Birinci Dünya Savaşından mağlup çıkan Osmanlının Serv Barış Antlaşmasıyla Türk Milletine biçilen ölüm fermanına boyun eğmek yerine milli mücadeleyi başlatmak üzere Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal’in 1915 yılında ifade ettiği önemli bir söylemiyle konunun önemini vurgulamaya çalışalım:
‘’ Özellikle bizim milletimiz, milliyetini bilmez görünmesinin çok acı cezalarını çekmiştir. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli toplumlar hep milli inançlara sarılarak, milliyet idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık.
Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmak lığımızmış. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak öncelikle bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olurlar…’’
***
19 Mayıs 1919, Türk milletinin, millî önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünde önce Milli Mücadele’yi kazanarak Kurtuluş’a, sonra Türkiye Cumhuriyeti devletini kurarak bağımsızlığa ve daha sonra da toplumun her alanında yapılan devrimlerle çağdaş hayata uzanan zaferler ve başarılarla dolu uzun, meşakkatli ve kutlu yolun başlangıcı ve ilk adımı olan bugünün derin mana ve önemini kavramak her Türk gencinin hafızasına nakşedilmelidir.
***
Birçok İslam ülkesinin emperyalist devletlerin sömürgesi altında olduğu bir dönemde; Kurtuluş Savaş’ını başlatarak hem Müslüman dünyasına umut ışığı olan hem de demokrasi, bağımsızlık, eşitlik ve kadın haklarını esas alan Cumhuriyet rejiminin kurucusu Ulu Önder Atatürk’e ve Cumhuriyet rejimine yönelik sistematik saldırıların yaşandığı günümüzde, değişmeyen bu Emperyal odakların bitmek bilmeyen aç gözlülüğünü, Ortadoğu’daki petrol ve doğal gaz rezervlerine karşı kabaran iştahlarını hayata geçirmek için çeşitli oyunlar içinde olduklarını görmekteyiz.
Yeniden çizilmek istenen haritalar, kontrol edilebilir kanton devletçikler… Irak, Libya ve Suriye’de olduğu gibi bir şekilde Türkiye’nin de yumuşak karnından işlenerek iç savaşa itilmesi senaryolarının hayata geçirilmek istendiğini görmekteyiz. Oyun kurucular aynı. Ortadoğu coğrafyasında o günlerde olduğu gibi niyetlerde değişen farklı bir şey var mı?
***
Balkanlardan Yemen çöllerine, Kafkaslardan Fiz an’a kadar cümle emperyalist güçlerle mücadele etmiş bu toprağın çocukları 2 milyon 600 bin şehit vermiş,
Siz bir de bu acı tablonun üzerine Rus- Ermeni ittifakı ile meydana gelen ocak sönmelerini, aile dramlarını ekleyin ve Anadolu Türk’ünün içinde bulunduğu trajediyi öyle hissetmeye çalışın…
Evet, ‘’Halife’’ vardır ve fakat Sarayından burnunu çıkartmamaktadır. Çünkü İstanbul, İngilizlerin işkâlı altındadır.
Anadolu’nun hemen her yanı Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar tarafından çiğnenmektedir. Buna bir müddet sonra Yunan çizmeler ide eklenecektir.
Türk milleti ve vatanının düşeceği bu hali gören bir tek kişi vardır, o da Mustafa Kemal’dir. Yönettiği ordulardan kurtarabildiği silahları ile birlikte Anadolu’ya çekilmiş, kendisi İstanbul’a geçerek, dirayetsiz ve ürkek Vahdettin’den Harbiye Nazırlığını koparıp ipleri ele alabilmek için Sara’ya damat olmayı bile istemişti. Saray ise Mustafa Kemal’den çekiniyor, Kazim Karabekir’e güveniyordu. Ve saray, güvenmediği Mustafa Kemal’i Anadolu’ya geçirmemek, İstanbul’da tutmak için her tedbire başvurmuştu. Mustafa Kemal bir yandan Saray, diğer yandan İngilizlerle görüşerek meşruiyet sınırları dâhilinde çözümler ararken, diğer yandan da, Anadolu’daki teşkilatlanmasını güçlendiriyor, hemen her ilde milli hassasiyetlerden emin olduğu eski silah arkadaşlarına ve onların tezkiye ettiği vali ve kaymakamlara Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurduruyor,’’Hattı müdafaa yoktur, sathi müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır’’ emrini vereceği günler için il il, ilçe ilçe, sokak sokak vatan savunmasının temellerini atıyordu.
Vatan savunması başladığında ise ‘’İstanbul’’ve ‘’Ankara’’diye iki başlılığı ortadan kaldırmak için ise, Vahdettin’den aldığı yetki ile İstanbul’u terk etmenin gerekliliğine inanmaktaydı.
