Öncelikle şunu belirtelim ki, hiçbir kimsenin yazdıklarına, düşüncelerine ön yargılı değiliz. Sorulmayan veya aydınlanamayan konulara cevap aramak, doğru olanların ise sonuna kadar yanında olmak, kapalı ve muamma halinde kalmış konuları araştırmak ve uzmanlarından öğrenmek her düşünen kişinin hakkıdır.
Eleştiri, hatta öz eleştiri sınırları dahilinde kalarak, bilmediklerini sorma, araştırma ve öğrenme de herkesin hakkıdır. Bunun içinde öncelik olarak, şahısların iletişim kanallarının ve ufuk pencerelerinin kendi inandıkları doğruların dışında da, daha başka doğruların da olabileceği ve ön yargıdan uzak tartışma ve araştırma kültürünün açık olmasıyla da bire bir ilgilidir.
Bu alemde, sorgulanamaz, yargılanamaz, tartışılmaz hiçbir varlık yoktur. Hiç kimse de dokunulmaz değildir.
Tanrıdan vahiy alan Peygamberler dışında, en akılsızından, en alimine kadar tüm kişiler bu halkanın içindedir.
Konuya şöyle başlayalım:
Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz (SAV) bile Kur’an da geçen ABESE SURESİNDE neden ikaz edilmiştir anlamaya çalışalım.
(1) Yüzünü ekşitip başını çevirdi. - (2) Görme engelli o kişi geldi diye. – (3) Ama (ey Peygamber) Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı. – (4) Yahut o bir öğüt alacak, o öğüt kendisine fayda verecekti. - (5-6) Sen ise kendini her bakımdan ihtiyaçsız görenle ilgileniyorsun. - (7) Onun arınmasından sen sorumlu tutulmayacaksın ki, - (8- 10) gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana geleni umursamıyorsun!...
.....
Kur’an Yolu Tefsirinde bu konu şöyle açıklanır:
Bir gün Allah Resulü, Kureyş’in bazı ileri gelenlerine İslam’ı anlatmaktaydı. O sırada yanına daha önceden Müslüman olmuş gözleri görmeyen ama sahabi Ümm-i Mektum geldi. Peygamberimize, Allah’ın kendisine bildirdiği hakikatlerden bazı şeyler öğrenmek istediğini söyledi.
Fakat görüşmekte olduğu Kureyş’in ileri gelenlerini ikna ile meşgul bulunan Efendimiz, onunla gerektiği şekilde ilgilenemedi. Ümm-i Mektum’un talebini ısrarla tekrar etmesi üzerine de yüzünü biraz ekşitti. Bunun üzerine bu ayeti kerimeler indi...
Kısaca ayetin nüzul sebepleri olarak; Peygamberimiz İslam’ı tebliğ ederken dikkatten kaçırdığı önemli bir husus hakkında ikaz edildiği anlaşılıyor. O da tebliğ ettiği muhatabın durumudur. Bu bakımdan insanlar iki guruba ayrılır.
Bir kısmı doğru yolu bulabilmek için çalışır, gayret gösterir, koştururlar. Sapıklığa düşmemek için Allah’tan korkarlar. Bir kısmı da kendilerini Allah’a ve Peygambere muhtaç görmezler. Onun için tebliğciyi dinlemeye tenezzül etmezler. Sanki doğru yolu bulmaya ihtiyaçları yokmuş gibi... ( Konu hakkında fazla bilgi edinmek isteyenler Kur’an Tefsirlerine bakabilirler)
Bu kadar geniş izahattan sonra gelelim tekrar asıl konumuza:
☆☆☆
Cenab’ı Allah, iki cihan serveri Sevgili Peygamberini bile bir konuda eleştirir ve ikaz ederken, fani dünyada ise bazı kişilerin, cemaat ve tarikatların, mürşit saydıkları önderleri şeyh, seyyid, mürşit, gavs gibi sıfatla adlandırılanların, günümüzde adeta putlaştırıldığı ve nerdeyse yarı tanrı yerine koydukları, hatta bazı sapkın tarikatlarda ise putlaştırdıkları görülüyor.
