(Önceki yazımın kaldığı yerden devam)
Ülkemiz insanları, ‘’ İslam ‘’ denilince ister istemez bir duraklama içine girerler. Çünkü İslam, her türlü değerin, her türlü kavramın üstünde ve bir yerlere yamanamayacak ulvi düşünce ve değerlerin en üstün olanıdır.
Din adına dini savunurken, Müslümanların hal ve hareketlerine bakarak İslâm hakkında karar verilmesi son derece yanlıştır.
İslamiyet, kendi adına yapılan yanlışlıkların ve İslami yorum yapanların çelişkilerinin öznesi de, nesnesi de olamaz.
İslamla, ‘’siyasi islamcılık’’ arasındaki derin uçurumun ve farkın milletimize anlatılması da oldukça güçtür. İnsan öyle bir değerlendirmeye tabi olur ki, adeta farkı ve yanlışları anlatmaya çalışan kişi suçlanır. Hatta ‘’ dinden çıkmakla’’ itham edilir hale gelebilir.
Güya ‘’ İslamcılık’’ gayesini güdenlerin çoğunun, asıl amaçlarının İslam’ı kullanarak TÜRKLÜĞÜ yok etmek istediklerini bile anlatmaktan aciz hale gelebilir insan! Her milletin adını, lafını, sazını sözünü söylemek serbest ama, Türk’üm demek yasak ve ırkçılık ha.. Hadi ordan be!..
Bazılarının Şeytan görmüşçesine irkilmelerinin altında yatan maksat bizlerce malumdur. Kendi etnik kökenlerini ve milliyetçilik duygularını saklama ihtiyacında olduğundan , Türk’e karşı kin, nefret duygularını ve aşağılık kompleksi ile saldırılarının hedefini İslam görüntüsü altında gizlemektir.
Kur’anın hangi ayetinde milletini sevmek ve yüceltmek duygusu yasaklanmıştır. Bilakis; Hücürat Suresi, Ayet 13 ‘de Allah (CC) insanları ayrı ayrı kabileler ve kavimler halinde yarattığını... açıklamaktadır.
Allah kitabında, Arap kavminden, Lut kavminden, İsrail kavminden, Rum kavminden bahsetmektedir. Allah’ın insanları renkleri, dilleri ayrı ayrı yaratması da onun yücelik sıfatı ve şanındandır.
Yüce kitabımızda yasaklanmış olan husus, kendi milletini diğerlerinden üstün görmek ve bu duygularla başka milletleri yok etmek ve ortadan kaldırmak duygu, düşünce ve isteğidir. Çünkü bu, Kur’anda zikredilen kavmiyetçiliktir ve yasaklanmıştır. Yasaklanan bizatihi Araplar arasında yaygınlaşmış olan ‘’ asabiyetçilik ve kavmiyetçilik’’ tir.
Milletini sevmek ve yüceltmekten ibaret olan milliyetçilik yasaklanmak bir tarafa, Peygamberimiz(SAV) tarafından teşfik edilmiştir. ‘’ Hubbül vatan, mi’nel iman...’’ Yani vatan sevgisi imandandır, kişi vatanını ve kavmini sevmekle suçlandırılamaz.
Bir diğer deyişle; kişilerin milletini sevmek adına, diğer milletleri küçük görerek, yok etmek, ortadan kaldırmak istemeleri kavmiyetçilik ve ırkçılıktır.
Dünkü yazımızda da belirttiğimiz üzere, en az 2.500 yıldır at sırtında Orta Asya düzlüklerinden kalkıp, İtalya’ya, Fransa’ya kadar ilerleyip Roma’ya diz çöktüren, Avrupa’yı bir baştan bir başa feth eden, Papa’ya diz çöktürtüp af dileten, hem Batı, hem Doğu Roma İmparatorluklarını yıkan, çağları açıp, çağları kapayan büyük Türk Milleti, feth ettiği ülkeleri asimile etmek isteseydi, ırkçı olsaydı, hangi kuvvet buna karşı gelebilecekti?
Eğer büyük Türk Milleti tarih boyunca ırkçılık yapmış olsaydı, bırakın Ortadoğu Coğrafyasını, Avrupa coğrafyasında bile Türk’ten başka bir ırk olmayacağı hususunda Avrupalı tarihçiler bile ittifak halinde hem fikirdirler...
Türk Milleti tarihin en eski ve en köklü milletidir. Milletimiz ile gurur duymak ve övünmek en tabi hakkımızdır...
