Öncelikle şu gerçeğin altını çizmek gerekir. Türkiye nüfusunun yaklaşık dörtte birini direk diğer kalanlarını ise dolaylı olarak ilgilendiren eğitim yalnızca Milli Eğitim Bakanlığının sorunu değildir. Bu konuda başta belediyeler olmak üzere devletin her kademesindeki kamu çalışanına, işçisine, çiftçisinden- çobanına, emeklisinden- esnafına herkesin ilgilendiği ve herkesin az veya çok sorumluluğunun olduğu bir alandır.
Bizler İstanbul özelinde bakacağız. Bakanlığın açıkladığı dört metrekareye bir öğrencinin düşeceği okulun olup olmadığına bakacağiz. Neden okullara alan birakilmadığına bakacağız ve okulları açın diyenlerin yarın sorunlar karşisında nasıl tavır takınacakları ihtimalini hatırlatacağiź.
İster istemez aklımıza geliyor ve yetkililere sormak istiyoruz. Ey Belediye başkanı neden senin bölgendeki okulların mevcutları üç bin beş bin civarındadır biliyor musun? Çünkü zamanında okul arsası bırakmadın, ya da küçük arsalar bıraktın. Okul yapılacak arsa olmadığı için Anadolu’da ki bir kasabalık nüfusu bir okula sığdırmak zorunda bıraktın.
Ey kayamakam; sen görevini yapıp gerekli uyarıları yaptın mı, hayır!.. Aman birkaç yıl durup gideceğim deyip durumu idare ederim dedin.
Peki, sen ey mahallenin çalımlı muhtarı, buranın eskisiyim diye övünen esnafı sen okul yeri konusunda bir girişimde bulundun mu? Hayır. Çünkü sen de ya gece kondu yeri sattın, ya da muhtar tapusuyla meraları sattın. Daha çok kişi gelsin daha çok para kazanayım derdine düştün. Ya da aman bana ne deyip belki okul için bırakılan yerin işgal edilmesine göz yumdun.
Peki, sen mahallenin sakini. Oğlum okuyacak, torunum okuyacak, akrabamın eşimin dostumun çocuğu yarın bu okullara gidecek. Geniş bahçeli okullar olsun, rahat oynasın koşsun onun için bahçeleri geniş okul yeri bırakılsın dedin mi hiç? Hayır demedin. Çünkü daha çok kaçak yer yapmanın derdine düştün. Bırak okulu, sokağı bile daraltmanın derdine düştün.
Şimdi İstanbul’un birçok yerinde bin metre kareyi geçmeyen bahçeler, apartman gibi dikilmiş beş altı katlı okullar ve bu okullarda binlerce öğrenci. Okulları açın açın diyorsunuz da Allah korusun yarın herhangi bir sıkıntı çıkarsa biliyoruz ya okul idaresini ya da öğretmeni suçlamaya başlayacaksınız. Kim bilir yeni corana magandaları türeyecek ve saldırı için bahaneler üretilecektir. Esasında bu kararı veren ağalar da televizyon ekranlarında endamı boy gösterecek suçlu arayacaktır.
Biz uyarımızı bir kez daha yapalım. Çocuğu hem okula çağırıyorsunuz hem de hasta edip eve gönderiyorsunuz diyecekler çıkacak ve gelip öğretmenden, idareciden hesap soranlar olacaktır. Esasında bu durumda bakanlığın yapacağı tek şey var. Çocuğunu okula göndermek isteyen her veliden mutlaka yazılı bir beyan almalıdır. Bu beyanda bilerek ve isteyerek çocuğumu okula gönderiyorum. Herhangi olumsuz bir durumla karşılaşıldığı zaman okulu, öğretmeni ve idareciyi mesul tutmayacağımı beyan ederim denilmelidir.
Sonuç olarak herkes okullar hakkında ahkam keserken sorumlu ortada yok gibi. Umarız ki vakalar azalır ve okullar sorunsuz bir şekilde açılır. Ancak yönetenler her zaman en kötü senaryoları da düşünmek zorundadırlar. Öyle görülüyor ki bakanlık kararını vermiş ve okulları açacaktır. Okulların açılacağı kanısına varmamızın iki nedeni vardır. Vakaların ne olduğuna bakılmaksızın bakan bey önceden ilan ettiği 24 Ağustos tarihi itibariyle öğretmenlerin 18 Eylül’e kadar kendi okullarında görevlerinin başında olmalarını istemiş ve bir hazırlık süreci başlatmıştır. Eğer mevcut şartlarda okullar açılırsa iki varsayımı düşünebiliriz. Birincisi evet vakalar azalmıyor ancak hastalığın ağır seyretme riskinin azaldığı yönünde yöneticilere bilgi verilmiştir. İkinci varsayım ise hayır hastalığın seyrinde herhangi bir değişiklik yok ancak bedeli ne olursa olsun okulları açacağız ve sonuçlarına da katlanacağız diye karar alınmıştır. Elbette bu da tercih meselesidir.