Adli olaylar, üç aşağı, beş yukarı çoğu birbirine benzer. Sadece kişileri farklı, mekanlar ayrıdır.
Müvekkilim, dürüst, efendi tam bir İstanbul Beyefendisi. Hiçbir sıkıntımız olmadı kendisiyle. Tek kusuru, belki de çok iyi niyetli olması... Güya sert olduğu zamanlarda bile mülayim. Gözlerinin içi gülen cinsten. Zaten sertlik de yakışmıyor ona.
Kiracısı yedi yıldan fazladır, piyasa değerinin üçte biri bile etmez fiyatla, bedava denilecek kirada oturuyor. Kiracısı tam bir cambaz, ayak üstünde dakikada yalanın biri bin para.
Kaypak, güvenilmez, sözünde durmaz, kadir kıymet bilmez birisi. Her seferinde, ‘’...bugün, yarın, öbür ay, bu sefer söz kesin tahliye ediyorum...’’ gibi bir cilde sığacak yalanlarla, kendini acındırmalarla iki yıldan fazladır uğraştırıp durmuş...
Müvekkilin oğlunun bu daireye mesken olarak ihtiyacı var. Askerden gelmiş oğlu evlenmiş ve kiraya taşınmış. Bizim adam hala çıkacağım teraneleriyle müvekkile ikinci defadır dava açma süresini kaçırtmış rahat, rahat oturuyor... Durumu anlatmak için eşiyle beraber yanıma geldiler.
***
- "İki yıldan fazla zamandır bizi oyalıyıp, duruyor..." Avukat bey dedi.
Geçen yıl süresinde tam dava açacaktım. Geldi, yalvardı, yakardı, eşim hamile doğum yapacak, daha biz birincisini bile görmedik ama, o ikincisi yolda dedi. Söz birkaç ay sonra boşaltacağını söyledi, çıkmadı.
Bu adamın beni aldatmalarından, yalanlarından bıktım, usandım. Hayır o değil, eşimle de aramız açıldı nerdeyse. İşte kendisi de yanımda sorun. ‘’...Sen elin adamına acıyorsun da kendi çocuğuna acımıyor musun...’’ gibi. Aslında hanım da haklı...
Hemen hanımı sözü aldı. Eşinin aksine biraz gergin, biraz da asabi gibi...Kiracısını anlatırken asabiyetten yüzünde tikler bile oluşuyor.
-Avukat bey benim eşim, fakire, fukaraya ve insanlara çok acır. Acısın da, herkese değil. Bak gül gibi karısı var, aslan gibi de oğlumuz var maşallah. Bu kiracı alçak, üç kağıtçı, affedersiniz bizi çok aldattı. Hatta dolandırdı da!.. Eşinin hamile olması da yalanmış. Ne hamilesi, yalan!. At gibi geziyor sokaklarda...
Haa... At demişken şimdi aklıma geldi, bize yalvarıp, yakarıyor, yalanın biri bin para!.. Ablacığım, yengeciğim deyince ağzından beş ablası daha çıkıyor.
Ablacığım mış! Kendisinin ağzı, yüzü, gözü buruşmuş. Ben ablasıy mışım!..Ama her gün ganyan bayiinde. Akşama kadar atları, eşekleri besleyip duruyor. Kendisini her aradığımızda orada buluyoruz...Biz karı, koca idareli günde ancak bir paket sigara içelim, onun karısı olacak sürtüğe ise günde bir paket sigara bile yetmiyormuş hamfendiye!. Ayranları yok içmeye, atla gider s*çmaya. Tövbe, tövbe ağzımı iyice bozdurdu alçak herif!.. Ne sigarası içiyorlarmış dı? Hemen eşi önüne bakarak söz aldı.
- Marlbora canımın içi...
-Dumanında boğulsunlar inşallah...
-Amin canım benim.
-Peki anladım kiralarınızı vermiyor. Size kendini acındırdı , dolandırma işi nasıl oluyor, onu anlamadım. Sinirli, sinirli onu da eşim anlatsın, eğer anlatabilirse dedi...