Şeyhlerin, seyyidlerin, mürşitlerin her neyse kesinlikle eleştirilmez, hatasız ve günahsız oldukları, Peygamberin bile önüne geçirdikleri görülmektedir.
Karşılaştığımız, görüştüğümüz ve konuştuğumuz SAİDİ NURSİ (Bediüzzaman) taraftarlarının bir çoğunda da Said’i Nursi’nin eleştirilmez, hatasız, kendisine soru sorulmaz, sadece dinlenir, ne demiş ve neyi kabul etmişse gökten indirilen ayetlermiş gibi kabul edilen bir görüş birliği içinde olduklarını söyleyebiliriz. Bu tartışılmazlık ve eleştirilmezlik yönüyle günümüz merdiven altı tarikat ve cemaat anlayışı ile ortak yönleri mevcuttur...
Fakat tüm bunlara rağmen, Said Nursi ve Nurculuk taraftarlarının, günümüzdeki tarikat ve cemaat yapılanmalarından hem ahlaken, hem davranış , hem ilim erbabı olarak mukayese edilemeyecek kadar farklı ve müspet anlayışta olduklarını da söylemek vazifemizdir. Zaten Nurculuk anlayışı, tam olarak günümüzdeki cemaat ve tarikatçılık anlayışını yansıtmaz...
Konuyu, konunun uzmanı rahmetli Prof. D Zekeriya Beyaz’ın, ‘’ Kendi Belgeleriyle Said Nursi ve Nurculuk, Sancak Yayınları’’ Kitabından alıntılarla ve faydalanarak yazmaya çalışacağım.
Prof. Dr. Zekeriya Beyaz Hoca adı geçen kitapta soruyor. Esasen sorular çok, fakat en önemlileri şu şekilde.
1- Neden Said Nursi değildir de Said Norsi’dir?
2- Said Norsi kitapları için ve bizim de üzerine durduğumuz, ‘’ BANA YAZDIRILDI, KALBİME DENİLDİ Kİ’’ diyor. O halde Norsi’ye VAHİY mi GELDİ GELİYORDU?!!!.
3- Said Norsi yalancı peygamber miydi? Yoksa akıl hastası mıydı?
4- Said Norsi’nin kitaplarında Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu açıklayan bir cümle ve gören var mı?
5- Said Norsi hakkında halkımız neden ve nasıl aldatıldı?.
6- Diyanet İşleri Başkanlığı, Said Norsi’nin kitapları hakkında hazırlamakta olduğu raporu yıllardan beri neden bitirmiyor, bitirdi ise neden açıklamıyor?
.........
.........
Sağlığında çok kıymeti bilinmeyen Zekeriya Beyaz hocamızın bu tür ve buna benzer soruları uzayıp gidiyor.
Bu güne kadar kimsenin söylemeye cesaret edemediği gerçekleri ve Said Nursi ve Nurcuların, Fetullah Gülen (FETÖ) ve cemaatinin temel dini inançlarındaki sakatlık ve sapkınlıkları kendi belgeleriyle açıklamaktadır. ( Nur içerisinde yatsın)
***
Bilindiği gibi; 16. Temmuz 2015 tarihinde darbe teşebbüsüyle anayasal düzeni devirmeye, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmaya, Türkiye’yi ABD’nin bir eyaleti yapmak maksadıyla darbe teşebbüsünde bulunan , dinler arası diyalogcu FETÖ denilen Fethullah Gülen’in inancı ve yaşantısıyla bilinçli olarak Said Norsi’nin yolundadır.
Çünkü Fethullah Gülen Said Norsi’nin eserlerini yani Risale’i Nur adlı kitaplarını iyice anlayabilecek derecede dini bilgisi olan bir kimsedir.