Lakin Vahdettin’in Mustafa Kemal’i İstanbul’dan çıkartmak gibi bir niyeti yoktu, bunun böyle olmasını İngilizler de istemiyordu.
Çünkü Atatürk Londra ile irtibata geçmiş, İngiliz halkının Çanakkale Savaşlarındaki hezimet dolaysıyla hükümetlerinin Anadolu’da yeni bir maceraya girmesine kesinlikle karşı olduğunu öğrenmiş, hele bu maceranın Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal’e karşı ‘’yeniden’’ deneneceğini öğrendiğinde, zaten kalmayan halk desteğinin hepten ufalanacağını çok iyi görmüştü.
Onun için Vahdettin ve İngilizler Mustafa Kemal’i İstanbul’da Tutmak istedi. Neticede Vahdettin, Anadolu’yu İstanbul’da iken karış karış teşkilatlandırıp Kuvay-ı Milliye ruhunu şaha kaldıran Mustafa Kemal’i teskin etmek gibi bir görevle, İstanbul’dan çıkartmaya mecbur kaldı. Ona bunu icbar eden bizzat Mustafa Kemal’dir. İngilizler, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya ne niyetle geçtiğini bildikleri için onu durdurmaya çalışmış ama başaramamıştır. Zaten Mustafa Kemal’de, Bandırma vapuru kaptanına, böyle bir tehlike olduğunda en yakın yerde gemiyi karaya oturtma talimatı vermiştir. Geminin karaya oturması demek Mustafa Kemal’in Samsun’a olmasa bile herhangi bir noktada Anadolu’ya ayak basması demektir. Anadolu ise, İstanbul’da yapılan Teşkilatlanma vesilesiyle zaten Mustafa Kemal’i beklemektedir.
***
Gelelim halifelik meselesine. Bu işi bilen Müslümanlar ‘’Hilafetin’’kılıç gücüyle değil ‘’Velayet yoluyla’’olduğunu bildiğinden, hilafetin kaldırılması konusunda hiç ses çıkartmamışlardır.
Halk ise, İstanbul’da oturan Halife’nin yediği önünde yemediği ardında bir hayat yaşarken, mesela Vahdettin’in aylık masrafının 80 milyar lirayı bulduğu o yıllarda ‘’kuruşa’’ hasret kalmakta, açlıktan, salgın hastalıklardan ölmekte, öküzünün teki yerine boyunduruğu kadınını koşmaktadır. Toprağa atacak tohumu, sofraya koyacak ekmeği yoktur.
Meşe palamutları öğütenler, kabuk yiyenler… Sultan ve onun Anadolu’daki temsilcileri olan devlet yöneticilerinin baklava börek, kuzu tavuk yemelerini, onlar yutarken kendilerinin yutkunmasını içine sindirememiş Mustafa Kemal’i bağırlarına basmıştır.
Neticesi de kısa sürede tarlalardan traktör seslerinin gelmesi, fabrikaların açılması, uçak üretiminin bile başarılmasıdır.
*** Yani ‘’Atatürklük’’seçim kazanmakla olmuyor. Atatürk olmak için böyle bir mazi mecburiyeti var vesselam…
***
Parçası olduğumuz Ortadoğu Coğrafyası üzerinde, dün olduğu gibi, bugün de emperyalist güçlerin/ küresel işbirlikçilerinin yerli işbirlikçileriyle birlikte milyonların kanını akıtan, insanlarını denizlerde boğulmaya, yok olmaya mahkûm eden çirkin oyunlarının içinde değilsek ve olmayacaksak eğer; Başbuğ Atatürk’ün koyduğu ana ilke, ‘’yurtta sulh, cihanda sulh’’sözünün devlet hayatımızın öznesi olduğunu, bu netameli coğrafyamızda insan onurunu hiçe sayarak hayata geçirilmeye çalışılan senaryolara bakınca bir daha yaşayarak görmekteyiz.
Sürdürülebilir kalıcı sulhun/ barışın ise, ekonomik, iktisadi, sosyal, askeri her yönüyle devletimizin güçlü kalmasından, ulusal birlik ve bütünlüğünün sağlanmasından geçtiğini tarihi tecrübelerimizden görmekteyiz.
***
O eşsiz liderin, günümüzün sandıktan çıkmış siyasi muktedirlerini disiplinsize edecek temel sorumluluklarını vurgulayarak ders veren uyarısıyla yazımızı taçlandıralım:
‘’ Bir millette, özellikle bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa, memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz bir sondur’’.
‘’Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.’’
***
98. YILINDA 19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMIMIZ TÜRK MİLLETİNE KUTLU OLSUN.