Kur’anda, Arapların hataları ve savaşa gitmekteki isteksizlikleri yüzünden, onların yerine başka bir milletin gönderileceği ve bu milletin de Türk Milleti olduğunu 17. Yüzyılda yaşayan büyük İslam alim ve müfessiri VAN’İ MEHMET EFENDİ delilleriyle açıklamış ve ispat etmiştir..
Çoğu zaman yüce dinimizi kalkan olarak kullanan ve istismar edenlerin hakikatte ve zihin kodlarında etnik milliyetçiliklerini kamufle etmek adına Türk’ü savunan ve Türklüğüyle gurur duyanlara hemen IRKÇILIK YAFTASI yapıştırmalarının sebebi İslam davasını savunmalarından değildir. Türk milliyetçileri neyin ırkçılık, neyin kabilecilik ve neyin etnik bölücülük olduğunu ayırt edecek bilgi ve kabiliyete sahiptirler...
****
KÜLTÜR EROZYONU İSLAMCILIK AKIMI İLE HIZ KAZANMIŞTIR
Yukarıda da söylediğimiz gibi; siyasi hedeflerine varmak için, İslam’dan kaynak bulmak ya da yeni alanlar icat ederek yarı aydın ve politikacıların İslam’ı kullanarak, İslam’a getirdikleri yorumun sonuçları acı olmuştur ve olmaktadır.
Bu durumu, Bat’nın yeni Katolik partilerinin savunduğu değerler nasıl ki Hıristiyanlık Dinini temsil etmiyorsa, siyasal İslamcıların savundukları değerlerin de İslam’ı temsil etme yetkileri de yoktur, kabiliyetleri de...
Esasen yüce dinimizin, hiç bir kişinin, şeyhin, tarikat liderinin ve siyasi partilerin savunmasına ihtiyacı da yoktur. Kur’anda da ifade edildiği üzere, dinin koruyucusu bizatihi gönderenin, Allah’ın kendisidir. Şunun bunun koruyuculuğuna ihtiyacı da yoktur, din de elden gitmez...
****
Müslüman ülkelerin bir çoğunda görülmeyen KENDİNE YABANCILAŞMA, maalesef bizim ülkemizde oldukça ve çokça görülmektedir.
Son Padişah Vahdettin’in şeyhülüslamı ve Atatürkün ölüm fermanını da imzalayan Mustafa Sabri denilen adam Türklüğünden istifa etmiştir. Bu hain adam kurtuluş savaşının kazanılmasından sonra Yunanistan’a kaçarak;
‘’ Ben de aynıyla Türklüğü reddedip, tövbe ya Rabbi, tövbe Türklüğüme, beni Türk milletinden addetme...’’ diyen bir alçak olarak tarihe geçenlerden sadece birisidir...
Arabistan, Mısır, Suriye, Lübnan, Filistin, Libya, Tunus, Cezair ve dahi yerler, Osmanlının 400 yıl hakimiyetinde kalmıştır. Peki bu uzun zaman içinde 400 tane Arap, Türkleşmiş midir?
Kaç tanesi çocuklarına; Fatih, Alparslan, Ertuğrul, Mete, Bilge, Kağan, Hakan, Kür’Şad, Orhan, Asena, Almıla, Gökçen, Akın, Akınalp, Aktuğ Alp, Alpay, Alper, Alptekin, Altay, Arıkan, Arslan, Atakan , Atilla , Aybars, Batuhan, Afşin, Göktürk ve buna benzer Türkçe isimler koymuşlardır?
Bunun bir tane bile örneği var mıdır? Ama biz çocuklarımıza İslamidir , sevaptır ve sünnettir adı altında bir sürü Arap isimlerini çocuklarımıza vermekten iftihar ettik... Benim adım da Türk ismi değildir...
Büyük sahabelerden olan, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali isimleri, İslamiyetten sonra verilmiş isimler olmayıp, hepsi de İslamiyetten önceki isimlerdir. İslam öncesi isimlerin bir çoğu aynen İslamiyetten sonra da devam etmiştir...
Ebubekir isminin manası, ‘deve yavrusunun babası’, Osman isminin Arapça anlamı ‘yılan yavrusu’ olduğu bilindiğine göre bu aziz millet İslam’la şereflendikten sonra, kendi öz isimlerini bırakıp hızla Arap kültürünün ve Fars kültürünün hegemonyası altında kendi benliğinden uzaklaşarak neredeyse dilini kaybeder hale gelmiştir.
Arap ve Fars hayranlığı, tanzimattan sonra da batı özenticiliği iliklerimize kadar işlemiştir . Bu kendimize yabancılaşma ve kültür erozyonuna uğrama bugünün sorunu da değildir.