F. Gülen (Fetö) doğru ve yanlış, sakat ve sapkın görüşleri tamamen benimsemiştir. Fetö’nün Said Norsi’yi ve eserlerini öven ve yücelten çok sayıda konuşmaları, videoları, ve yazıları bulunmaktadır. Hatta Gülen’in, Said Norsi’nin fikirlerinden başka, İslam dışı ruhbanlık hayatını aynen taklit ederek hiç evlenmemiştir Said Norsi ve Rahipler gibi dünya malı edinmemiş, hiç mal almamış, tapuya sahip olmamıştır... ( age s.12)
Said Norsi’nin, Arapça ‘’ SAYKAL-ÜL İSLAM’’ kitabı hakkında Zekeriya Hoca şunlar demektedir: ‘’...Bu kitabı bana o yıllarda bir Güneydoğulu hoca vermişti. Arapça olan bu kitabı biraz da Arapçamı geliştirmek için iyice okudum. Kitapta bugünkü ifadeyle çokça etnik Kürtçülük yapılıyordu.’’ (age.s.20)
Fakat daha sonra Said’i Nursi’nin risalelerinde ise Türkleri övmekte ve ırkçılık aleyhine de yazdığı yazıların da olduğunu söylemek zorundayız..
‘’ KALBİME İHTAR EDİLDİ, DENİLDİ Kİ...’’ ŞEKLİNDE Kİ
GAİPTEN HABER ALMA BELGELERİ
Said Nursi diyor ki:
1- ‘’ birden bir ihtar-ı gaybi gibi kalbime denildi ki; İmam-ı Ali radıyallahü anh Risale-i Nur ile çok meşguldür. (Sikke-i Tastik_i Gaybi. S.111)
2- Hatırıma geldi ve manen denildi ki... (Sikke-i Tastik-i Gaybi. S.177)
3- Kalbime denildi ki:...( Kastamonu Lahikası 26)
4- Gelen cevap manevi canipten geldi. Bana denildi ki..(Kastamonu Lahikası. S.20)
5- Birden bir ihtar-ı gaybi ile kanaat verecek bir surette kalbime geldi. Denildi ki: (Kastamonu Lahikası. S.26)
6- Rahim olan Allah benim kalbimin imdadına yetişti. Manen denildi ki; (Katamonu Lahikası. S.220)
7-Bir gece görmediğim bir itab, bir tazp suretiyle manevi bir şiddetle ihtar ile denildi ki: (Emirdağ:1.s.231)
8- Birden ihtar edilen bir mesel-i mühime: (Lemalar. S.188)
9- Şiddetli bir ihtar ile kalbime geldi ki...(Lemalar. S.189)
10- Size dört meseleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi. (Emirdağ 1. S. 80)
11-Kalbime ihtar edildi . Ben de mecbur oldum yazmaya. (Asa-yı Musa. S.88)
12-Birden bir ihtar-ı gaybi gibi kalbime denildi. İmam-ı Ali (Yani Hz Ali) Nur ile çok meşguldür.( Şualar. s. 726)
13-Manevi bir ihtar ile bir iki ince meseleyi size yazıyorum. (Kastamonu Lahikası. S. 23)
14- Size dört meseleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi. ( Emirdağ I. S.84)
.........
.........
SAİD NURSİ’YE VAHİY Mİ GELDİ!?...
Görüldüğü üzere, Risal-i Nur belgelerinden örtülü ve dolaylı olarak kendisine sanki VAHİY GELDİĞİNİ İDDİA ETTİĞİ ANLAŞILIYOR ‘’ Bana gaipten ihtar edildi, kalbime denildi ki gibi cümleler son derece önemlidir.
Öyle geçiştirilecek cümleler değildir. Said-i Nursi, kalbine ihtar edilip, bu bilgileri verenlerin kim olduğunu açıklamıyor. Eğer kendisine ihtar edilip bilgiler verenin kim olduğunu açıklamış olsaydı, kendisinin ve eserlerinin değerleri daha iyi anlaşılır, daha büyük önem ve açıklık kazanırdı.
