Evet, tarihlere baktığımızda 21. Yüzyıldayız. Uzay çağındayız, Marsa uydu gönderiyoruz, aya gidip gelmek neredeyse sıradanlaştı. Saatte kaç bin kilometre hız yapan roketlerden bahsediyoruz. Uzaydan bakınca falan aracın veya kişinin yerini tespit ediyor, anında yok ediyoruz. Telefonlara on bir, on iki isim veriyor ne kadar hafızaya sahip olduğunu sorguluyoruz, ancak kendi hafızamızdan bi haber, son teknolojileriyle övünüyoruz. Arabalar bilgisayarlı, evler akıllı, robotları bile akıllı yaptık. Gözle göremeyecek kadar küçük bir virüs geldi ve bütün dünyamızı altüst etti. Ancak ne hazindir ki 10-11. Yüzyıl alimi İbni Sinan’ın sirkeli suyundan ve sağlık reçetelerinde medet umar durumdayız.
Peki, gerçekten insanlığı esir alan virüs müydü yoksa insanlığın kendini çok üstün mahlûk olarak gören kibri mi? Ya da salt kazanma arzusu mu? Hâlbuki bize demişlerdi Nemrut’ ta çok güçlü sanıyordu kendisini ama bir sinek lavrasıyla başını taşa vura vura öldü diye. Fakat biz gülüp geçmiştik. Bizim hesabımız sinekle, virüsle değil diye kabadayı kabadayı dünyayı titrettiğimiz sanıyorduk. Kimimiz haykırınca yer yerinde oynar sanıyorduk. Yeryüzünde bile olmayan çok yükseklere dikmiştik gözümüzü. Hangi makamı verdilerse tatmin olmadık, hangi, kazancı edindiysek az bulduk. Doğayı katlettik, hiçbir canlıya acımadık. Sınırları kaldırdık koca dünyayı adeta bir devlet, hatta bir şehir haline getirdik.
Şöyle bir başımızı iki elimizin arasına alıp tefekkür edelim yahu Allah aşkına. Biz on birinci yüzyılda sağlık alanında bu kadar mesafe aldığımız halde geçen bin yıl içerisinde neden yerimizde saydık. Neden bilgisayar teknolojisine paralel bir sağlık teknolojisi geliştiremedik. Neden uzay çalışmaları hızında bir sağlık müdahalesi planlayamadık.
Çünkü kapitalist bir dünyada esas olan insanın sağlığına değil onun rahatına yönelik yatırım yapmak vardır. Günlük ihtiyaçlarını karşılayıp onun cebindeki parayı günlük olarak almak vardır. Yani mesele insanı yaşat ki devlet yaşasın noktasında bakılmadığı gibi insanı yaşat ki sermaye yaşasın penceresinde de bakılmadı.
Hami şehrinde Tapar adında bir Uygur Türk’ü Cengiz Han’ın girdiği her yerde insanları öldürmesine, yakıp yıkmasına dayanamaz ve onun karşısına dikilir. Siz aldığınız topraklardaki insanları öldürüyorsunuz insansız toprak ne işe yarar. Kim ekecek biçecek. Bunca askerinizi kim besleyecek, hiç olmasa insanları öldürmeyin diye nasihat eder. Cengiz Han adamı haklı bulur ve bundan sonra direnmeyen, teslim olanları öldürmeyin talimatı verir.
Şimdi eğer bu virüs insanları evine hapsettiyse ey sermaye sen ne halt edeceksin. Turizmin bitti, otellerin sinek avlayacak, giyecek sektörün çöktü, beyaz eşya aynı şekilde yerle bir. Emlaktan sanayinin birçok koluna kadar birçok şirket muhtemeldir ki havlu atacak ya da bu beladan önceki haline gelinceye kadar oldukça yorulacak, sıkıntı yaşayacaktır.
O halde siz sermayedarlar, kapitalistler, kompradörler, insanı sömüren tüm zevatlar artık aklınızı başınıza alın da esas sermayenizin insan olduğunun farkına varın. Bundan böyle yatırımlarınızı sağlık alanına yapın. Sağlık alanın da uzay teknolojisiyle boy ölçecek boyutta olmasını sağlayın. Yoksa maazallah Kovid gitti başka bir bela geldi ve insanların canı yeniden yanarsa ne insan kalır ne sermaye.
Sonuç olarak; bir bela bin nasihatten evladır diyor atalarımız. Umarız bundan sonra insanı eşrefi mahlûk görüp onu düşünmek onun sağlığını tüm diğer ihtiyaçlardan daha evla görmek tüm yönetenlerin, sermayenin ortak amacı olur. Onun için herkese düşen önce insan ve tabiki sağlık diyebilmektir veselam!...