***
-Hiç sorma. Çocuk askerden geldi. İşi gücü de var. Sağdan soldan da biraz bulduk, buluşturduk, evlendirdik. Kiracı söz verdiği halde yine çıkmadı. O yüzden kiracı çakacak da oğlumuz girecek diye düğünü bile altı ay geciktirmiştik!. Hatta o ay ki kirayı da getirmedi. Bazen bankaya yatırır, bazen elden veriyordu.
Neyse kirayı vermediği gibi, başka bir ev tuttuğunu, boya badana yaptırmaya başlayacağını, mal sahibi iki aylık depozite istediğinden o parayı bulamadığı için işlerin geciktiğini söyleyerek benden iki kira tutarında borç para daha aldı. Bu sefer eşinin sinirlendiğini görünce ortamı yumuşatmak için, senet yapacağını söyledi ama, dedi...
- Püff senet yapmış mış?! İnanır bizim ki hemence!
-Yaptı mı senedi?
- Ne gezer...Abiciğim iki dakika bekle boş senet alıp hemen geleyim dedi. Gidiş, o gidiş!...
-Peki verdi mi borçlarını?
-Ne gezer, dahası da var... Bir gün çalıştığım yerde yanıma geldi.
’’... Sayın abiciğim size karşı çok mahcup oldum diyerek...’’ bir kısmını getirdi. O da sırf numaradan mış. Tam giderken dönüp; Çanakkale Lapseki’de arsasının olduğunu, iş kurmak için burayı satacağını, başkasına gitmesini istemediğini, hem borçlarını ödeyeceğini, hem de düşük fiyatla yazlık yerdeki arsasını bana vereceğini söyledi.
Elindeki bir sürü fotoğraflarla boş arsayı, milattan kalmış gibi okunmayan tapu fotokopilerini, hemen yanında ki vilları gösterdi. Denize sıfır, bizim de bir yazlığa ihtiyacımız olduğundan, fırsatı kaçırmayalım dedik, karı, koca! Keşke demez olsaydık.
- Verdi mi arsayı ?
Bu sefer eşi söz aldı.
- Verdi babayı!.. ‘’..Ne oldu biliyor musunuz...’’ dedi, sinirli, sinirli... Yok ben anlatamayacağım, sen anlat Selami . Tam anlatacağı zaman yine duramadı. Sende sinir olsa, bunlar başımıza gelir miydi hiç! Sinirlerin mi alındı desem, sinir yok ki, neyini alacaklar!..
-Neyse olan olmuş artık, önümüze bakalım biz dedim.
Hamfendi;
-Hayır Avukat bey, önümüze bakmayalım, mutlaka anlatmam lazım bunu diyerek sözü ve sazı tekrar aldı eline. Nerde kalmıştık ? Selami Bey, Lapseki’de dedi.
Eşine bu sefer daha da sert, sert bakarak;
- Evet, evet... Ben, eşim, oğlum üçümüz birlikte o fırıldak olacak üçkağıtçı, güya beraber gidip arsaya bakacağız. Dediğimiz saatte başladık bizim sahtekarı beklemeye... Bir saat oldu, iki saat oldu, ne gelen var, ne giden!.. Hepimizin canı sıkıldı beklemekten. Aklıma geldi hemen. Oğlumu, eşekleri beslediği ganyan bayisine yolladım.
Bizim gibi enayilerin parasıyla atların yemini, suyunu veren , aynı kendisi gibi yalancı olan kendisi gibi bir üç kağıtçıya, dayısının öldüğünü, bizim beklemememizi, bir hafta sonra geleceğini söylemiş!..
Tabi ki yalan.Ölen, mölen yok.
Olan bizim verdiğimiz kaporaya oldu... Haa bir de laf cambazı ki! Sanki edebiyat Profesörü. Onun yaptığı lafları kimse yapamaz. Ben bunu bilir, bunu söylerim. Anlatırken bayağı rahatladı. Ben de tabi ki arada takviyeler yapmadım değil.
***
- Anlaşıldı... Peki kira sözleşmesini ver bakalım dedim.
Baktım yeni kira döneminin üzerinden de bir buçuk ay geçmiş. Bu yıl da dava açamayız, süreler kaçmış dedim.
Selami Bey;
-Aman Avukatım ne olur bizi bu dolandırıcıdan kurtarın da, para hiç önemli değil... Öyle değil mi canımın içi. Yeter ki kurtulalım o yalancı, dolandırıcı, sahtekar hırsızdan..
