24 Temmuz, Cumhuriyet değerleri ve Atatürk ilkelerine bağlı kesimlerin "yeni devletin tapu senedi, garanti belgesi", siyasal İslamcıların ise "hezimet" saydığı Lozan Anlaşması'nın yıldönümünü kutluyoruz.
Başbuğ ATATÜRK’ÜN ifadesiyle;
SAYGIDEĞER Efendiler, Lozan Barış Antlaşması’ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine kaşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi eseridir
Bir bigenin Türk kültür diliyle; Bugün 24 Temmuz Lozan Antlaşmasının 97.yıldönümü. Gümrük vergisini artırma yetkisi bile olmayan yarı sömürge ve Avrupa siyasetinin "hasta adamı" Osmanlı Devletinden, egemen/bağımsız bir devlet yaratanlara şükran borcumuz sonsuzdur.
Onlar ki; o hasta adamı diriltmek için I.Dünya Savaşı’nda cepheden cepheye koşmuş, canlarını gözden çıkarmakta tereddüt etmemişlerdi.
1683 Viyana Bozgunu’ndan Kurtuluş Savaşı’na kadar girdiği her savaşta dayak yemiş Osmanlı Devleti’ni Fatih devrindeymiş gibi düşünüp LOZAN'ı küçümseyenler, padişah Vahdettin'in Sadrazamı Damat Ferid'in Sevr Anlaşması’nı imzaladığından neden söz etmezler? Çünkü şu sorunun cevabı o sefil ve cahil beyinlerinde yoktur:
“MUSTAFA KEMAL PAŞA milli mïcadeleyi organize etmese SEVR'in uygulanmayacağını söyleyebilir misiniz ?"
Hakkı teslim edecek onurları yoktur. Atatürk ve silah arkadaşlarına duyduğumuz sevgiyi, bu ülkeden insan onurunu kazımadan, insan kokusunu silmeden yok etmeleri imkânsızdır.
LOZAN, TÜRKÜN İNSAN GİBİ YAŞAMA İRADE VE KARARLILIĞININ SİGORTASIDIR. LOZAN'A DÜŞMAN OLANLAR TÜRK'ÜN İNSANLIĞINA DÜŞMANDIRLAR.
UNUTMA Kİ, LOZAN'A SEVR'DEN GELİNDİ; LOZAN'a saldıranlar vatanımızı SEVR'e götürmek isteyenlerdir.
LOZAN'A DÜŞMAN OLAN BÜTÜN KAFALARIN İÇİNDE PARÇALANMIŞ BİR TÜRKİYE'NİN HARİTASI GİZLİDİR.
Gerisi laf ü güzaftır...
*
Kimilerince; Lozan Barış Antlaşmasınının, 12 adaların verildiği üzerinden, Ayasfya Camisinin kapatılarak Müzeye çevrildiği üzerinden hezimet olarak gösterilmeye çalışılır.
Lozanı imzalayıp Sevr i hükümsüzleştirememiş bir Osmanlı / Türkiye’nin İstanbul a sahip olması düşünülemeyeceğine göre…
İstabul u teslim edip de Ayasofya nın cami olarak ibadete açık kalabileceğine mi inanıyorsunuz!
Konuyla alakalı Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ne diyor?
Osmanlı Devleti, bugün 12 Adalar olarak bilinen adaları İtalya'ya bırakıyor. Sene 1912, Uşi Anlaşması'dır bu gördüğünüz anlaşma. İtalya'ya bırakıyor fakat geçici olarak. Anlaşma şartlarına uyulduğu takdirde adalar tekrar Osmanlı Devleti'ne geri verilecek. Fakat şartlara uyum sağlanmıyor. Bu yüzden 3 yıl sonra yani 1915'te Londra'da bu konu gündeme geliyor ve Londra Paktı denilen anlaşmada bu adaların tamamı İtalya'ya bırakılıyor. Bakınız itiraz eden hiçbir padişah yok. Hiç sultan yok. Adaları İtalya'ya bırakmakla kalmıyorlar aynı sene bir de Çanakkale Boğazı'na dayanıyorlar ve Çanakkale Savaşı'nı yapıyoruz.
Yani 12 Adalar önce Uşi'de, sonra da 1915 Londra'da İtalya'ya verilmiştir.
Osmanlı temsilcilerinden biri Rumbeyoğlu Fahreddin Bey'dir.