Şimdi belki de haklı olarak bazıları diyecek ki; ‘’...Herkesin kalbine bazen aniden bir şey gelebildiği gibi, Said Nursi’nin kalbine de aniden bazı şeyler gelmiş olamaz mı? Bunda yadırganacak ne var?
Bu şekilde düşünenlere şunu demek istiyoruz. Said Nursi, doğrudan, direk olarak risalelerinin çok yerinde aynı tabirleri kullanarak; ‘’ İHTAR EDİLDİ VE DENİLDİ Kİ, KALBİME İLHAM EDİLDİ
Kİ...’’ diyor. Bu ifadeler kapalı ve muammadır. Bu ifadeler de açıkça TEVİL DURUMU var gibidir. Yani söylenilen sözün ve davranışın görünür anlamından çıkıp başka bir anlam yüklenmiş gibidir.
‘’Denildi ki, ihtar edildi ki...’’ sözleri hemen insanın kalbine doğan bir şey değil, bizzat bir başkası tarafından bir şey söylenmiş anlamı yüklenmiş tabirlerdir. Yani, bunları diyen kimdir? Merak ettiğimiz soru bu. Eğer bunları diyen bir melek ise o zaman bu VAHİY demektir açıklaması akla geliyor. Ya da başka bir varlık mıdır? Risalelerde birkaç yerde geçen bir söz olmadığından bir çok yerde aynı ifade kullanıldığına göre, okuyucuların ya da müritlerinin bunu anlama ve öğrenme hakkı vardır.
Ama o dergahların en önemli kuralı, ‘’ Burada soru sorulmaz...’’ Peki soru sorulmadan nasıl öğrenilecek. Yoksa Gaipten mi bildiriler gelmektedir. En önemlisi de bu ihtarlar kulağa söylenmiyor. Doğrudan kalbe söylenmesidir!.. Düşünen her aklın bunları sorması ve öğrenmek istemesi en doğal haktır...
PEYGAMBERLİK İDDİASI MI VAR !?
130 küsur parçadan oluşan Risale-i Nur külliyatının hiçbir yerinde Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) son peygamber olduğuna ve daha başka Peygamber gelmeyeceğine dair tek bir söz ve tek bir cümle yoktur.
Halbuki Said Nursi’ye göre risaleler en yüce, en geçerli bir Kur’an tefsiriydi?! Madem ki risaleler bütün İslami ilimleri kendisinde toplamış ve açıklıyordu? O zaman nasıl olurdu böylesine bir Kur’an tefsirinin içinde Peygamberimizin son Peygamber olduğundan neden hiç bahsedilmemiştir!?.
Kalbine ilham edildiğini ve ‘’ size şunları söylemem ihtar edildi ve emredildi...’’ diyor. O zaman anlaşılıyor ki kendisi de tıpkı Peygamberlik makamı gibi bu durumda ARACI MI YANİ İHTAR EDENİN ELÇİSİ Mİ OLUYOR?. Bu durumda insan ister istemez, Said Nursi kendisine VAHİY GELDİĞİNİ Mİ bildirmek istemektedir diye düşünüyor...
Said Nursi’ye o ihtarları yapan ve bilgi verenin bazen de ölmüş kimselerin durumlarını da bildiriyormuş. Daha açık ifadeyle 1400 sene şehit edilmiş Hz Ali’nin, Risale’i Nur kitapları ile çok meşgul olduğu, kendisine gaipten gelen bir ihtar ile bildirilmiş!?.. Bunun manası şu demektir. Demek ki Hz Ali şu anda dünyada olup bitenleri biliyor, ilgileniyor, dünyanın bir takım işlerine karışıyormuş ve bu yüzden risalelerle de çok meşgul oluyormuş!!.. (age. s.254)
SAİD NURSİ HZ ALİ VE EVLİYALARIN KENDİ
RİSALELERİNDEN HABER VERDİĞİNİ İDDİA EDİYOR!.
Hz Ali ve Abdülkadir Geylani,kendi eserlerinde Said Nursi’nin geleceğini haber verdikleri, kitaplarını tastik edip övdükleri iddia edilmektedir.