Avukatların en hoşuna giden laf bu... Pazarlıksız peşin para, tık... Deminden beri dinlediğim şeylerden sonra birden keyfim yerine geldi ama hissettirmemeye çalışıyorum onlara...
-Hallederiz, merak etmeyin, avukatlar ne için var? Biz ne adamlar gördük öyle diyerek moral verdim.
Evde ve her işte sözü geçen hamfendi;
-Kaç ay sürerse sürsün, defolup gitsinler dedi kendileri. Selami bey de tastik etti başıyla.
Zaten önce hanımı konuşuyor, arkasından kocası tastik ediyor!. Karı, kocanın böyle konuşması hoşuma gitti. Vekalet ücretini hemen verenlerin sayısı az olduğundan, alışık değiliz bu tür peşin durumlara. Bize de can geldi, şevk geldi ...
Sonra bu adamın sana kira borcu var mı dedim müvekkile? Müvekkil daha ağzını açamadan hamfendi derhal atıldı.
-Olmaz mı!.. Daha şu kadar var. Ödediklerini de sürekli geç ve eksik yatırıyor...
- Çok güzeell, tamam anlaşıldı. İşte şimdi ümüğünü sıkma sırası bizde dedim. Zavallıların ikisinin de gözleri parladı. Umut doğdu içlerine.
İcra takibi yapıp, eksik yatırdıklarını icraya bir ay içinde yatırmazsa temerrütten dolayı icra yoluyla çıkartacağımızı söyledim. Tam anlamadılarsa da mevzuatı basitçe anlattım. İkisinin de, yüzüne kan geldi, rengi şekli değişti zavallıların... Anlattıklarım, çok hoşlarına gitti.
Eşi, kapıdan çıkarken geri dönüp,
-Aman avukat bey, gözünü seveyim. Bu adamın ne yapacağını, sağı, solu belli olmaz. Hemen sizin yanınıza da gelir, sakın sizi de aldatmasın!.. Demeyi de ihmal etmediler kendileri.
Dediğimizi yaptık. Bir ay içinde kalan borçlarını ancak bir kısmını ödedi. Eksik yatırdığından, temerrütten kurtulamadı ve İcra Mahkemesi Hakimliğince tek celsede tahliye kararı verildi. ( O zamanki Mahkemeler İcra Tetkik Merciiydi) İcra Tetkik merciince, 15 günlük verilen sürede yine daireyi boşaltmayınca, icra vasıtasıyla zorla çıkartacağız...
***
İcra takibini yaptıktan, birkaç akşam sonra baktım kapıda nerdeyse dilenci kılıklı, çok yoksul görüntüsü veren iki kişi bekliyor, yanlarında da beş, altı yaşlarında küçük bir çocuk.
İçeriye girer girmez, daha oturmadan yaşı belki benden de büyük olan adam, daha ne olduğunu anlayamadan iki büklüm elimi öpmeye çalıştı. Eşi de arkadan sırasını bekliyor...
Yahu durun. Kimsiniz, nesiniz, hayrola, ne bu telaş?.. Oturun bakalım demeye varmadan, makinalı tüfek gibi saymaya, anlatmaya başladı. Adam kelimeleri sıraya koymuş, makinalı gibi ateşliyor.
Anladım onlar olduğunu. Laf cambazlığına canım sıkıldı, sinirlendim. Bu arada eşi de oturduğu yerden sürekli elini şiş karnının üstünde tutuyor. Doğurdum, doğuracak sanki!. Dokuz günü kalmış da, dokuz saat bile beklemez bir durumda gibi!..
Biliyorum ama adama adını sordum.
-Osman abiciğim, Osman Hakyemez.
- Hımm, iyi ki Hakyemez miş!. Ya birde maazallah Hak yiyen olsaydı, ne yapardık o zaman dedim biraz da sinirlenerek söyledim bunları.
-Anlamadım abiciğim, kimin hakkını yemişiz, biz mi?! Biz namuslu vatandaşlarız çok şükür.