Selçuklu’da bile koskoca sultanlar Fars kültürünün hakimiyeti ile kendilerine, Keykubat, Keyhüsrev, Alaaddin isimlerini verecek kadar kendi öz kültürlerinden uzaklaşmışlardır.
Osmanlı’da kuruluş yıllarında ki milli şuur bilhassa Yavuz’un Mısır’ı fethinden sonra hızla Araplaşma etkisi altına girmiştir. Müslüman olmak başka, Araplaşmak ve Farslaşmak daha başkadır.
Türk Millet kendi kurduğu devletinde kendi veyöneticileri tarafından aşağılanmış, küçük görülmüştür. Kültür erozyonu ile, bu aziz millet kendisine yabancılaştırılmıştır. Son zamanlarda , Ertuğrul, Fatih, Orhan isimleri yerini Arap isimleri olan Abdülhamit, Abdülmecit, Vahdettin isimlerine bırakması bu yabancılaşmanın küçük bir tezahürüdür.
Bunları yazarken gayemiz, Arap,Fars, şunun bunun düşmanlığını yapmak değildir.Maksadımız, Arapların kültürü, örf ve adetlerini kabul etmenin ve yaşamanın,İslam'la zerre kadar ilgisinin olmadığını anlatmak istiyoruz.
Başkalarının giyim,kuşam tarzını ve kültürünü alarak, kendi kültürünü unutmak hiç bir kimseyi daha fazla Müslüman yapmaz..
Bu durum yüzlerce yıldır devam eden, geleneksel vaazlarla ve İslam adına yazılmış kitaplarla, gerçek İslam değil, uydurulan İslam anlatılmış olmasındandır. Hayat hikayeleri, menkıbeler ve çeşit çeşit hurafelerle milletimiz kendisine yüce İslam'ın anlatıldığını zannetmiştir.
Şimdi biz bunları söylüyoruz diye ırkçı mıyız? Bu millet artık uyanmaya başlamıştır. Kim ne derse desin; kendi değerlerini savunmak, kültürüne sahip çıkmak, gerçek İslam’la, dindarlık altında ki dincilik İslamcılığını ayırt edecek seviye gelmektedir. Ve Türk milliyetçiliği, insanlarımız uyanmaya başladıktan sonra yükselen bir değer olacaktır.
Milliyetçiliğimizin özünde; soy , sop, ırk, kafatasçılık olmadığını siyasi İslamcılar da bildikleri halde, bilmemezlikten geldiklerine inanıyoruz. Kendini Türk hisseden, Türk milletine mensup olma şuuruna erişen herkes bizim nazarımızda, soyu, sopu, mezhebi, meşrebine bakılmaksızın Türktür...
Kendini bu değerler içinde görmeyenlerin de, Türk milletini aşağılama, milliyetçiliği hakir görmeleri ve hakaret etmelerine karşı savunma yapılmayarak karşı taarruzla, kendilerinin azınlık ırkçılıklarını ve etnik milliyetçi düşüncelerini gizlemek için yüce dinimiz İslam’ı kullanıp, Türk milliyetçiliğini hedef kalkanı haline getirdiklerini bilmiş olacağız...
SİYASAL İSLAMCILIĞI YOLSUZLUKLAR , TARİKAT- CEMAAT İLİŞKİLERİ Mİ BİTİRECEK?
‘’ Rant’’ kapısının fetvalarla İslami bir meşruiyete dayandırılarak ve ihalelerle, bu yolla büyük servetler edinilmesi, ihalelerin sürekli aynı kesimdeki ve aynı insanlarda toplandığı bir gerçek. Bu tutumun getirdiği huzursuzluk ve güvensizlik, ihale verilen kişilerin milletin anasına avradına söverek, milletin anasını ağlatacağını söylediğini duyan her insan gibi mütedeyyin insanlarımız da bu durumdan rahatsızlık duyduklarını bilmekteyiz.
İşleri yolunda tıkır gidenlerin, irtikap, rüşvet, adam kayırma yolsuzluklarında başı çekmeleri ve savundukları İslami değerlerle uyuşmayan işleri, çoğu kesimde hüsran ve hayal kırıklığı oluşturmaya başlamıştır.
Her işe Besmele çekerek başlama görüntüsü verenlerin, yolsuzluklarına Besmeleyi karıştırmaları ve İslam’ı değerleri kullanmaları toplumda derin bir kırılma ve ayrışma sürecini başlatmıştır.
