması’’ da bunu gösterir.
İslam geleneğinde adaletin zıddı zulüm sayılmaktadır. Gerek Kur’an ayetleri, gerekse Peygamber’in hadisleri zulmü şiddetle reddeder. Özellikle de toplum yöneticilerinin, yönetilen halka zulmünü ve adaletsiz davranışlarını kesin ve açık bir şekilde yasaklar...
İSLAM’DA SOSYAL ADALET VE MEDİNE VESİKASI
İslam’da sosyal adaletin kaynağı Kur’an ve sünnettir. Çünkü bu her iki kaynakta, vicdan özgürlüğü ve insanlar arası eşitlik anlayışı toplumsal dayanışma esasları üzerinde durulmuş ve kurulmuş olduğunu görüyoruz. Çünkü:
Kişilerin vicdanına yerleşmeyen ve yer bulmayan adalet duygusunun çıkarılan kanunlarla sağlanabilmesi mümkün değildir.
Allah, insanları eşit olarak yaratmıştır. Hiçbir kimsenin, diğerinden, kabile, şeyh, şıh, gavs, din büyüğü, Allah dostu, şu, bu gibi sıfatlarla ve mal mülk sahibi olmak gibi bazı niteliklerle bile üstün olması söz konusu değildir. Çünkü yaratılan her mal ve mülkün gerçek sahibi Allah’tır...
Bir de İslam’ın sosyal devlet ve adalet anlayışı vardır. Sosyal adalet demek, toplumda ki varlıkların ve yoklukların dengeli bir şekilde dağıtılması ve özellikle de ekonomik olarak zayıf ve güçsüz olanlara , insanca ve hakça yaşama imkanı vermeyi amaç edinen bir adalet anlayışıdır.
Yani toplumu oluşturan kişilere , hısım akraba, arkadaş, yandaş gözetmeksizin, parti, görüş, fikir ayrılığı yapmaksızın topluma dağıtılan adalettir.
Bu adalet gözetilerek yapılan dağıtıma, İlahi adalet denir. Bazıları ‘’İnsani adalet’’ de demektedir. İlahi adalet veya insani adaletin ilkeleri gözetilmeden hiçbir sistem ayakta kalamaz.
İslam’da MEDİNE VESİKASI, adalet konusunda yazılmış çok önemli bir belge sayılmaktadır.
Bu vesika aynı zamanda İslam’ın belki de ilk anayasası ya da birlikte yaşamanın kurallarını düzenleyen bir TOPLUM SÖZLEŞMESİ, toplum mutabakatı olarak da adlandırılabilir. 52 maddeden oluşan hukuki bir belgedir.
Medine Vesikası, İslam devletinin yönetimine ilişkin bazı hükümler içerir. Bu belgede özetle kabileler arasında ve sosyal hayata ilişkin konulara vardır.
O zamana kadar dökülen kanların cezaları ve bunların diyetleri , esarete ilişkin hususlar, savaşlarda esir alınanların veya sair sebeplerle esir olanların esaretten kurtulmaları için ödenmesi gereken fidyelerden bahsedilir.
Yine inananların kardeş oldukları ve birlikte hareket etmeleri, suç işleyenlere ve onlara yardım ve yataklık edenlere hiçbir ayrımcılık olamayacağı tanınmayacağı anlatılır.
Eğer bir mutabakat ve anlaşma olmazsa, işlenen suç ve cezaların tarihteki Hamurrabi kanunlarında olduğu gibi, göze göz- dişe, diş esaslarına göre adil ve hakkaniyete göre cezalandırılacakları, İslam devletine tabi olan her türlü azınlığın haklarının teminat altında olacağı ve korunacağı, haksız kazanç sağlamanın önüne geçileceği gibi hususlar hüküm altına alınmıştır.
Medine vesikası, Peygamberimizin, Mekke’den , Medine’ye hicret etmesinden sonra hem Müslümanların kendi aralarında, hem de Müslümanlar ile hem de Yahudiler ve Hristiyanlar arasında hatta İslamiyet’i kabul etmeyen müşrikler arasında ki anlaşmazlıkları karşılıklı olarak sulh biçiminde sonlandırılması ve bu hususların şartlarını düzenlemeyi esas alan bir toplumsal sözleşme olarak adlandırılabilir.
ADALET Mİ?/ GÜÇ MÜ? HANGİSİ...
İnsan fıtratında güç ve gücü elinde bulundurmak önemli bir kavramdır. Güçle adalet hem ikiz kardeş, hem de zıt kardeş gibi düşünülebilir.
Eğer bir toplumda güç dengesi adaletsiz, adalet ise güçsüz olursa toplumun dengeleri bozulur.
Güç, insanı ve ihtiraslarını büyülerse zulme davet açar. İnsan hem güçlü olmayı, hem de adaletli olmayı veya bunların tersini ikisini birlikte yaşayan bir varlıktır...
Adalet soyut boyutunda yaşanırken, diğeri yani güç, somut yaşanır. Çünkü İnsan oğlu, hak ve özgürlüklerini, maddi ve manevi varlıklarını egemenliği temelinde özgürce geliştirebilmek ve yaşamak ister.
Bunun için tüm bu soyut kavramlardan oluşan haklarını kullanırken somut olarak yaşamak isteyen varlıktır.
Tarih boyunca insan ve bilhassa muktedirler, adalet ve güç arasında sıkışıp kalmışlardır. Çoğu zamanlarda hatta çok zamanlarda, ‘’güç, adaletin kurdu’’ olmuştur.
Adalet ve güç arasında sıkışan bir toplum, hem kendisini ifade etme kabiliyetini, fikriyatını ve düşünsel beceri ve özgürlüklerini, hem de yaşamak için kendisini ayakta tutan ekonomik özgürlüklerini kaybederler...
İktidar gücünü ele geçirenler kısa zaman sonra, elde ettikleri ulaşılmaz görünür ve zenginlikleri dolayısıyla gücün cazibesi altında, kendileri ‘’Yarı Tanrı’’ gibi görmeye başlarlar.
Hem kendileri hem de iktidar nimetinden yararlanan omurgasızlar, her devrin ve gücün adamları, şaklabanlık, menfaatçilik, yalakalık, yandaşlıkla, iktidar nimetlerinden nemalanmak tek amaçları olur.
Soytarılığı maske yaparak; her türlü yalanlarla, haksız ve hukuksuz zenginleşmelerini gizleyerek, fakir, fukara gariban halka ise tevekkül, biat ve itaat davranışlarını aşılamayı kendilerine vazife görürler.
Çünkü ellerine geçirdikleri gücün otoriter sihir ve büyüsü artık adaletin kurdu olmuştur. Toplumun adalet ve güç arasındaki sıkışmışlığını yine toplumun kendi hür iradesi kurtaracaktır.
Hukukun varlık nedeni adaletse, mevcut düzenin meşru olmayan anlayış ve uygulamaları yani düzeni meşrulaştırmak için yine adalete başvurulacaktır. Hukukun gerçekleştirmek amacını güttüğü yegane şey yine adalettir.
Çünkü gün gelecek, hukuku tanımayan muktedirlere de hukuk bir gün lazım olacaktır.