Gezi yazılarını okumayı çok severim. Yazmayı da seviyorum. Çünkü insan tanıdığı müddetçe sever. Gezip, görmek, havasını teneffüs etmek, kişide aitlik duygusu oluşturur. Vatanını gezen, gezdikçe tanır, tanıdıkça sevmeye başlar. Her sevginin temelinde tanımak yatar.
Seydişehir'den Isparta'ya yolculuk yapmak beni hep sevindirmiş, mutlu etmiştir. Bu yolu çok severim.
Yol güzergâhı hep yeşildir. Sağlı sollu, yeşil labirentlerden geçiyor, hissine kapılırsınız. Elma bahçeleri, seralara bakarken hayran hayran birden masmavi Eğirdir Gölü karşınıza çıkar. Ama güzelliği yeşilden sonra görebilirsiniz. Göldür ama umman hissi verir. Bakmaya doyamazsınız. Gölün içeriye doğru uzanan ada kısmı vardır.
Aklınıza Kardak Adasına dikilen Türk bayrağı gelir… Şu anda 18 tane Yunana verilen adalar aklınıza gelir...
Aklımız, gönlünüz çatışır, niçin neden dersiniz. Mete Han gelir.. Aklınıza. Mete iktidara yeni geçmiştir. Babasıyla yaptığı iktidar mücadelesinde kazanmıştır,(Babası Teoman) Ama devlet zayıf düşmüştür. Yeni yeni toparlanıp, askere düzen vermeye başlamıştır.
Şu andaki askeri sistemin kurucusu, Mete Handır. Onluk, yüzlük, binlik, onbaşı, yüzbaşı, binbaşı isimlerini kendisi vermiştir. Islık çalan oklar… Bozkır taktiği dediğimiz, hilal şeklinde düzen kurup, kapan haline getirmek onun zamanında gelişmiştir)
Bunu yakinen takip eden, Çinliler fırsatı değerlendirmek isterler. Elçi göndererek kendisinden o dönemde çok ünlü olan kır atını isterler. Bu isteği Hanla beraber dinleyen ihtiyar heyeti, komutanlar, danışmanlar hemen ayağa kalkıp tepki gösterirler. Nasıl olurda Hanın atı istenir. Mete çok sakindir, eliyle mecliste ayağa kalkanları oturtur, atı çözün, elçilere verin der. Herkes sükûtu hayale uğramıştır.
Aradan kısa bir zaman sonra Çin Heyeti yine gelir. Amaç Türklerin zayıf anında savaşıp, Hun Devletini çökertmektir. Mete Han bunu bilerek sürekli devleti, askeri alanda ekonomik alanda güçlendirmektedir. Çin elçileri yine gelir. Mete Elçilerine sorar, derdiniz ne ne istiyorsunuz?
Çin Elçisi utanmadan :
“Kraliçeyi istiyoruz “ der. Yani Mete'nin Hanımını istemektedirler. Hemen komutanlar kılıçları çekerler, emir beklemektedirler. Mete Hanın elleri titremekte, dişleri gıcırdamaktadır.. Ama sakin olmaya çalışır. Mete Han:
“Prensese söyleyin yola çıkmak için hazırlansın” der..
Ama bu karara, heyet çok sinirlenir. Fakat itiraz edemezler. Hanın bir bildiği vardır diye düşünürler. Bazı kaynaklara göre prenses yolda yüzüğündeki zehir içerek kendine kıymış, intihar etmiştir.
Yine bir müddet geçer, Çin Heyeti yine gelir. Herkes merak içindedir, bu sefer ne istenecektir. Çin Elçisi söz alır, kuş uçmaz kervan geçmez bir toprak parçası vardır. Taşlı ekilip biçilmeyen, orayı istemektedirler. Mete Han, arkadaşlarına bakar, tepki gösterecek var mı diye. Kimsede tepki yoktur.
