Deniz kenarında oturup ta dalgaların sesi dinlemiş misiniz?
Bir yazar der ki: Durgun su insanı düşünmeye sevk eder, dinginleştirir. Akan su , dalgalar insanın kederini alır, götürür.Sıkıntınız, kederiniz varsa unutturur, derde deva olur, der…
Onun için batı ülkelerinin başbakanları genellikle göl üzerinde kayıkta gezerken, balık tutarken resim, çektirirler. İngiliz Devlet adamı Cörçil'in bu şekilde çekilmiş resimleri vardır.
Dalgalar sakin sakin karaya vurunca kimseyi korkutmaz, ama hırçınlaşıp karayı dövmeye başlayınca o zaman iş değişir.Çevresindekileri korkutur gönüllere tereddüt, tedirginlik kaplar.İşte o zaman dalgaların sesini dinlediğinizde tüyleri diken diken eder,
Azerbaycan milli marşı vardır, Bilir misiniz?
Çırpınırdın Karadeniz bakıp, Türkün Bayrağına
Ah! Ölmeden bir görseydim, düşebilsem toprağına
Mısraları ile başlar.
Bu marşın hikayesini, bilir misiniz?
Bilseniz de yine anlatayım, okuyun isterseniz: Azerbaycan’da birbirine sevdalı iki genç yaşarmış . Tek istekleri, arzuları Anavatan'a Türkiye gelmekmiş, geçmekmiş…Çünkü o dönemde Ülke Ruslara esir, Komünizmle yönetilmekte. Hürriyet yok, hak hukuk yok, insan hakları yok. İnsanlar devletin esiri, devlet baskısı hat safhada. İslami inanç yasak. Müslüman olduğunu söyleyemiyor, yaşayamıyorsun.
İki sevgili anlaşırlar el ele verip kaçarlar. Ailelerinin rıza göstermemelerine rağmen, Karadeniz kıyısına gelirler. Oradan kayıkla karşıya Türkiye sınırına geçmek, muratları…Sınır boyu kayık ararlar şüpheli durumları göze batar. Kayıkçılarla pazarlık yaparken, Rus istihbaratı tarafından vurularak, şehit edilirler.İki sevgili al bayrağa bakarak, can verir.
Sırmalar saçsam sağına
İnciler dizsem soluna
Fırtınalar dursun yana
Yol ver Türkün sancağına
Şiirin devamı bu şekilde mısralarla devam eder...
İki gencin Anadolu’ya, bayrağa olan sevdaları marş olarak bestelenir.Hem Azerbaycan da, hem Türkiye de bu marş çok sevilir. Bozkurt yapılarak söylenmesi ayrı bir zevk verir, insana. İstiklal Marşı söylüyormuşçasına haz alır, gurur duyarsınız.
Azeri Sanatçı Zeynep Hannarova söyleyecekte, dinleyeceksin... O ayrı bir zevktir… Her türlü duygunun harmanlanarak söylenmesi bu olsa gerek..
Dalgaların sevdalarına mezar olduğu, başka bir halk türküsü vardır.
ARDA BOYLARINDA,Yine Karadenizli iki sevgiliyi anlatır, dalgalar. Birbirini seven, fakat annesinin evlenmesine rıza göstermediği bir sevda türküsüdür. Türküden ziyada ağıda benzer.
Anne başka bir genci tercih eder, kızı o delikanlıya vermeyi ister, verir de. Fakat iki sevgili buna rıza göstermez ve kaçarlar.Kendilerini kayıkla denize bırakırlar… Fakat zalim dalgalar her iki sevgiliyi de koynuna alır ve yutar.
Arkasından bu türkü yakılır…
Arda boylarına ben kendim gittim,
Dalgalar vurdukça can teslim ettim
Ah! Anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Bu genç yaşta denizlere attı ya,! beni.. .
Nice sevdaların anlatıldığı dertlerine ortak olmuştur, dalgalar…Kıyısında elinde terlik, köpüklerinin ayaklarına değerek hürriyeti, özgürlüğü hissederek yürümekte ayrı bir hoşluk verir insana…
Dönüp te arkanıza baktığınız zaman aslan gibi ağzını açmış, dilini uzatmış korkunç bakışıyla karşılaşırsın. Bir anda ürperirsin. Biraz önce hissettiğin romantik hal gider. Eyvah! beni yutacak, içine çekecek gibi hissediyorum dersin. Kıyıdan uzaklaşarak kaçmak gelir, içinden. İç içe girift bilmeceler, insanı alt üst eden ruh hali.Zannedersem başka bir tabiat hadisesinde yaşayamayız...
Ama yine de dalgalara bakıp, düşünmeyi, seyretmeyi çok severim. Köpük köpük ayağına çarpacak, meydan okurcasına ufka bakıp, yüzerek, kulaç atarak mücadele edeceksin…
Çocuklara “Bu dalgaları canavar gibi düşünün hadi hucum edip canavarı yenin” diye saldırı emri vereceksin…
Oğuz Kağanın, Tepegöz adlı canavarı gözüne bıçak saplayıp, öldürdüğü gibi…Nasıl düşünürseniz öyle mizansen hazırlar, akıl, hayal gücünüz size rehberlik edecek…
Mesela şöylede düşünebilirsiniz: Büyük davalar ummanlara benzer, pislik barındırmaz, dışarı atar, deyip güzel şeyler de hayal edebilirsiniz.. .
.
.
.