Bu problemden daha da vahim olanı şudur. Güya hayır ve hasenat işlerinin, devlet rantını ele geçirme aracı olarak kullanılması, düşünen insanlarda tepki oluşturmuştur. Bu tür ilişkilerden pay alanlar, kendilerinin ve yaptıkları işlere, dini meşruiyet sağlamanın kılıfını da hazırlamışlardır.
Hükümetin tasarrufunda olarak yapılan işler mutlaka olacaktır. Fakat bu işlerin yapımında ve kar dağıtımında devleti vurgun aracı olarak görüp, haksız rant sağlamak ise ‘’ Beytülmaldan’’ hırsızlık olarak görülür.
Oysa alemlere rahmet olarak gönderilen Allah Rasulü, savaşta bile olsa her kimse beytülmaldan habersiz ve izinsiz bir hırka bile aşırmanın cezası olarak, Cennete gidilemiyeceğini, mahşerde hesap verileceğini bildirmiştir.
Zira herkesin hakkı hukuku olan devlet kasası sayılan beytülmaldan hırsızlık en büyük KUL HAKKIDIR. Her günahı affedebileceğini bildiren yüce yaratan kul hakkını bağışlamayacağını, haklıya hakkının verilmesini ve helallaşmanın şart olduğunu emretmektedir...
Bunları neden yazıyoruz? Çünkü bu tür yolsuzluk, haram ve rüşvet batağına gark olmuş olanların çok büyük bir kısmı siyasi İslamcılık görüş ve felsefesine sahip olduklarındandır. Bizi ilgilendiren diğer en önemli husus da şudur:
Yaptıkları her türlü haram işlerin ve yolsuzlukların müsebbibi gibi, onların nezdinde İslam’a fatura edilmesidir. Bu güruhun yaptığı işler maalesef bir çok insanlarımızı camilerden, dinden , imandan soğutmuştur...
Bu durum ise daha çok okuyup araştırmayan ve duyduklarına inanan saf, cahil insanlarımızı derinden ve olumsuz etkilemiştir . Her gün, her zaman , Allah, din, iman, Peygamber, kitap, hak ,hukuk diyenlerin yaptıkları fesatlar ve yolsuzluklar saf insanlarımıza neredeyse İslam’ı sorgulayacak bir ortam hazırlamıştır.
Uydurulan dine değil de, Allah’ın indirdiği gerçek İslam’ı bilenlerde kendilerine olan öz güvenle, bu durumları ayırt etme kabiliyeti çok yüksektir. Fakat bırakın vakit namazlarını, Cuma namazlarına giden cemaatin sayısında büyük düşmeler varsa, İmam Hatip Liselerimizde bile DEİZM ve ATEİSTLİK oranı yüzde yirmilere çıkmışsa, başta hükümet ve Diyanet bunun sorgulamasını neden yapmamaktadır.
Bu insanlar durup dururken mi kıblesini değiştirmektedir...
Eskiden arabaların arka camlarında, ‘’ Huzur İslam’da’’ yazısını görürdük!. Şimdilerde ne oldu ki bıçakla kesilircesine bu tür yazılar görünmez oldu?
Acaba bu anlı şanlı dünün mücahitlerinin pek çoğu, bugün müteahhit olduklarından mıdır? Hak hukuk, helal, haram birbirine karıştırılmıştır? Dün savunduklarını bugün savunmaktan aciz hale gelmişlerdir.
Bakınız, KHÜ Türkiye Eğilimleri- 2020 Kantitatif Araştırma Raporu yayınlandı. İlgili raporda kendinizi nasıl tanımlarsınız diyerek Türk halkının siyasi yelpazedeki yerini tespit etmek amaçlı anketteki çıkan sonuç aşağıda görülmektedir.
Rapor sunucuna göre:
Kendini Muhafazakar olarak nitelendirenlerin oranı % 25.7
Milliyetçi % 22.0 - Sosyal Demokrat % 13.9 - Kemalist % 10.3 - SİYASAL İSLAMCI % 8.9 – Apolitik % 5.9 - Sosyalist % 4.3 - Ülkücü % 3.3 – Ulusalcı %2.3 - Liberal %2.0
Türkiye’de Türk İslam sentezi çok zaman tartışılmıştır. Aslında bu tartışma da yanlıştır. Çünkü; birinci olarak ülkemizde kimse İSLAM’I TARTIŞMAZ. Tartışılan SİYASİ İSLAMDIR. Dinin siyasi platformda kullanılmasıdır tartışılan şey.
