Türk milliyetçiliği Dünya’daki ve Batı’daki ideolojik akımlardan farklı olarak, kendine özgü tarihsel koşullar içinde doğmuştur. 1789 Fransız devrim liderlerinden Jean - Jacques Rousseau- Volter- Montesquieu- Avukat Mirabbo- Robespierre- Saint Juste gibi düşünürler tabi ki Batı’daki milliyetçilik rüzgarlarının öncüleri arasındadır. Bu öncülerin fikir hareketleri, Osmanlı’da azınlıklar arasında ayrılık rüzgarlarını estirmiştir...
Fakat Türk milliyetçilik hareketleri tamamen Batı’dan esinlenen, oralardan alınmış ve okullarda okutularak öğretilmiş bir kopya hareketi değildir.
Türk milliyetçiliğinin tarihi şartları ve gelişimi, kendi dışındaki oluşumlardan binlerce yıl önce kendi adet ve törelerinden doğmuş, ama adı koyulmamış, Türk devletlerini kurup yönetenler ve halk arasında her daim yaşamış, hissedilmiş ve vücut bulmuş bir hareketin adıdır Türk milliyetçiliği.
Zaman, zaman üzeri küllenmiş gibi görünse de hiçbir zaman sönmemiş, alev aldığı zaman da kıtaları bir atlas gibi biçmiş, volkan gibi patladığı zamanlarda kıtalara hükmetmiştir...
Bazen dünyayı, ‘’...Bir hükümdara çok, iki hükümdara da az gören...’’ bir zihniyetin temsil öncüsü ve fikir kaynağı olmuştur...
Çoğu Batı ülkeleri, henüz tarih sayfasında yokken veya milletleşme aşamasına geçememiş durumlarda iken, Türk milliyetçiliğinin anayasası, Göktürk ve Yenisey Kitabelerine kazınmıştır...
Bu vesileyle Türk milliyetçiliğinin teoride ve pratikte yabancılardan alıp, beslendiği bir fikir hareketi olarak görülmesinin mümkün olmadığı, gece ve gündüz arasındaki fark kadar açık ve gerçektir...
Yakın tarihimize baktığımız zaman da, Türk milliyetçiliği Osmanlı Devlet’inde, Türkler arasında bir burjuvazi gurubu ortaya çıkamadığı için, ancak İttihat ve Terakki ile birlikte , asker, sivil ve o zaman ki aydın kadrolar içinde geniş bir taban bulabilmiştir.
Sırf Osmanlı Devleti’nin dağılıp parçalanmaması için, İmparatorluğu oluşturan etnik guruplar ve milletler arasında en son olarak ve zorunlu şartlarla ortaya çıkabilmiştir...
Yüzyılın başında, imparatorlukta çözülme hareketleri zirveye çıkarak, Sırbistan – Yunanistan- Bulgaristan- Romanya – Girit- Karadağ- Bosna Hersek- Arnavutluk’taki bağımsızlık ve milliyetçilik hareketleriyle ve ardından gelen 1911-1912 Balkan Savaşları sonucu Evlad’ı Fatihan diyarı Rumeli’nin kaybı, Türk aydınları ve Türk milleti üzerinde derin ve onarılmaz yaralar açmıştır.
Ardından Arap dünyasının ayaklanması ile süreç hızla sona doğru gitmiştir. 400 yıl hakim kaldığımız, Suriye - Arabistan ve Yemen çöllerinde kahraman Türk askerleri arkadan vurularak hançerlenmiş, bir çok Türk askerinin karınlarında altın var diye hunharca delik, deşik edilmiştir...
Balkan coğrafyasında ki ırkçı Panislavizm akımı, gerek yöneticilerin ve gerekse Türk aydınları ve Türk halkının aklını başına zor da olsa getirmiştir. Panislavizm’e karşı Türk aydınları arasında Turancılık akımı gelişmeye başlamıştır.
Zira Türk Ocaklarının kurucularından Yusuf Akçura’nın, İmparatorluğun kurtulması adına geliştirdiği ‘’ÜÇ TARZ-I SİYASET’’ Osmanlı Devlet’nin temel devlet politikası olarak 1904’te Kahire’da Türk adlı gazetede kaleme alınmıştır. Eserde, Osmanlıcılık- İslamcılık – Türkçülük olmak üzere üç siyaset kıyaslanarak incelenmiştir.
O tarihte kitaplaştırılan bu eser büyük ilgi görmüş olup, geniş kitlelere yayılmıştır. Osmanlı Devleti’nin kendi çöküşünü engellemek ve tekrar eski gücüne kavuşması için üç ana fikri içeren eser geniş kitlelerde tesir bıraktı.
‘’ Üç Tarz-ı Siyaset’’ isimli eserde üç ana fikir işlendi.