-Osman Efendi bu konuya girmeyelim istersen, pişman olursun sonra. Anladılar ne diyeceğimi ikisi de sustu. Sonra tekrar:
-Aman abiciğim ne olur, bize birkaç ay daha müsaade edin. Eşim akşam, sabah doğum yapacak. Kendisine gelme dedim ama, yürüyecek hali bile yok, zorla peşime takılıp geldi. Çok zor durumdayız. Şu kış günü doğacak çocuğumuz dışarda kalmasın!..
Halbuki Mayıs aylarının başındayız. Havalar da gayet güzel. İşte cebimde ki kalan paranın hepsi bu diyerek çıkarmaya çalışırken, para yerine ganyan biletleri etrafa saçıldı!..
Eşi;
-Tüh Allah belanı versin, hani bırakmıştın, hani bir daha oynamayacaktın diye bağırarak bir avuç tükrüğü yüzüne boşalttı!..
-Ama hayatım, biliyorsun. Bunlar cebimde kalmış, hepsi eski bak istersen, tövbe bıraktım...
Neyse ben bir şey yapamayacağımı, 15 günde icranın süre vereceğini, en geç bir ay içinde boşaltmalarını söyledim...
-Sayın abiciğim kızmazsan son bir şey diyeceğim.
De bakalım neymiş o son şey. Diyorum ki, mal sahibinin size verdiği Av. Ücretinin biz sana iki katını verelim!..
Duyduklarıma inanamadım sanki. Yüzüm gerildi, sinirden kıpkırmızı. Önümde ele geçirdiğim , bayağı da ağır olan bir kitabı tuttum, kaldırdım, tam suratının ortasına fırlatacağım sırada, yanın da eşi olduğu aklıma geldi. Vazgeçtim sonra!.
Ulan dürzü, ulan SÜLÜN OSMAN, sana rüşvet aldığımı kim söyledi?!. Madem ki bana verecek kadar paran var, git önce borcunu öde. Biraz şerefin varsa!...Kaybol gözümden. Hemen, hemen dedim ve yerimden hızlıca kalktım. Arkasına bakmadan kaçtı.
Hanımı;
-Aman ne olur, onun adına ben sizden çok özür dilerim, merhamet edin bize. Doğacak çocuğumuzun hatırı için ve daha bir sürü şey...
-Sen daha burda mısın hanım, hemen kaybol sende gözümden...
Hakyemez Osman, hak ettiği dersi aldı demiştim ki; salonun beş, on adım ötesinden, bir son hamle daha yapmak istedi.
‘’ Çok özür dilerim abim, sen bizi yanlış anladın...Sizin için çok iyi birisi demişlerdi...’’ Artık kızdığımı iyice belli ederek:
-Araştırdığın kişiler, aynı zamanda çok asabi olduğumu da söylediler mi?
Gittiklerinde biraz daha sakinleştim, ama tam değil. Hemen aklıma müvekkilin eşinin söyledikleri geldi. Kadının hamile olmadığını, zorla yürümesinin ve karnının şiş olmasının da numara olduğu şeklinde ki sözleri kulaklarımda çınladı.
Demek ki kendisi gibi,eşini de insanların dolandırmak için, çıraklıktan eğitime başlamış...
Kafamda şimşekler çaktı aniden. Camdan baktığımda bayağı gitmişlerdi. Hemen arkalarından ben de çıktım. Çaktırmadan önümde yürürlerken izledim.
Büroma nerdeyse topallayarak gelen kadın, birden bire dimdik olmuş biçimde doğrulup yürümeye başlamaz mı?! Allah, Allah bu nasıl iş demekten kendimi alamadım!..
Hakyemez Osman!! yolda sürekli bişeyler anlatıyor karısına. Sonra da amann, boş veerr manasında eliyle salla gitsin der gibi.
‘’...Onu bu sefer kafaya alamadık ama, bunun da çaresini buluruz...’’ dediği muhakkak gibi!.
Hemen karşı caddeye geçerek biraz yürüyüp onlarla karşılaşmış gibi yapmak istedim. Zaten lüzum da kalmadı. Dondurmacının yanında durduklarından biraz uzaktan iyice izledim.