Bu adam kim mi? Türk milleti bir milli mücadele verirken, Kuvayı Milliye'yi kurmuşken, bu adam Kuvayı Milliye'nin karşısına Damat Ferit'in kurduğu Kuvayı İnzibatiye ile çıkan adamdır ve Yunan ordusunun yanında olmuştur. Savaş kazanılınca sürgün edilenlerin arasında yer almıştır.
12 Adaları İtalya'ya bırakan heyetin içerisinde bu adam vardı.
Şimdi asıl olaya gelelim... *Uşi Anlaşması'nın ismini aldığı Uşi, Lozan şehrinin bir semtidir.
Bu yüzden 1912'de imzalanmış olan Uşi Anlaşması, İtalyan tarihinde Lozan Anlaşması olarak geçer.
Fakat bizim bildiğimiz yani 1923'te imzalanan Lozan Barışı ile bu anlaşma birbirine karıştırılmasın diye bu anlaşmaya Uşi denmiştir.
İşte arkadaşlar sahte kiralık tarihçiler, yani Kadir Mısıroğlu, Armağan ve çetesi, bu durumdan faydalanıyor ve 12 Adaların Lozan Anlaşması'nda gittiğini söylüyorlar.
Hâlbuki o Lozan başka, bu Lozan başka.
Ne yazık ki bunu bütün millete yutturdular ve böylece milletimizi Lozan barışına düşman ettiler.
Bizim bildiğimiz Lozan Anlaşması'nda ise bilakis Ege'de birçok ada Türkiye'ye geçmiştir.
Türkiye'ye Lozan Anlaşması ile geçen bu adalar ise, son 10 yılda Yunanistan'a bırakılmıştır.
Bugün Yunan papazların mangal yaptığı Ege adaları, uluslararası anlaşmaya göre halen daha Türklerindir..
*
SERV le birlikte dağılmış Osmanlı nın toprağı, Türk’ün Anavatanı ANADOLU nun Düşman Koalisyon Güçlerinin işkaline uğramasıyla birlikte harekete geçen Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK ün silah arkadaşlarıyla birlikte arkasına aldığı Anadolu halkından /Türkmenlerden oluşturduğu Silahlı kuvvetleriyle hain düşmanı EGE nin soğuk sularına dökerek ANADOLUYU yeniden vatan yapan; devrimleriyle, ‘’en büyük eserimdir’’dediği ‘’kurduğu Laik Cumhuriyet ’in korunmasını Türk Geçliğine emanet ettiği vasiyetini korumak her Türk gencinin omuzlarında kutsal bir görevdir.
Ve Başbuğ devamla diyecektir ki;
Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asli cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.
Başbuğ ATATÜRK ün bu sözünün haklılığını doğrulayan İbretlik bir Cuma hütbesi:
Zaten bir kısmı ibedete açık Cami olan Ayasfya Müzesinin tamamının Camiye çevrilmesi töreninde Cuma Hütbesini okuyan Diyanet İşleri Başkanının hitabında;
Atatürk'ün, düşmanın elinden kurtararak koruma altına aldığı ve bu günlere ulaşmasını sağladığı Ayasofya'nın (tam da Lozan zaferinin yıldönümünde) cami olarak açılışında, ne yazık ki kendi kurduğu Diyanet'in başında oturan zat, adını anmadan bu ülkenin kurucusuna "lanet" yağdırdı ve infial yarattı...
Sormak lazım; Atatürk'e "katli vaciptir" fetvaları veren, Kurtuluş Savaşı'nı engellemeye çalışan, cumhuriyetin kuruluşunun önüne set çekmek için çırpınan, Gazi'nin ölümünün ardından da saldırılarını durdurmayan bağnazların karşısında durması gereken Diyanet İşleri Başkanı kime ve neye hizmet ediyor acaba?..
Söyler misiniz; asıl "lanet" Atatürk'e mi yağdırılmalı, yoksa cumhuriyetin uzun yıllar mücadele ettiği din, vatan ve millet düşmanlarıyla onların halen piyasada dolaşan kriptolarına mı?..