Birden ayağa fırlar, elçileri huzurundan kovar. “Savaşacağız, savaş alanında görüşürüz” der. Ama İhtiyar heyeti, Komutanlar, çok şaşırmışlardır. Öyle ya! Kır at verilmiş, prenses verilmiş, çorak bir tarlanın, toprağın ne hükmü olabilir ki.. Mete Han, meclise döner, açıklama yapar..
“Kır at benimdi verdim. Prenses benimdi verdim. Ama toprak Milletimin verilmez, veremem der.Savaşıp intikamımızı alacağız” der. Ve savaşır intikamlarını alırlar.
Neyse bu hikaye aklıma geldi. Türk'ün devlet şekli, yönetmesi, toprağın önemini anlatan çok önemli bir olaydır. Ve şimdiki acınası halimiz
Dostlar sözde gezi yazısı yazacaktım tarihe geçiverdim. Yürek yangında olunca ister istemez olaylar yazılmak için beyne, dile, gönle hücum ediyor.
Yine kafamı pencereden yana çeviriyorum, karşımda kasa kasa elmalar, yollarda sergileniyor. Meşhur Eğerdir elmaları. Yeşilin, gölün havasıyla elmalarda ayrı bir lezzet oluşmuştur. Bu yörede, Eğirdir elması meşhurdur. Gözünüzün alabildiğince elma bahçeleri görünür. Elma bahçelerinin bitimi Eğirdir gölüdür.
Eğirdir’in girişi biraz dönemeçlidir. Ama içi şahanedir. Hele Eğirdir’e çıkarken, komandolarımızın yazmış olduğu, "güçlüyüz, cesuruz, hazırız" yazısını okuyunca emin ellerde olduğunuzu bilirsiniz..
Arabayla geçerken Öğretmen Evinin göl kenarında yazın oturulan çay bahçesi vardır. Rahmetli beyim ve çocuklarımla çok güzel hatıralarımız vardır orada. Her gidip gelişimizde mutlaka girer tostunu yer çayını içerdik.
Isparta'nın girişi yol boyunca hep yeşil, tarladır. Üzüm bağları karşınıza çıkar, bağlarda çalışan ama her mevsim kişiler görürsünüz. Yöre insanı hemşerilerim gerçekten çok çalışkandır.
Yalnız bu yolda hep beni rahatsız eden bir isim vardır." Barla". Geliş gidiş isme bakarak hep söylenmişimdir. Hatta bedduaya yakın söylenirdim.
Niye diye bilmeyenler sorabilir. Saidi Nursi (Kürt Sait) buraya sürgün gelmiş. Tabii yörede çok çeşitli efsaneler anlatılır. Zamanında Nurcuların, Fetöcülerin ziyaretgahıydı. Oraya giden sözde hacı oluyordu.Şimdi ne durumda bilemem. Öyle anlatılırdı, zamanında.
İşte böyle düşünceler içindeyken otobüsümüz otogara gelmiş...Otobüsten inince sizi gülden elde edilmiş çeşit çeşit ürünler karşılar. Hepsi mis kokulu, gül kokuludur... Lokumundan tutun, sabun, şampuan, krem, losyon, yüz temizleyiciler vardır. Dükkanların önünde gül fidanı da görüp, alabilirsiniz. Aklınıza Peygamber Efendimiz gelir. Gül Muhammet...
Artık kardeşimin evine gitme zamanıdır. Yarın Memleketim Burdur'a gideceğim. Sılayı Rahim zamanı. Uzun zamandır gidemediğim memleketim, Yörükler Diyarı, Teke yöresi. Gençliğimin geçtiği, ülkücülüğümün mihenk taşı, can dostlarımın yaşadığı, unutamadığım okul yıllarım.
Ülküdaşlığımızın, dostluğumuzun vefanın zirvede yaşadığımız hâlâ devam ettirdiğimiz arkadaşlıklarımız.. DOSTLUK DERECESİNDE....