Türkiye’de son açıklanan 2020 rakamlarına göre işçilerde sendikalaşma oranı %13,84 civarındadır. Memurlarda bu oran % 65 dolaylarındadır. Demek oluyor ki sendikalaşma oranı memurlarda işçilere oranla daha da yüksektir. İşçilerde oranın sendikalılık oranının düşüklüğü üç ayrı nedene bağlanabilir. Birincisi sendika yöneticilerinin bariz hataları, ikincisi işverenlerin baskıları, üçüncü neden ise siyasallaşma ve bununla birlikte yaşanan acılar.
Temelde demokrasi ve çok seslilik adına sivil toplum ve basın vazgeçilmez iki unsur olarak görünürler. Kuşkusuz sivil toplum üyelerinin hak ve menfaatlerini korumak için vardır. Ancak bunun yanında bizim gibi ülkelerde sosyal ve siyasal alanlarda da sözü olan kuruluşlardır. Üyelerinin bir kısmının da bu yönde talepleri vardır ya da bu beklentilerle üye olmuşlardır. Demek oluyor ki sendikalar üyelerinin ekonomik haklarının yanında sosyal anlamda ve siyasal anlamda dayanışma sağlamak zorundalar.
Bugün Memur sendikalarına üyelik oranlarının yüksekliği hiç kuşkusuz Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada yoğun seyreden siyasi tartışmaların, şehirleşmenin ve ekonomik şartların ağırlaşması önemli rol oynamaktadır.
Peki, memur sendikacılığının güven kaybetmemesi için ne yapılmalıdır. Elbette bu kadar kapsamlı alanlarda mücadele eden sendikalarda da zaman zaman şahsi çıkar ve menfaatlerini düşünen yönetimler görmek mümkündür. Yalnızca olumsuz örneklerden hareketle sendikaları karalamak kolaydır. Çünkü gerçekten çok sayıda örnek verilebilir. Sendikaları övmek istersek de bu olumsuz örneklerin mislice fazlasını sayabiliriz. Bir yerde bakacağınız çerçeve niyetinize göre yani namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz misali iyi işleri görmez hep kötü tarafından bakarsınız.
Peki, ne yapacağız? Yanlış işler içerisinde olan birkaç kişiye bakıp bir yerde camiye gelip hırsızlık yapan adama için camiyi terk mi edeceğiz? Ya da bir doktor yanlış teşhis koydu diye hastane ve doktorlara boykot mu uygulayacağız? Bir meslek gurubunda bir kişi çirkinlik yaptı diye tüm o mesleği töhmet altında mı bırakacağız? Elbette bunu yapmayacağız.
Ne yazık ki bireyselleşmenin ve ben merkezli, hatta daha bencil toplumsal sorunlardan uzaklaşan yalnızca kendi şahsını merkeze oturtan bir insan modeli oluşsa da tüm ileri demokrasilerin ihtiyacı olduğu gibi bizim de demokrasiyi daha ileriye taşıma mecburiyetimiz vardır. Bunun için de cemaate dayalı bir sivil toplum anlayışından ziyade cemiyete dayalı bir sivil toplum anlayışını ülkemizde yerleştirip geliştirmek zorundayız.
Elbette eksikler vardır, hatalar da vardır. Bu konuda sendikacılık yapan herkesin kendisini bir kez daha sorgulaması gerekir. Ancak bunun yolu sendikalara güvensizliği arttıracak söylemlerden değil tam aksine güveni arttıracak eylemlerden geçmektedir.
Sendikalardan memnun olmayanların veya memnun olunmaması için çaba gösterenlerin çoğunun kullandıkları ilk ifade sendika ne yapıyor ki, sorusudur. İkincisi ise sendika yöneticilerinin çok ücret aldıkları yönündeki sorulardır.
Birinci soru yani sendikalar ne yapıyor ki? Bununla ilgili her halde kitaplar yazılabilir. Öncelikle ülkemizin içinde geçtiği sürece rolünü iyi oynayan sendikaların bu ülkenin insanına hayat kaynağı olduğu görülecektir. Kpss yolsuzluğundan- sözleşmeli istihdam modeline, iş güvencesinden mülakat usulsüzlüğüne, uzmanlıktan- başarı belgesine, liyakatsiz atamalar karşı direnç gösterip idareci atamalarının sınavla yapılmasına, il içi özrü, il dışı özrü, mazeret atamaları, atanan sözleşmeli öğretmenlerin zorunlu görev sürelerinin 4+2 den 3+1 düşürülmesine, hastalığa dayalı tayin isteklerinin yerine getirilmesine kadar mesleki anlamda daha yüzlerce kazanım elde eden sendikal mücadele olmuştur!.
Sonuç olarak şu denilebilir ki; son yıllarda sendikal alanı yalnızca makam atlama tahtası olarak görenlerin aksine birçok sosyal, siyasal ve ekonomik alana müdahil olan millettin hak ve menfaatlerini koruma mücadelesi veren ve sonuçta hep haklı çıkan sendikal mücadeleyi görmek görüp doğru tercihi yapmak da Türk memuruna kalmıştır!..