Yanıma gelirken ellerinde poşet yoktu. Ama şimdi adamın elinde, içinde küçük bir su termoforuna benzeyen cinsten, tam yastık da değil ona benzeyen bir poşeti karısına verdiğini fark ettim. Kısa zamanda alışveriş de yapamazlardı. Kadının karnı da az önceki gibi şiş, miş değil, tam aksine dümdüzdü!..
Vay bee!..Allah, Allah dedim içimden, pes doğrusu. Gülsem mi, kızsam mı?
Durum anlaşıldı. Kendi kendime bayağı güldüm, güldüm geçtim. Yaman adammış, gerçekten üç kağıtçıymış!.. Kimseye de bir şey demedim. Onlara da görünmedim. Müvekkile iş bitmeden bir şey demek istemiyorum.
***
Evi tahliye etmesi için yasal sürenin dolmasına üç gün, ya var, ya yok. Telaşla müvekkille eşi tekrar geldiler. Eşi bu sefer biraz daha hırçın gibi.
-‘’...Osman sahtekarı evi boşaltmış gece yarısı, komşularımız söyledi. Ama perdeler hala duruyormuş. Allah razı olsun sizden, daha anahtarı, manahtarı da bırakmadı ama...’’
Hadi gözünüz aydın. Fakat daha üç gün kanuni süresi var, süre dolmadan evi zorla teslim alamayız. Siz bıraksanız bile artık ben bırakmam peşini dedim, kısaca da olayı anlattım.
Sonra birbirlerine baktılar, başladılar gülmeye. Ben de beraber gülüyoruz. Fakat bu olayı anlatınca bizim Selami Bey’e bir güven, bir moral geldi. İlk defa eşinin sözünü kesti...
-Ben demedim mi hanım? Bu adamın dolandırmak istemeyeceği hiç kimse olmaz. Selami Bey’in içini okudum.
'’...Bak ben, senin dediğin gibi ne aptalım ne de saf. Avukat Beyi bile dolandırmak isteyen, sana , bana ne yapmaz...’’ der gibi bir mutlulukla bana ve eşine baktı.
Eşi bu sefer, bu raundu kaybetmenin, altta kalmanın savunmasını yapamadığından, eşine söylediklerine karşı biraz mahcup olduğu belli gibi.
Geldiklerinden beri her randun galibi eşi. Bu sefer de elini havaya kaldırıp zıplayan Selami Bey olsun, ne var bunda?
Yok altta kalmak olmaz. Bir şeyler bulmalıydı.
Buldu da:
-Ama Avukat Bey, mahkeme tahliye kararını verdi, neden bekliyoruz diyerek, durumu kurtarmaya çalıştı. Ben anladığımı hissettirmedim...
-Evime zorla girdiler der. Şunu, bunu çaldılar falan iftira atar. Üç gün sonra, çilingiri çağırır iki tanıdık, bildik komşuyla birlikte gireriz. O da olmazsa İcrayı bekleriz. Bu iş bitti artık geriye dönüşü yok dedim...
***
Yok deyişimin üzerinde daha 12 saat geçmeden, sabahın köründe müvekkil ve eşinin beni beklediklerini gördüm.
-Hayırdır, bir sıkıntı yok inşallah dedim.
İkisi de tutulmuş , kolu kanatları kırılmış gibi. Sorma Avukat bey başımıza gelenleri, hiç sorma!..
Sakinleştirdim. Şimdi şunu baştan bana anlatın bakalım. Karısı sinirden konuşamıyor artık. Selami gördüklerimizi söylesin size...
- Sayın abi, sizi çok rahatsız ettik ama, durum bu, bu, bu şekilde. İnsanın inanası gelmiyor...
....
Kira kontratına tekrar baktım. Başkasına, rızası hilafına devir ve ciro edilemez yasağı var. Yapamaz, kesinlikle olmaz ve bunun müeyyidesi var, siz hiç merek etmeyin, hadi beraber gidelim bakalım dedim. Hem de suç duyurusunda bulunacağımı hatırlattım onlara...
×××
Eve geldik, kapı ağzına kadar açık, içinde iki usta , ellerinde boya fırçaları badana yapıyorlar. nerdeyse evin boyasının yarısı da bitmiş vaziyette yanlarında da beyefendiden birisi var.
