Ne demişler?
Mermeri aşındıran suyun kuvveti, kudreti değil onun sabrı ve sürekliliğidir...
Çok değil daha bir yüzyıl önce devletlerin geleneksel politikaları ve hükümdarlar arasındaki rekabetler hadiselerin gidişatlarını belirleyen en önemli faktörlerdi.
Halk topluluklarının sesi fazla önemsenmemekteydi.
Fakat günümüzde halk topluluklarının sesi, devleti yönetenlerin hareket tarzlarını belirlemektedir.
Bu bakımdan içinde yaşadığımız çağ Kitleler çağıdır. Kitlelerin haklarını talep etme gittikçe yükselmektedir.
Kitle hareketlerine baktığımızda toplumların düşünme ve muhakeme etme kabiliyetleri ne kadar azsa, fiil ve harekete geçme kabiliyetleri ise o derece yüksektir.
Kitlelerin psikolojisi onların atılgan tabiatları üzerine kuruludur.
Kanun yapıcılar, kitlelerin ruhuna aykırı davranışlarda bulunduklarını, insanların sırf aklın emirlerine göre idare edilemeyeceklerini de anlayamadıklarında toplumsal çalkantıların önüne güç ve kuvvetle çıkmaları, etki-tepki prensibini doğurur...
Buradan da şu toplumsal gerçek doğar. Her tepki, her etkinin karşısında odaklanarak güçlenerek daha çok dirençleşir...
Toplumlar her zaman şuuraltlarının derinliklerine enjekte edilen tesirlerlerin etkisinde bulunarak gelişirler.
Toplumu meydana getiren ayrı, ayrı fertlerin sahip oldukları karakterlerden farklı olarak, bilinçli şahsiyetler ortadan silinerek, bütün birleşmiş fertlerin fikir ve istikametleri tek bir istikamete yönelir. Buna Psikoloji biliminde , "Kitlelerde ki zihniyetin tekleşmesi" denir...
Artık bu aşamadan sonra toplum bir uyarıcı ve yönlendirici tarafından her türlü manipülasyona açık hale gelmiş bir hedef sayılır.
Bu yüzden kitlelerin ruhu şahsiyetleşmiş ruh yapısından çıkmış, kolllektif bir ruh yapısına dönüşmüştür...
Şimdi Nepal'de gelişen toplumsal hadiselerin alt yapısına bakalım.
Nepalde ki olayların, sosyolojik ve psikolojik boyutlarının alt yapısı incelendiğinde, toplumsal gerçekler daha net ve daha gerçekçi anlaşılacaktır...
●●●
Nepal'de; bir avuç zenginlerin ve yöneticilerin, adaletsizlik, haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık, devlet mallarını talan ve yağmacılıklarından, dolayı, bıkan , usanan, yorulan, sabrı tükenerek fakirleşen halk kitlelerinin, devlet sarayını, yöneticilerin evlerini ateşe vermeleri, bazı bakanları çırılçıplak soyarak caddelerde teşhir etmeleri vatan hainliği mi oluyor, yoksa vatanlarını sahip çıkmak mı oluyor?..
Siz yorulmayın ben vereyim cevabını.
Tabi ki ikinci şık olacak.
Dünya tarihinde ki, halk ayaklanmalarında; iğneyi kendisine, çuvaldızı başkasına batırmayan elit tabakalar ve yarası olanlar bir avuç hükümranların savunmalarına baktığımızda ise:
Kamu görevlilerine orantısız ve meşru olmayan bir güç kullanımı hukuka uygun olmayacağını savunurlar...
Yani hukukçular bilir. Hakkın zorla alınması, " ...İhkak'ı hak yasağına girer..." demektedirler.
....
Hukuk yoksa adalet rafa kalkmışsa, halk açlıktan ölsün mü?!..
1789 meşhur Fransız İhtilali, 1917 Rus ihtilalleri halk ayaklanması değil miydi? O zamanlarda da, İhkak'ı hak yasağı yok muydu?
....
Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliğe karşı Nepal hakkının direnişi, tarihe geçecek şanlı bir direniştir...
Büyük çığlar, küçük bir kartopunun yuvarlana, yuvarlana birikerek büyümesinden oluşur...
Tıpkı devasa alevlerin, küçük kıvılcımlardan sıçrayarak büyümesi gibi...
Tarih, hiç bir kuvvetin ve saltanatın, zulümle abad olunamayacağını çok kereler yazmıştır...