Teamül olarak AYET kelimesi Kur’an-ı Kerimin bölümleri için kullanılır ve hiçbir İslam alimi kendi yazdıkları eserlerinde ki bölümlere AYET ismini vermez. Müslümanlar kendi yazdıklarına ayet diyenlere ya sapık ya da deli kabul ederler. Oysa ki Said Nursi kendi yazdığı bir risaleye AYET’ÜL KÜBRA demektedir. Yani en büyük ayet demek. Bu ismi de kendisi değil 1400 yıl önce şehit olan Hz Ali’nin bu ismi verdiğini söylüyor. Kendi risalelerinin de Kur’anın bir ışık yansıması olduğunu iddia ediyor.
Said Nursi diyor ki: ‘’ Bir kısım risaleler iradem dışında yazdığım gibi, Risale-i Nur’un önemini anlatmakta da iradem dışında olmak hükmündeyim. Hz. Ali’nin Ayet’ül Kübra yani en büyük ayet adını verdiği ‘Yedinci Şua’ risalesini yazmakta çok zahmet çektiğime bir acele mükafat olarak, bir kabul olunmuş işareti olarak ve teşvik sebebi olarak bu, CELCELUTİYE kerameti, yani olağanüstü olayı, ilahi yardım tarafından verildiğine şüphem kalmamıştır. Allah’ın nimetini anmak olarak ‘Sekizinci şua’ olarak yazdım. Yoksa haşre dair mühim bir ayetin mucizeli olan delillerini yazacaktım. ( Şualar.s. 572)
Prof. Dr Zekeriya Beyaz Hocanın bu konu hakkındaki değerlendirmesi ise şöyle:
a) ‘’....Said Norsi bir kısım risaleleri iradem dışında yazdığım gibi Hz. Ali’nin adını Ayet’ül Kübra yani en büyük ayet olarak koyduğu Yedinci Şua’yı iradem dışında yazdım diyor ve Risale’i Nur’un önemini anlatmamda iradem dışı hükmündeyim diyor.
b) İhtiyarınız, iradeniz dışında nasıl yazdınız? Bir insan iradesi dışında bir şey yazamayacağına göre, size bunu kim yazdırdı?
......
c) Yedinci Şua risalesini yazmakta çok zahmet çekmiş, ona mükafat ve teşlvik olarak bir ilahi yardım yapılmış. Bu yardım Hz Ali’nin Celcelutiye kerameti imiş, Hz. Ali Celcelutiye kasidesinde, Said Nursi’nin yazdığı yedinci Şua risalesine Ayet’ül Kübra adını o vermiş.. 1400 sene önce Hz Ali’nin yazdığı kasidesinde kendisinin Yedinci Şuasına Ayet’ül Kübra adını verdiğini nasıl anlamış. ( Yani bu demek oluyor ki Hz. Ali 1400 sene önceden Said Nursi’den bahsetmiş!!..) (s.183 vd)
Said Nursi Tarihçe-i Hayat. S.267) şunları demek istiyor:
‘’ Risale’i Nur’un kıymetini Hz Ali’nin ve Abdülkadir Geylani’nin haber vermeleri çeşidinden, Kur’an-ı Kerim’inde Risale’i Nur’un kıymetine ve değerine işaret etmesi Kur’an-ı Kerim’in mucizesinin gereğindedir.
Demek istiyor ki, kısacası, hem Hz Ali ve Abdülkadir Geylani hem de Kur’an-ı Kerim Said Norsi ve Risal’i Nur’un kıymetini ve değerini işaret etmişler ve bildirmişler diyor...
Şimdi sormak lazım. İslam’da şeyhlerin veya evliya denilen kişilerin gaibi bilmeleri mümkün değildir. Bu hem büyük bir yanlış hemde insanı ŞİRKE götürür. Çünkü gaibi bilme özelliği sadece Allah’a aittir. Allah bu özelliği rahmet olarak yarattığı Peygamberimize bile ihsan etmemiştir, vermemiştir.