Bakan Bey bir televizyon programında bazı soruları cevapladı. Elbette iyi niyetle bir şeyler üretmek istediğini biliyoruz. Ancak bazı konularda ne yazık ki çelişkiler yaşıyor. Bunların üç ayrı başlıkta değerlendirilebilir. Birinci başlığımızda hiç kuşkusuz ki öğretmen mülakatları geliyor. Her şeyden önce İstanbul'da 30-40 ücretli öğretmen çalıştıran kurumlara şahit olduk. Öğretmen ihtiyacı var ve mutlaka bir an önce atama yapılmalıdır.
Bakan Bey 19 Eylül akşamı açıklanan ve sonra hemen kapanan mülakat sonuç ekranı ile ilgili “yanlışlıkla” ifadesini kullandı. Bize göre bu ifade gerçekleri yansıtmıyor. Sahada duyduklarımız bizim mülakat sürecinde dile getirdiğimiz kaygılarımızı haklı çıkartmıştır. Mülakatlarda yine gizli ellerin devreye girdiği birçok kişin mağdur edildiği ilk ekran görüntülerinde ortaya çıkmıştır. İşte ekranın tekrar kapatılma gerekçesi kimine önemli avantajlar sağlanması ve kamuoyunun olabilecek tepkisinden başkası değildir ve bu yüzden Danıştay'ın kararı beklendiği söylemi inandırıcı gelmemiştir.
İkinci husus okullara hizmetli konusudur. Sanırım ilk defa 2010 yılında iş kur tarafından okullara hizmetli gönderilmeye başlanmıştı. O tarihten yaklaşık bir on yıl 9 ay tam zamanlı çalışma mümkündü ve personel iki yıl çalışabiliyordu. Daha sonra bu bir yıla indirildi. Bu yıl ise adı değişse de yine İş Kur üzerinde üç gün çalışma ve azami aylık 7,800 liraya çalışma gibi garip bir uygula getirildi. Sonuçta ne mi oldu? İstanbul özelinde birçok okul hizmetli bulamadı ve okul idareleri ile veli karşı karşıya getirildi. Şimdi Sayın Bakan diyor ki 30 bin çalışan göndereceğiz. Nasıl göndereceksiniz, hangi şartlar sunulacak bunu bilmiyoruz. Ancak yıllardır okullarda hizmetli sorunu bir türlü çözülemiyor.
Üçüncü değindiği konu vakıflarla yapılan protokollerdi. Bunu niçin yapıyor, değerler eğitimini onlar daha iyi veriyor diye.
Adı üstünde değerler bugünün huzurlu, geleceğin güvende olması için yaşatılması gereken en önemli hazinelerdir ve şunun altını kalın çizgilerle çizmeliyiz ki bir toplum değerlerinden uzaklaştıkça değersizleşir. Bu yüzden değerleri bir alana bir zümreye ya da vakıf veya cemaate havale ederek yaşatılacağını düşünenlerin aldandıklarını şu anki tabloda net görmekteyiz.
Efendim protokol yapıyoruz eyvallah yap yapabildiğin kadar!.. Ama unutma ki sahada o protokol yapanlar devlet amirlerini karşılarına alıp emir verecek kadar cüretkar davranıyorlar. Burada bir değeri yaşatalım derken bir başka değeri değersizleştirdiğinizin farkında mısınız acaba? Kaldı ki değerler adına bugüne kadar topluma ne katabildiler ki bundan sonra ne katsınlar. Hem tarih boyunca devlet erdemliliği temsil eder, yani değerleri yaşatmakla mükelleftir. Yani devlet ilahi kudretin insanlık için gönderdiği tüm güzel hasletleri yaşatmak zorundadır. Bu yalnız bize ait bir bakış açısı da değildir. Devlet adlı kitabıyla Platon, bizde Farabi daha pek çok düşünür ve köklü birçok millet devlet erdemliğin temsilcisi olduğunu bilir ve ona bu gözle bakar. O halde devlet asli görevini neden başkasına veya başkalarına havale etme acziyetine düşer ki!..
Sonuç olarak ahlaklı, erdemli değerleriyle barışık, ailenin kutsallığını milli ve manevi değerleri içselleştirme, devletine ve milletine sadakatle bağlı nesiller yetiştirmek hepimizin ortak değeridir. Bu yüzden bir zümreye ait görmek hatasından bir an evvel kurtulmalı devlet her alanda asli görevlerinde devlet memurlarının eliyle gerçekleştirmelidir.