Etik terimi Yunanca "karakter" anlamına gelen "ethos" sözcüğünden türemiştir. Türkçede "etik" sözcüğü ve kavramı yanlış biçimde "ahlak" sözcüğüyle ve kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
İnsanlığın tarihi süreç içinde kendi kendine oluşturduğu, hiçbir yazılı metne dayanmayan kanunlara "etik ilkeler" denir. Birçok bilim dalına yansır. Bu kavram milattan önceden beri batılı filozoflarca tartışıla gelmiş, geliştirilmeye çalışılmışken, bizde ise son 30 yıldır üzerinde tartışılmaya başlanmış ve bunun boşluğu ahlakla doldurulmaya çalışılmış ama doldurulamamıştır.
Zaten doldurulması mümkün değildir, çünkü etik evrenseldir, ahlak ise yereldir. Etik ve ahlak aynı kaynaklardan beslenip birbirlerini etkilemelerine rağmen, "etik" belirli kişilerin ve gurupların, zamana göre kolayca değiştiremeyeceği, yozlaştıramayacağı "ilkeler" bütünü iken, "ahlak" yerel kişi ve grupların, inanışların, kültürlerin, zamana ve duruma göre değiştirebileceği "kurallar" bütünüdür.
Örneklendirip biraz açalım…
Mesela, açlık sınırı altında insan çalıştırmak bütün dünyada "etik dışı" iken, ülkemizde açlık sınırı altındaki asgari ücretle insan çalıştırmak "ahlaki" görülmektedir.
Atama ve yükselmelerde liyakat esasının olmaması "etik dışı" iken, ülkemizde çeşitli yöntemlere bu iş "ahlaki" hale getirilmektedir. İşin garip tarafı ise, "etik dışı" olarak görevlere getirilen bu insanlar diğer insanlar uysun diye "etik sözleşme" adı altında belgeler yayımlayıp, bunu da "ahlaki" görebilmekledirler.
Hukuk ise evrensel etik kuralları, ahlaki kuraları, yazılı kanunları da kapsayan bir geniş çaplı bir kavramdır. Dolayısıyla şu anda bize dayatılan yanlış hukuk algısında olduğu gibi kanunlar tek başına hukuk değildir. Bir durum kanuni olmayabilir, kanuni görünmeyebilir ama hukuki olabilir.
Mesela, verilmeyen haklarını almak için, çalışanların üretimden gelen gücünü kullanması, iş yavaşlatması, iş bırakması, sendikal eylemlere katılması, işveren lehine kanunlarla yasaklanmış, kanuna aykırı olabilir ama bu durum hukukidir.
Bazen de kanunlara uygun olan bazı durumların, kanunlara aykırı olsa da kamu yararı gözetilerek kısıtlanması da hukukidir. Ancak bu durum her zaman yönetim erkinin suiistimaline açıktır.
Örneğin, bu pandemi sürecinde kanunlara aykırı olmasına rağmen, kamu yararı gözetilerek insanlara yasaklar uygulanıp, iş yerleri kapatılıp, cenaze, düğün, toplantı gibi toplu etkinlikler kısıtlanırken, yönetim erkini elinde bulunduranların “labaleb” toplantılarında, bazı kişilerin cenaze ve düğünlerinde bu durum rahatça suiistimal edilebilmektedir.
İşte aslında burada eksik olan da etik, ahlak ve hukuktur.
Devlet, hukuk çerçevesinde yasalarla belirlenen şiddet kullanma hakkını elinde bulunduran yapıdır. Devleti yönetenlerce bu hak kullanılırken, etik, ahlak ve hukuk dışına çıkıldığı anda bir devlet yönetiminden ve meşruluktan söz edilemez. Devlet sistemiyle mafya sitemi arasındaki yegane fark budur.
Bir ülkede kanunların, kanun koyucuların ve uygulayıcıların, içinde evrensel etik değerleri ve ahlaki değerleri barındıran hukukla uyumu, aslında demokrasi denilen kavramın da temel taşını, özünü oluşturur. Bu uyum yoksa adalet de yoktur, demokrasi de yoktur, seçim sandığı, oy verme, “milli irade” filan da masal olur.
Hal böyle olunca da ülkenin yönetimiyle birlikte toplumsal parametreleri değişir; ekonomiden eğitime, sağlığa, adalete, ticarete, kamu düzenine kadar her alanda yozlaşma başlar; etik, ahlak ve hukuk kurallarının yozlaşmasıyla “gemisini yürüten kaptan” durumu ve bir nevi mafya düzeni ortaya çıkar. Gelinen ve gelinecek noktayı da anlatmaya gerek yok sanırım.