*
Tanınmış yabancı yazarların, Devlet Başkanlarının gözüyle Başbuğ Atatürk’ü tanımak;
ATATÜRK ve Türk İnkılâbı, Milli Mücadele’nin başından itibaren yabancı yazarların dikkatını çekmiş, bu konuda eser yazılmıştır. Yabancı yazarlar, yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da Atatürk’ten hayranlık ve takdir duygularıyla söz etmişler, yazılarında eserinin değeri ve büyüklüğü karşısında düşünce ve duygularını dile getirmişlerdir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, bütün batılı ülkelerin ilgi odağı olmuş bir olgudur. Örneğin; Amerikalı asker diplomat General Shell, ‘’Mustafa Kemal, çağımızda henüz hiç kimsenin geçemediği büyük ve yetenekli bir adamdır…’’Bütün ulusların büyük adamları vardır. Fakat modern Türkiye’de Atatürk’e gösterilen derin saygıyı benzer bir şeyin başka bir yerde bulunacağından şüpheliyim. O, Ebedi Önderdir’’ifadesiyle Atatürk’e olan hayranlığını belirtti. ve çekmeye de devam etmektedir.
Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu’da başlatılan Milli Mücadele bilindiği gibi 1919 tarihinde yayınlanan Amasya Genelgesi ile iç ve dış kamuoyuna hareketin temel özellikleri duyurulmuştu.
Daha sonra Erzurum ve Sivas Kongreleri ile hareketin esasları formüle edilmiş ve son Osmanlı Meclisi Mebusanınca onaylanarak ‘’Misakimilli’’adı ile Milli Mücadele’nin temelini oluşturmuştu.
Mustafa Kemal’in silah arkadaşlarıyla birlikte oluşturduğu silahlı güçlerle, düşman koalisyon güçlerine karşı verdiği başarılı Kurtuluş Savaşları sonucu, bugün üzerinde hür olarak yaşadığımız bağımsız bağlantısız Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş oldu.
*
ATASININ VASİYETİNİ VİCDANINDA TAŞIYAN TÜRK GENÇLİĞİ DİYOR Kİ;
Türk Milleti; varlığını şekillendiren, tarihini, kültürünü, heyecanını, coşkusunu hissettirecek evlatlarının büyük dirilişine tanık olacaktır. Hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Yeter ki, Türk Milleti düşmanlığı ile beyinleri iğdiş edilmiş, örümcek kafalı, bilgisiz, kültürsüz, ucubeleri Müslüman diye seçen halk bilinçlendirilebilsin.
Bunun için olmazsa olmazımız: Türk Genci şu ya da bu cemaatlerin, tarikatların ibadet adı altında uyuşturucu tuzağına düşerek kendini kullandırmadan, çağımızın artık özgürlük, çeşitlilik, liberal demokrasi, hukuk güvenliği gibi değerler olmadan ‘’orta gelir tuzağını’’ aşamayacağı noktasında bilinçlenmelidir.
Böyle bir çağda insanlarımıza, özellikle yeni nesillere ‘’falancaya’’ değil, ‘’filancaya’’ bağlanmalarını değil, bağımsız kişilik sahibi olmalarını, vicdanlarını geliştirerek hayatını kendilerinin tanzim etmelerini öğretmek zorundayız.
Din eğitiminde de eski usul ezber ve taklit yerine, İslam tarihinden ‘’kula kulluk etmeyen’’ örneklerle geliştirilen hür kişilik ve bağımsız düşünceli Müslüman tipi esas alınmalıdır.
Eğitim sistemimizde, İslam’ı kültürel arka planıyla bir hayat haline getiren ve uygarlıkla bütünleştiren anlayışları içerir felsefi, bilimsel, edebi, sanatsal çalışmalara ilişkin müfredat programlarına yer verilebilir.
Hür ve yaratıcı düşünceyle, bu coğrafyada / kadim ülkemiz ANADOLU da ayakta kalmamızın ön şartlarından biri de, güçlendirilmiş üreten ekonomisiyle, demokratik kurumlarıyla ‘’gerçek demokratik rejimi’’le huzura kavuşabileceğimizin ön şartı olacaktır.
Türk milletinin güçlü iradesiyle, özgür ve bağımsız iradeye dayanan ‘’Yasama-Yargı-Yürüme’’ erglerinin hâkim olduğu demokrasi yeniden ülke yönetimine hâkim olacaktır elbette.
Ders alınması elzem veciz bir sözle sonlayalım yazımızı;
‘’Aklı öldürürsen ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. ‘ Kadıyı satın aldığın gün ‘adalet’ ölür.’Adalet’i öldürdüğün gün ‘devlet’ de ölür.