Türkiye’deki siyasetin kahve kültürü ve sokak kültüründen üst düzeye çıkamamasının sancılarını hala yaşamakta ve aşamadığını kendi kanaatime göre söylemek durumundayım. Ayrıntısına girmeyeceğim. Girsek te okunmayacağını bilenlerdenim.
Türkiye’nin zorlandığı problemlerin en başında köylerden ve kırsal kesimlerden şehirleşme zannettiğimiz aslen de şehirleşme olmayan demografik yapılaşmanın içinde saklıdır. Ne demek bu? Türkiye Cumhuriyetinin kültürel hamleleri, Atatürk’ten sonra siyasal hamlelerin önüne alınamamıştır.
Büyük kentlerin bilhassa varoşlarında meydana gelen parti ve siyaset tercihleri aynı köklerden beslenmektedir. Bu köklerin beslediği kültürel davranış, siyaseti birebir etkileyen en büyük motivasyon olarak karşımıza çıkmaktadır.
Demokrasinin yerine daha iyi bir rejim bulanamadığı için, hemen hemen tüm dünya ülkelerinde, siyaset biliminin önde gelen düşünürleri bu rejimi daha fazla nasıl güçlendirebiliriz diye kafa yormaktadırlar...
Demokrasiyi nasıl daha iyi kurallarıyla birlikte işleteceğiz sorusuna çözüm aranırken; demokrasi kültürü içinde olan, gelişmiş batı ülkelerinde bile bilhassa son yıllarda seçimlere katılma oranları çok düşmüştür.
Temsil durumu, bu gerçekler karşılığında matematiksel olarak çok düşük seviyelerde kalmaktadır. Bu demokratik olan tüm ülkelerin ortak sorunudur.
Bilhassa ülkemizde ‘’Z’’ kuşağı veya gençlerin oluşturduğu kuşak diyelim, kendilerini ‘politik özne’’ olarak görülmesinden rahatsızlık içindedir. Gençler siyasete inanmadıklarından,kendi geleceklerini o yapıların içinde görmediklerinden, politikanın ana yapısal özellikleriyle ilgilenmiyorlar.
Çünkü siyasetin kokuşmuşlukla, çürüdüğünü düşünmektedirler. Yeni yetişen kuşak, taassuptan ve bağnazlıktan uzak, ilmin verilerini ön plana çıkaran toplumumuzun elit diyeceğimiz bu kısmı, siyasete mesafeli yaklaşınca, demokrasi tam manasıyla bütün dinamikleriyle sahada işlemiyor.
Yönetenlerin, demokrasi kültürüne değer vermeden, kendilerini dışlanmakta olduğunu hisseden kitlelerle, yani merkezle, çevre arasındaki makas açıldığından, bir uçurum sorunu önem kazanmaktadır.
Bir yandan da siyaset dilinin kirlenmesi, karşı düşüncelere tahammülsüzlük, cepheleşme ve kutuplaşmadan beslenmek yönetenlerin geçici bir süre hoşlarına gitse de, Türk demokrasisinin gelişmesinin önünde büyük bir engeldir.
Temsi potansiyelini bünyesinde barındıran siyaset, kendi dışındaki kitleye sırtını dönerek, hiçbir taleplerine olumlu yaklaşmaması, Türk insanının demokrasiye olan güvenini sarsmaktadır...
Avrupa’nın 150-200 yıl önce tamamlamış olduğu kentleşmeyi, Türk toplumunun bugün bile hala tamamlayamamış olması da bir handikap olarak karşımıza çıkmaktadır.
Büyük kentlerde buluşan devasa kitlelerin, yüz yüze bıraktığı problemleri çözmek için , o kitlelerin hareketlerine bakarak Türkiye’deki demokrasi ve siyaset konularında çözüm arama çabasında oluyoruz.
***
Biraz daha iç politikaya yönelirsek:
Türkiye’deki politikacıların çok büyük kısmı, milletin çıkarlarından, farklı çıkarlara sahip olan kişilerdir. 80’ler öncesi siyasi yapılarda ki idealizm yok olmuştur. İdealist olanlar ise, şu veya bu şekilde dışlanmaya ya da günah keçisi olmaktadır.
Fedakarlık tek taraflı olduğunda alkış, karşı taraftan da beklendiğinde ihanet sayılmakta. Çoğu zaman koltuklar, milletin yüksek çıkarları için değil, kendini vekil etme çıkarları içindir. Siyasetin cüzdan ağırlığı, vicdan ağırlığının üstüne çıkmaktadır.
