Birbirine aykırı kutuplar gibi görünen kapitalizm ve sosyalizmin ikisi birden insanlık için vazgeçilmezdir ve birbirine muhtaçtır. Bir ülkede bu iki sistem denge halinde ve beraber uygulanabiliyorsa huzur ve refahtan söz edilebilir.
Bu denge yoksa, mesela kapitalizm ağırlıktaysa sömürü düzeni var demektir. Üretim artmasına rağmen, bu üretim kapitale hâkim küçük bir azınlığın namı hesabına yapılırken, tüketim de bu küçük azınlığın kârını artıran, servetini katlayan bir faaliyet olarak ortaya çıkar. Böylece küçük azınlığın aşırı zenginleşmesi, servetin ve refahın tabandan tavana doğru sürekli pompalanması sonucu fakirleşen halk yığınları ve kölelik sisteminin oluşması kaçınılmazdır. Yani şu an yaşadığımız neoliberal ekonomik sitemin toplumu ve ülkeyi getirdiği sonuç gibi.
Sosyalizmin ağrılıkta olduğu bir sistemde ise, üretim düşecek, tembellik artacak, sosyal yardımlarla yaşamını sürdüren, hak etmediği hak ve değerleri emek sarf etmeden elde eden miskin, tembel, geri bir toplum oluşacaktır. Bu da sürdürülebilir bir sistem değildir. Bunun örneğini Doğu Almanlarda, Sovyetlerde ve bağlı devletlerde gördük.
Tezimiz, bir ülkede toplumun huzur ve refah içinde yaşayabilmesi için kapitalizm ve sosyalizmin denge halinde olması gerektiğiydi.
Peki, milliyetçilik bunun neresinde?
İşte milliyetçilik de bu iki sitemi denge halinde tutabilecek yegâne unsurdur ve daha önceliklidir. Çünkü bu iki sistemi denge halinde tutabilmek için özgür ve bağımsız olmanız gereklidir. Kendi ülkenizin ve milletinizin milliyetçisi olmadan, küresel baronlara, çok uluslu şirketlerin ülkenize müdahalesine ve vahşi kapitalizme karşı durabilmeniz mümkün olabilir mi?
Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyette yaptığı ve yapmaya çalıştığı, Türkiye’yi her şeye rağmen diğer Ortadoğu ülkelerinden daha farklı hale getiren buydu…
Duyar gibiyim birilerinin “Eeee dine ihtiyaç yok mu, din bunun neresinde?” dediğini veya da başka suçlayıcı cümleler kurduğunu.
Din, birileri istese de, istemese de her zaman bu sistemlerin içinde olacaktır. Ancak, bireysel inanış ve uygulamaları topluma hâkim kılmak amaçlı değil, evrensel etik değerleriyle bu sistemlerin içinde olduğu sürece toplumun mutluluğunu ve gelişimini sağlayabilecekken, aksi durum sistemi tıkayacak, geri kalmışlık, kan ve gözyaşı getirecektir. Şu anda coğrafyamızda yaşananlar gibi…
Alışıla geldiği üzere birileri bizi kafirlikle yaftalamadan, en azından ne dendiğini anlayanlar için biraz açalım bunu…
Dinin evrensel etik kuralları; yalan söylememek, aldatmamak, haram ve hak yememek, insanlara ve çevreye saygılı olmak, bilime ve gelişime önem vermek gibi kurallar iken, insanın başına neyi ne şekilde örteceği, sakalın hangi boyda olacağı, falanca şeyhin, din adamının en doğruyu söylediği, filanca mezhebin en iyi olduğu gibi kurallar ve sanılar da bireyseldir. İşte laiklik denilen kavram da, birilerinin çarpıtmasına ve insanları aldatmasına rağmen burada karşımıza çıkar, gereklidir ve bu iki tür yaklaşımı ayırt edebilmekle başlar. Bu ayırım yapılamıyorsa; şu anda bazı çevrelerde olduğu gibi, sırf kendisini bir dinin mensubu addettiği için etik değerlere ve ahlaka ihtiyacı yokmuş gibi gören kesimler ortaya çıkar ki hiçbir ekonomik ve sosyolojik sistemin bu durumu düzeltmeye gücü yetmez.