İstanbul’a tayini yeni çıkan ve öğretmen olan gencin yüzü sapsarı. Ben de Matematik Öğretmeni olduğumu, meslektaşım sayıldığını söyledim, rahatlattım biraz kendisini. Korkusu kısmen geçti.
- Abi tayinim Sivas’tan buraya çıktı. Kiralık çok ev aradım, uygunundan bir türlü bulamadım. Üç gündür az ileride ki pansiyonda kalıyordum. Eşimi daha getiremedim. Beş, altı aylık hamile!..
-Ne ? Hamile mi, gerçekten mi diye sordum.
-Evet abi neden şaşırdınız öyle? Herkes birbirine baktı. Boş ver seninle ilgisi yok dedim...
-Bir çay ocağında otururken pansiyonun karşısında gezen. Osman beyle tanıştık.
"...Seni annen kadir gecesinde doğurmuş ki bana rastladın, Helal süt emmişsin. Elimde tertemiz kelepir bir daire var.
Madem ki Öğretmensin sana düşük fiyatla kiraya veririm. Ben Öğretmenleri çok sever, çok sayarım. İnan ki 3 ay peşin, 2 depozit verenler çok oldu ama hiç birini gözüm tutmadı.
Onların de vermek istediği kiranın yarısına veririm sana. Ama bir aylık peşin, bir aylık da depozit almak durumundayım.
Bir sorun çıkarsa gel Osman abinin yanına. Kapalı çarşıda hatırı sayılır esnafım. Kuyumcu dükkanım var. İşletiyorum, SARRAF OSMAN dedin mi herkes tanır beni..."
-Sarraf Osman ha?! Vay bee!
İyi ki İstanbul Emniyet Amiri olarak tanıtmamış kendini?
Alçak dallara da konmaz, bizim çulsuz
Kuyumcu Osman Haa?!
Dedim ve başladık artık gülmeye. Kimse tutamıyor kendini.
.......
......
- İyi ki çok severmiş Öğretmenleri bizim çulsuz kuyumcu. Ya bir de sevmeseydi dedim!.. Hepimiz tekrar başladık gülmeye...
Sarraf Osman Haa!?.
Şimdi de merhametli Osman!
Bu Osman var ya bu kuyumcu Osman, kendi çapında büyük adam...Büyük!...
Yazarın Diğer Yazıları
- İklim Anlaşması Ve İklim Kanunu Nedir. Tasarı İçindeki Tuzak Maddeler !... - 19 Nisan 2025
- Türk Devletler Teşkilatı - 08 Nisan 2025
- Hayırlı Cumalar Demekle, Cumalar Hayırlı Olmuyor... - 29 Mart 2025
- Türk Devletine Vatandaşlık Bağı İle Bağlı Olan Herkes Türk'tür. - 12 Mart 2025
- Ademi Merkeziyetçilik Nedir. - 01 Mart 2025
- Kur'anı Kerim'in İnsanlığa Verdiği Mesaj - 08 Şubat 2025
- "Kürt Sorunu" - 13 Ocak 2025
- Haşhaşiliğin Günümüz Kitlesel Hareketler Üzerindeki Etkileri - 01 Ocak 2025
- Yeşil Kuşak Projesinden, Büyük Ortadoğu Projesine - 12 Aralık 2024
- Tarih Bunların Hesabını Sorar Bir Gün... - 01 Aralık 2024
- Kılıçdaroğlu'nun Tarihe Hem Not, Hem İz Bırakan Manifestosu... - 25 Kasım 2024
- Hukuk, Din Ve Devletin Temeli Adalettir - 08 Kasım 2024
- Kırk Yıl Sonra Bir Arada Olmak - 29 Ekim 2024
- Sesi Kalıbından Kalın Adam - 05 Ekim 2024
- Mevsim Artık Sonbahar. - 24 Eylül 2024
- Malazgirt Zaferi, tüm Müslümanların zaferiymiş!.. - 28 Ağustos 2024
- AKP ve MHP' den Katliam Yasasına Onay Geldi. - 02 Ağustos 2024
- Sayın Özgür Özele Açık Mektup - 17 Mayıs 2024
- Yeni müfredat programı açıklandı. - 28 Nisan 2024
- Türkleri Orta Asya'ya Sürecekmiş!... - 16 Nisan 2024