Fransız sosyolog Pierre Bordieu’nun sosyolojik çözümlemeye kazandırdığı "habitus" kavramını kısaca, bir kişinin hangi topluma, kültüre, gruba veya sosyal sınıfa ait olduğunu gösteren ve bakış, duruş, jest ve mimiklerle görünür biçimde bedene de yerleşen algılama, hissetme, düşünme, tutum ve davranış alışkanlıkları veya sosyal-kültürel tercih ve tavırlar birikimi olarak tanımlayabiliriz.
Aynı toplumsal sınıfa veya bir toplumsal sınıfın aynı katmanına ait insanlar genelde benzer kültürel eğilimler ve tercihler sergilerler; hoşlandıkları ve beğendikleri şeyler ve tarzlar birbirine benzer. Konuşma, bakış, yürüme ve gülme tarzları, yemek tercihleri, şaka ve mizah anlayışları, edebiyat, spor ve sanata ilgi duyma dereceleri ve ilgi duydukları alanlar; eğlenme, kıyafet, süslenme ve ev döşeme biçim ve tarzları birbirine çok benzer. Bu onların aynı “habitus”a sahip olması demektir.
Habitus, insanın aile ve yakın sosyal etkileşim çevresi içinde, daha sonra okul eğitiminde kazandığı ve içselleştirdiği algılama, düşünme, hareket, davranış ve edim kalıplarıdır. Zihinseldirler, fakat insanın üstüne sinerek bedene de “geçerler”, tarz olarak görünürler.
Benzer habitusa sahip insanlar hayatı benzer şekilde yaşarlar. Habitus insanlara toplumsal hiyerarşide aynı konumda olma, belirli bir gruba, grup içinde bir gruba veya toplumsal bir sınıfa ait olma duygusunu verir. Kültürlü, zarif, uygar veya zevk sahibi olmanın neleri içerdiği ve nasıl dışa vurulduğu, bir toplumda her zaman “saygın” egemen sınıflar tarafından belirlendiği için, üst sınıflar kendi habituslarını alt sınıflara karşı mesafe koymak için kullanır.
Bu şekilde toplumda sürekli olarak kültürel egemen üst sınıflarla kültürel olarak onlara benzemek isteyen alttan gelen “yeni yetmeler” veya “sonradan görmeler” arasında statü, üstünlük veya yer tutma savaşımları yaşanır. “Kültürel sermaye” “ekonomik sermaye”ye ulaşmada bir araç olabilir, fakat saygınlık, şöhret, toplumsal konum vb. etkenlerden oluşan “sembolik sermaye”yi arttırmak her zaman doğrudan ekonomik sermayeyle sağlanamayabilir.
Bunların yanında durumu ağırlaştıran birde iletişim sorunumuz vardır.
Sosyolojinin en önde gelen kuramcısı JurgenHebermas, toplumsal sorunların en büyük sebebini "sistematik olarak çarpıtılmış iletişim" olarak belirliyor ve teorisini bunun üzerine kuruyor.
Evet, bence de temel sorunumuz: "Sistematik olarak çarpıtılmış iletişim" kavramıdır.
Bu kavramın içinde; eleştiriye tahammülsüzlük, statü farkından dolayı baskı, sınıfsal baskılar, inanç baskıları, satın alınmış medya, haksız menfaat elde etme, kazanılmış menfaatin korunması, yalan rüzgarı, gri propaganda, fikir özgürlüğünün olmayışı, hukuki ve adli baskılar, cehaletin aydınlar üzerindeki mahalle baskısı vs. gibi kavramların hepsi var.
İşte bu baskılar altında çarpıtılmış iletişimle ortaya çıkan habitusun sorunun bizzat kendisi olması kaçınılmazdır.
Bu nedenle güç kazanmak isteyen insanlar duruma göre farklı ilişki kurma ve erişim stratejileriyle, sosyal ilişkiler ağını içeren “sosyal sermaye”leri de dahil farklı sermayelerini genişletmeye çalışırlar, fakat çoğunlukla strateji geliştirmede kendi habituslarının etkin olduğunun farkında değildirler.
Dolayısıyla, özellikle son 30 yılda dejenere olmuş, genel geçer olmayan, estetik ve etik değerlerin olmadığı veya aşındırıldığı, liyakat, bilgi, donanım, sorgulama ve aklın dışlandığı toplumda oluşan habitusla nereye varılır ve ne olunursa o olunuyor.