1- OSMANLICILIK: Bütün Osmanlı Devletinde yaşayan herkesi dağılmaktan kurtarmak ve herkesi bir araya toplayıp ‘’Osmanlıcılık’’ adı altında bir millet oluşturmak fikri işlendi.
İşenen bu çözüm yolu denendi ama tutmadı, başarıyla sonuçlanmadı. Ülkedeki azınlıklar sosyal sorunlarını, etnikçilik alanıyla birleştirip, Devlete karşı isyan bayrağını açtılar.
Osmanlı gayrimüslimlere karşı bakış açısını değiştirerek ve onları memnun edecek siyasal adımlar atması da bir işe yaramadı.
Fransız İhtilali ile bölgeye yayılan fikir akımları, azınlıkların kendi devletlerini kurmak istemeleri karşısında, ‘’ Osmanlıcılık’’ akımı başarılı olamadı...
Yani diyebiliriz ki, 19. Yüzyıldan itibaren Osmanlıcılık düşüncesi gayrimüslimlerin, İmparatorluktan ayrılma düşüncelerine karşı geliştirilmiş bir akım oldu. Fakat başarı sağlanamadı...
Tanzimat döneminde Sultan İkinci Mahmud’un ifade ettiği, ‘’ ...Ben tebaamın Müslüman olanlarını camide, Hristiyanlarını kilisede, musevisini havrada farkederim’’ şeklindeki sözleri Osmanlıcılık akımının ana ilkesini ortaya koymnaktadır.
Bu fikir akımı, Osmanlı’nın devamlılık süresini artırmak amacıyla ortaya atılmış olmasına rağmen, diğer fikir akımları karşısında başarı şansı olmamıştır...
2- İSLAMCILIK : Osmanlı Devleti’nin hızla gerilemesi ve çökmeye başlaması ile, İslam Dünyası büyük problemlerin içine düştü. Sanayi Devrimi ile de gelişen dünyanın düzenine ayak uyduramayan Osmanlı Devleti, emperyalist devletler için sömürülmek adına büyük fırsat doğdu. Böylece sömürgeci devletler için mükemmel bir sömürge kaynağı haline geldi.
Bu duruma çare arayanlardan birisi olan büyük Türkçü Yusuf Akçura, bu sefer Osmanlı Devletindeki tüm Müslümanları bir araya getirmek maksadıyla hepsinin bir topluluk haline gelmesini konu alan, ‘’ İslamcılık’’ fikir akımını geliştirdi.
Ancak bu fikir akımı da Devleti korumaya yönelik bir düşünce olmaktan öteye gidemedi. Balkanlarda ki hareketlenmeler ve ayaklanmalar Osmanlıcılığın idealine sekte vuruyordu. 1877-1878 (93 harbi) dediğimiz savaş bir anda tüm azınlıklarda milliyetçilik şuurunu yerleştirdi. Osmanlı hızla kaçınılmaz sona doğru gidiyordu.
İşte bu düşünceyle hiç olmazsa Müslüman ahaliyi kurtarmak amacıyla ‘’İslamcılık’’ fikri ortaya atıldı. Arapların da Osmanlı’ya ihanetleri ile bu fikir akımı da istenilen sonucu vermedi.
3- TÜRKÇÜLÜK : En son olarak, Osmanlı Devleti’nin toprakları içindeki Türkleri bir araya toplayarak, farklı bir topluluk oluşturmayı savunan bir fikir akımı olarak Türkçülük düşüncesi son çare olarak ortaya atıldı.
Osmanlı’nın içine düştüğü çıkmaz durumdan kurtulmak için artık Osmanlı Devleti’nin korunması yerine, Türklerin varlığını korumak en son çare olarak görüldü...
Turancılık fikri ile Türkçülük fikri tamamen eş anlamlı ve birbirini tamamlayan düşünce akımlarıdır. İkisinin de kaynağı milliyetçiliktir. Nasıl ki Turancılık, bütün dünya üzerindeki Türkleri birleştirip, toplayarak bir ordu kurulmasını esas alan düşünce sisteminin alt yapısını milliyetçilik ve Türkçülük oluşturur.
***
Milliyetçi olunmadan, Türkçü olunamaz. Türkçülük çok geniş bir kavramdır. Milliyetçilik- Türkçülük, çok kısa tarifle Türk milletini yükseltmek ve ileriye taşımaktır.
Turancılık bir hayal (ütopya) olarak filizlenip gelişir. Mutlaka başarıya ulaşması da şart değildir. Türk'ün ebediyete kadar var olma- yok olma mücadelesinin adıdır. En önemlisi, zihinlerde gelişmesidir.
Turancılık, bir anka kuşudur. Kaçtıkça kovalanır. Tutmak istersin, Zümrüt Dağının tepelerine saklanır. Belki hiçbir zaman yakalanamaz. Ama milliyetçi ve Türkçü’nün düşüncelerini süsler. Kabuğuna çekilip, pasivize olmaktan, aksiyoner hale getirir.