Sorumlu olan makamların duyarsızlıklarından, yapmak zorunda olduklarını yapmadıklarından bin kişi değil, yüz bin kişi bile ölse , mağdur olsa, kıyamet bile kopsa, istifa ve özür anlayışı demokrasi kültürümüzde henüz gelişmiş bir davranış şekli olmamıştır...
Semavi tanrı anlayışı bile olmayan, Hristiyan veya putperest olan çoğu ülkelerin yetkili makamları veya bakanları, bir köprünün halatının kopmasından, basit bir tren kazasından bile kendini sorumlu tutarak özür dileyip istifa edenlerin siyasi ahlak anlayışını bizim ülkemizde görmek mümkün değildir.
Siyasi ahlak bir tarafa, baştan başa kul haklarını korumayı, ahlak kurallarına uymayı emreden bir İslam dini gibi yüce bir dine inandıklarını söyleyen çoklarının, akıllarına bile gelmez bu tür erdemli davranışlar!...
Siyasi Ozmoz ( Eğilimlerin iç içe girmesi) sürecine giren Türk siyaseti kirlenmiş ve güvenilir olmaktan çıkmıştır.
Prensipleri için partilerini değiştirenlerden çok, partiler için prensiplerini ve ideallerini değiştirenler itibar görmektedir...
Ülkemizde çok az istisnai liderler dışında için geçerlidir bu. Düşünmeyen, sorgulamayan, irdelemeyen, eleştirmeyen kısaca insanların düşünmemesi, liderlere bahşedilmiş en büyük armağandır.
Hata yapmak insanlara özgüdür ve hatasız icraat ve düşüncede yoktur. Fakat liderlerin yaptıkları hataları görmemezlikten gelerek başkalarının ve karşıtlarının üzerine atmak ise, ülkemizde bir politik davranış biçimi olmuştur...
Öyle ki; yetersiz , çapsız ve ehliyetsiz olmasına rağmen tek özelliği, yalan, riya ve demagoji olan demagog siyasetçiler baş tacı edilmektedir.
En kuvvetli uyuşturucular, bu demagog tipi politikacıların ağızlarından çıkan kelimelerle halkın basiretleri bağlanarak, ipotek koyulmuş, vicdanlar esir alınmıştır.
Bi’at etmeye alıştırılmış toplum, öyle ya da böyle her olumsuz şartlara bile şükür etmeye alışması ve alıştırılması meziyet haline gelmiştir...
Ülkemizin politik geleneklerinde hemen hemen hiçbir şey kazayla olmamıştır. Olmuşsa öyle planlandığı için olmuştur. Bunların sonucunda, halkımızın çektiği sefalet ve içler acısı durumlara rağmen, insancıl tavırları, üst sınıf kalbur üstü kişilerin insanlığından daha çoktur...
Politikacılar, devletin ve milletin geleceğine ve bekasına ilişkin bu derece hatalar yaparken, rüşvetçi politikacıları, düzenbazları, hırsızları ve zaman zaman da hainleri seçen bir halkın hiç mi kabahati yoktur? Vardır, hem de çok!.. Bu tür halklar, siyasetçilerin hatalarına kurban olmuş değil, onların suç ortağı olmuş halklardır!..
Devleti yönetmek demek, devletin nimetlerini paylaşmak demek değildir..
Bir insanda veya bir toplumda sorumluluk duygusunun ortadan kalkması demek, o kişilerin ve gurupların, otoriteye boyun eğmelerinin en önemli sonuçları arasındadır.
Çünkü, siyasi liderlere ya da hükümetlere sadakat, ülkeye sadakat demek değildir. Ülkeler layık oldukları yöneticiler ve iktidarlarla yönetilirler...
İktidarlara oy veren toplum fertleri şunları düşünmek zorundadır. Güç her insanı yoldan çıkarır. Aşırı ve mutlak güç ise, hem insanı hem de yöneticileri ve iktidarları rayından çıkarır.
Bu yüzden bir toplumda ileriyi görenler ve geleceği bilip susanların vebali, hiç şüphesiz gerçekleri bilmeyip rast gele konuşup söyleyenlerin vebalinden daha da fazladır...
Ülke yönetimine talip olanların, milletin geleceğini tehlikeye atma hata ve lüksleri olamayacağından, aynı derecede tüm sorumluların ; ‘’...ya ben veya ben...’’ anlayışlarını terk etmenin bir erdem ve fazilet olduğunun bilincinde olmaları gerekir.
Şu veya bu partinin, A veya B kişisinin olup olmamasının, memleketimizin yüksek menfaatlerinin yanında hiçbir önemi yoktur...
Denklemi kurmak önemli olduğu kadar, onu çözmek veya çözmek için çaba sarfetmek te bir o kadar önemlidir...