Bu deyim, Osmanlıdan bize miras ve birçok sorunun kaynağını iki kelimeyle ifade edebilme yönüyle muhteşem bir kavramdır. Adam gibi görünen ama adam olmayanların elinde kalan bir imparatorluğun neden yıkıldığı da bu iki kelimede gizlidir.
Kaht-ı Rical, yani “Adam Kıtlığı”…
Daha eskilere gidersek de Diyojen’in yaklaşık 2300 yıl önce, gündüz vakti elinde fenerle dolaşırken, ne aradığını soranlara; “adam arıyorum, adam” dediği bilinir.
Sahabeler Devri’ne baktığımızda, adaletin incisi Hz. Ömer’in sahabelere, “Bana yardım ediniz” dediğinde, sahabelerin hepsi birden “Edelim Ya Ömer! Malımızla, mülkümüzle, paramızla nasıl istersen yardım edelim” dediklerinde, Hz. Ömer günümüzde birçoklarına ders olacak şu cevabı verir; “Hayır, hayır, bana her şeyden önce adam lazım, adam!”
Meşhur kıssadan hissedir; babasından “sen adam olmazsın!” azarı işiten evlat, bir gün vali olunca böbürlenip, babasını huzura, ayağına çağırtıp “bak ben vali oldum işte” dediğinde, babasından “ben sana vali olamazsın demedim, adam olmazsın dedim” şamarını yiyen evladın durumu da konumuzla direkt alakalıdır.
Osmanlı’yı yıkan, Diyojen’e gündüz vakti fenerle adam aratan, Hz Ömer’i naçar bırakan bu sorunun, nüfus sayımındaki kelle sayısında da sayılan adam kelimesinden farklı olarak, etik, dik duruş, zekâ, dürüstlük, şeref, onur, bilgi, tecrübe ve donanımı da ifade eden “adam” sayısıyla ilgili olduğu açıktır.
“Adam” olmak öyle bir şeydir ki; hata kabul etmez, pislik kaldırmaz, adamın adamı olmayı ise hiç kaldırmaz. Hele hele omurgasız olmayı, “pantolon giymiş dansöz” olmayı, kıvırtmayı asla kabul etmez. Adam dostuna da adamdır, düşmanına da adamdır, “kancıklık” etmez. Zekidir, “rüzgâr ekince fırtına biçeceğini” bilir. Adam; Allah’ın her insana nasibi oranında bahşettiği “rahmani zekâyla” düşünür ve onu geliştirmeye çalışır, şeytani zekânın esiri olmaz. Eline fırsat geçti diye etrafını ezmez, kişiliği güçlüdür, eksikliklerini bilir, hırslarına yenik düşmez. Övülmekten şımarmaz, eleştirilmekten gocunmaz. Çamura da düşse altın gibi değeri eksilmez.
Velhasıl, adam olmak biraz da nasip işidir. Koltukla, makamla pek olmaz.
Nobel ödüllü “DunningKruger Sendromu” Türkçeye “Kifayetsiz Muhterislik” olarak çevrilmiştir. Bu sendroma sahip insan, kendi kapasitesini değerlendirmekten ve eksikliğini teşhis etmekten acizdir. Ama asıl vahim olan, bu “yetersizlik + haddini bilmeme” kokteylinin, mesleki ve yükselme açısından, karşı koyulmaz bir itici güç oluşturmasıdır. Ülkemizde de kariyer açısından bir eksi olması gerekirken, artıya dönüşmektedir.
“Adam” olmadığı halde işinde çok iyi olduğuna yürekten inanan “yetersiz”, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve haddi olmayan görevlere talip olmaktan en küçük bir rahatsızlık duymamakta, aksine bunu bir “hak” olarak görmektedir.
Aklınıza tanıdığınız bu yapıdaki epeyce kişi geldi değil mi?
Birilerinin ya da bir yerlerin adamı olduğu için övünen ama adam olamadığı için üzülmeyen zevatları da adam zannetmek ise ya akıl tutulmasıdır ya da kendisi adam olmadığı için yapılan müzmin yalakalıktır.
Kaht-ı Rical’in tarihe geçecek örneklerini yaşadığımız bu günlerde etrafımızda adamlığın yanından geçmeyen, beleşten nemalanmak derdindeki epeyce zevat ta, ne melun olduklarını din-iman kisvesiyle gizleyerek arz-ı endam ediyorlar. Oysa bütün semavi olan ve olmayan dinlerde ilk kural “adam” olabilmektir, ondan sonra diğer emirler ve ibadetler gelir. Yani bir insan günde 500 rekât namaz kılmakla adam olmayabilir ama önce “adam” olursa ibadetini düzgün yapar, hakka, hukuka riayet eder, dinini düzgün yaşar.
Fakat “adamlık” önce “etik” gerektirir. İnsanın etik sahibi olması için de zekâ, bilgi birikimi ve kültür gerekir. Etik sahibi olmayan kişi dindar da olmaz. Etik, ahlak kuralları gibi değişken değildir, evrenseldir; zamana, menfaate, siyasal iktidarlara, amirlere, yetkililere göre değişmez, değiştirilemez.
Aynı şekilde, devrimci, ilerici veya liberal havalarında, kendisinin uymadığı hak-hukuk kavramlarını ağızında sakız etmeyle de “adam” olunmaz.
İşte bunlardan dolayı, "bozuk düzenin doğru parçaları" olmaya ve öyle kalmaya gayret eden “adamlar”, aslında sağlam sandığı birçok kişinin de bozuk düzene hemencecik ayak uydurup kokuştuğuna şahitlik eden insanlar olarak yaşamaya mahkûm olmuştur. Ama aynı zamanda bu mahkûmiyet, “adam” olmayanların anlayamayacağı bir özgürlüktür.
Peki, birçok devirde karşımıza çıkan Kaht-ı Rical gerçeği, gerçekten adam kıtlığından mı, yoksa başka sebeplerden mi sorun olmuştur?
Kaht-ı Rical’in sorun olduğu her dönemde aslında adam kıtlığı filan yoktu. Yanlış olan sadece adam seçimiydi. Adam çoktu ama etkili yerlere bir şekilde gelmiş olan ipin ucunu tutanlar, yanlışlarını doğru kabul edecek, emirlerinden çıkmayacak, kapılarına bağlayacak “finoları” yönetim kademlerine getirince ortalıkta adam kıtlığı oluşuyordu. Bunların meydana getirdiği tahribattan da bütün toplum etkileniyordu.
Zamanımızda da sorun bu değil mi sizce?