Hem zihni ve fikri manevi dünyamızda kök salarken, maddi çabayı ve Uluslar arası gelişmede en ön safhada olmanın gerekliliğini hatırlatır ve unutturmaz kendini.
Türk’ün KIZIL ELMASIDIR, Türkçülük düşüncesi. Sömürgeci ve emperyalist duygulardan uzak, Türk milletinin ebediyen var olmasının şifrelerini saklar Kızıl Elma...Türklerin en büyük ülküsü Türkçülülüktür.
Dışarıdan hiçbir etki altında kalmadan, Türk milletinin kendi vicdanlarından doğan ve hiçbir çıkara alet olmayan kutsal bir düşüncenin adıdır.
Bu yüzden Türk’ün milliyetçiliği çıkar elde etmeye çalışan fikir akımlarına karşı önemli bir kalkandır. Milliyetçi ve Türkçüler, hedeflerine ulaşmak için her şeyi göze almış insanlardır.
Zamanın şartlarına, politik kişilere ve çıkar ilişkilerine göre fikirlerini değiştirmeyen ama geliştiren , idealist ve inançlı kişilerdir. Evrilmek için, çevrilemezler. Milliyetçilik, milletlerin en önemli yükselen değeridir.
Türk ülküsü, Türk milletinin yürütücü kuvvetidir. Ülküsüz topluluklar yerinde sayar ve emperyalist güçlere sömürge olur. Milliyetçilik ülküsü de, insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliklerinde, şuur altında ve hayallerinde doğar ve yaşar.
Sonra bu ülkü şuura geçer. Daha sonra büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yaparlar. Bu hamlelerin ardından, ülkü erleri gönül isteği ile kendiliğinden koşarlar...
Miliyetçiliği ve ülkücülüğü, kendine göre yorumlayanlar ise çıkarları doğrultusunda bir gün en büyük milliyetçi görülür, bir başka gün ise, milliyetçiliği ayaklar altına alarak çıkar ilişkilerine göre değişir düşünceleri...
Halbuki bir toplulukta ortak ülküyü kaldırınca o toplumu içi boş ve kokuşmakta olduğunu görürsünüz.
Milliyetçilik düşüncesi olmayan kişi ve topluluklarda, herkes yalnız kendi çıkarı için yaşar. Böyle kişi ve topluluklarda ise, fedakarlık, saygı kalmaz. Bencillik, kabalık, iltimas, rüşvet, adam kayırmacılığın her türlü yozlaşmışlık toplumları çürütür.
Değerleri boşaltılmış, kokuşmuş ve çürütülmüş toplumun fertleri ihtiraslı ve bencildir. Milletine ve onun asli değerlerine inanmayan her kişi, yabancılar ile her türlü işbirliği yapmaya hazırdır. Beşinci kol faaliyetlerinin hazır kıtalarıdır.
Milliyetçilik düşüncesi, Türk milletinin manevi gıdasıdır. Var olma mücadelesinin adıdır. Aç bir insan ve açlar topluluğundan oluşan bir millet, yiyecek bulamadıkları zaman, nasıl ki faydasız ve zararlı maddeleri yerlerse, Türk milliyetçiliğinin ırkçılık yaftasıyla damgalanması da aynı sonuca götürür.
Kendini değersiz ve küçük gören insanlar, aldatılmaya, kandırılmaya, her türlü etkiye karşı manipülasyona açık hale gelir.
Kendini var eden milliyetçilik değerinden utananlar, tarih sayfasından silinmeye mahkum olanlardır.
Şu da bir gerçek tabi ki, tarih boyunca belki de çok nefret kazandık, bazı milletlerin canlarını yaktık. Ama bir çok millet ise bize kıskanarak baktı. Hakiki tarihçiler Türk’ün ruhunu, Türk’ün cevherini bakınız nasıl tarif ediyorlar.
Şu anda adını hatırlayamadığım bir İngiliz tarihçisi Çanakkale’de aldıkları dersten dolayı ne diyor:
‘’...Şimdi size işin doğrusunu söylüyorum. Keşke Türkler İsa’ya inansalardı. Hiçbir millet savaş alanında, kuvvet, cesaret ve yiğitlikte Türklere eş olamaz. Sanki bunlar bu iş için yaratılmışlardır....’’
Yine bir Arap tarihçisi olan İbni Hassul ise bakın ne diyor:
‘’...Tanrı Türkleri aslan sıfatında yaratmıştır. Onlar ölümden korkmazlar, ecelsiz ölüm olmaz, ölümü unutan öldürür. Ölümden korkmayanlar ise yaşar. İşte bu özellikleri sinesinde barındıran millet Türk milletidir...’’
O halde milliyetçilik bir milletin dinamosu ve yükselen değeridir. Bu dinamodan yoksun milletler ayakta kalamazlar....