İkincisine gelince: Siyasal İslam’ın hedefi, tutkalı, istismar ettiği ümmetçiliktir. Milliyetçiliğin esası ve tutkalı ise Türklüktür. Tarihten bugüne her çıkan isyanda, ‘’ Din elden gidiyor...’’ motifi kullanılmıştır.
Abdülhamit bile , İmparatorluğu kurtarmak adına Ümmeti kullanmak istemiştir fakat Araplar aynı bugün de olduğu gibi Osmanlıyla değil, İngilizlerle iş birliği yaparak, Türk askerlerini çöllerde arkadan hançerlemişlerdir.
Bugünkü durumda dünden hiç farklı değildir. Elli küsur Arap ülkesinden sadece Katar hariç yanımızda olan var mıdır? Tam tersi hepsi de, Yunan’ın, Fransa, İngiltere, ABD ve hatta İsrail’in yanındadır!.. Hani ümmet birliği vardı, nerde kaldı ümmetçilik bağı?..
TARİKATLARA GELİNCE: Onlar daha ayrı bir hava. Bugün Kur’an her dile tercüme edildi, Hadisler ona keza. Bilginin bu kadar çabuk ve açık erişilebildiği bir zamanda, Allah’ın ayetlerini, Peygamberimizin hadislerini okuyabilmek ve anlayabilmek çok daha kolaylaşmıştır. Tabiki doğru bilgiyi doğru kaynağından edinmek ve öğrenmek şartı da önemlidir.
Gerçek durum bu iken, tarikatlara ve Arapça’yı bile doğru dürüst bilmedikleri sabit olan şüpheli şeyhlerin dergahına, duasına, tespihine, sakalına, püskülüne, cübbesine, eteğine, şalvarlı görüntülerine hiçbir ihtiyaç da yoktur.
Her bir tarikat bölünerek kollarını türetti, kollarından cemaatler oluştu. En son yapılan bir araştırmaya göre ülkemizde 30 Tarikat ve onlara bağlı 400 küsur kol ve 800 civarında medrese ve Sadece İstanbul’da 445 tekke bulunduğu, 10.000 den fazla özel okuldan, 2.500 tanesi tarikatların ve cemaatlerin kontrolünde olduğu açıklanmıştır.
Fethullah ise ABD’de korunma altına alındı...
Bu tür yapılanmalarda şeyh ölünce yerine oğlu geçiyor, ifade ve fikir özgürlüğü , konuşma, tartışma , müzakere zaten yok. Tarikat ve cemaatte şeyh postuna oturan ne derse kayıtsız, şartsız inanılacak ve ne diyorsa yapılacak, ona biat edilecek, teslim olunacaktır.
Bilhassa son yirmi yılda, gayrı ahlaki ve çarpık ilişkiler ise insanların midesini çoktan bulandırmıştır. Tenasül organını müridine öptüren sapıklar, Kur'anda ayetleri var diyerek güya okudukları suyu üfleyip, püfleyip suyu cinsel organlarına dökerek müritlerine içirenlerin ve bunun şifa olacağını vesöyleyen sapıkların olduğunu gördük...
Utanmazlığın, ahlaksızlığın ve şirretsizliğin her türlüsünü işleyenlerin, İslam adına, İslam’a verdikleri zararı düşünmek insana ürperti vermektedir. 12 yaşındaki kızla cinsel ilişkiye girmek isteyen sözde şeyhin kendini aklamak için hadislere ve ayetlere sığınmak istedikleri de artık kamuoyunda bilinen bir gerçektir.
Sıbyan erkek ve kız çocuklarına yapılan tecavüzcülere hesap sormak gerekirken, bu tür merdiven altı tarikat ve cemaatlerde hatta vakıf yurtlarındaki çirkinlikleri gizlemek adına, ‘’....Bir defadan bir şey olmaz diyen’’ bakanların söyledikleri laflar unutulmayacak cinstendir.
Yazımız biraz uzun olsa da,şu şekilde özetlemek mümkündür. Gerek ülkemizde, gerekse diğer Müslüman ülkelerin tarihlerinde CEHALETİN KRONİK hale gelmesi bu sebeplerin en başta gelenidir..
Hülasa:
Ülkemizde elli senedir her Cuma’dan sonra cami kapılarında nümayiş yapan bu kardeşlerimize Allah bir fırsat kapısı açmış fakat ; ‘’ Siyasi İslamcılar’’ bu davayı kaybetmişlerdir.
Siyasi İslami hareket kendi içlerindeki ilişkilerle ve çelişkilerle yenilmiştir...