Kazakistan’lı Prof. Dr. Dosay KENJETAY’ın “Hoca Ahmet Yesevi’nin Düşünce Sistemi” adlı (Hoca Ahmet Yesevi Ocağı Yayınları, Ankara 2003) kitabından çıkarttığım özete ve alıntılara bağlı kalarak yazımıza devam edelim.
“Eski Türk Düşünce sistemindeki insan, bugünün rasyonel dünya görüşteki insanı gibi gerçekleşmekte olan olayların basit bir seyircisi değildir. Eski Türk Düşünce sisteminde insan tabiatla iç içe uyum içerisindedir. Eski Türk toplum insanı için bu evren amaçsal aksiyolojik âlemdir. Eski Türk Düşünce sistemindeki insan, doğuşundan ölümüne kadar olan hayatî sürecini aynı amaçsal aksiyolojik âlem içerisinde geçirmektedir. Eski Türk Düşünce sistemindeki insan olgusunu kavrayabilmemiz için eğitim sürecine dikkat etmemiz gerekmektedir. Eğitim kurumunun kaynağı da insanın kültürel temeli ile değerleridir.
L.N. Gumilev’e göre Eski Türk Düşünce sistemi, maddî değerlere nazaran atalar ve onların zaferleri hakkında kuşaktan kuşağa aktarıla gelen ruhanî değerlerde, sözde hayat bulmuş ve devam etmiştir. Gureviç’in de, ‘değerler, insanın davranış ve ahlaklarını ortaya koyan mizandır’ ifadesi dikkate şayandır. Eski Türkler hakkında, İbn Haldun ‘Mukaddime’ adlı eserinde; Türklerin şehirlilere nazaran, iyilik ve fazileti benimsemeye meyilli olduklarını, sadece ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda mülk edindikleri, dünyaya ve servete düşkün olmadıklarını, şehirlilere nazaran, çok cesur, alçak gönüllü ve ailesinin, malı ve canının güvenliği ve dış düşmanlara karşı savunmada sadece kendilerine güvendiklerini, her zaman silahlı, dikkatli, az uyku, çoğunlukla at üzerinde uyuduklarını vs. kaydetmiştir. P.Karpini ve G.-de Rubruk, Türklerde adam öldürme ile zinanın cezası ölüm olduğunu, kımız ile atın önemli bir yeri olduğunu, gıdalarının yetersiz olmasına rağmen kendi aralarında eşit paylaşıldığını, önderlerine saygılı ve sadakatli olduklarını yazmaktadır. Ü.Hassan, Türklerin hürriyetlerine düşkün olduklarını, namus ve haya konusunda ‘canım arımdan (şerefimden) sonra gelir’ ilkesine dayandıklarını vurgulamaktadır. Eski Türk toplumunun ‘düzen ve saygı’ ilke ve değerlerinin en üst düzeyde ifşa edildiği örnek bir toplum olarak nitelemektedir. Amacımız, Eski Türk insanını çevreleyen değerler nizamı ve ilkelerini kavramaktır. Dolayısıyla sıraladığımız, Türk özelliklerinden yola çıkarak, Eski Türk toplum insanını şekillendiren, ahlaki ve etik değerler nizamını net kavramlarla açıklamak mümkündür.
Eski Türk Düşünce sistemine göre Eski Türk insanının hayatı sürekli hareket ve mücadeleyle doludur. Dolayısıyla, bu hayat düzenini devam ettirmenin tek yolu askeri güç temelindeki kandaşlık birliktir. Eski Türk toplumu insanının dünya görüşsel ve diğer değerleri aynı güç ekseninde oluşmaktadır. Adalet, cömertlik, merhamet, cesaret, doğruluk, muhabbet ve dostluk gibi kutsal anlayışlar aynı güç ekseninde oluşmuş manevi değerlerdir. Toplumda en çirkin adet veya huy yalan söylemektir. Eski Türk toplumu insanı ruhu saf, alçak gönüllü, dayanıklı, savaşçı ve sürekli bir halden hale değişim içinde olduğu ve hareketi sevdiği için o kültür veya toplum da dinamik bir hal almaktadır. Dinamik bir toplumun insanları arasında sürekli dayanışma, karşılıklı saygı ve sevgi bağları bir ilkesel gereklilik halini andırmaktadır.
Eski Türk Düşünce sisteminin esas özelliklerinden biri de âlemi, yani bu dünyayı kültürleştirmektir. Alemi zaman ve mekan içerisinde boyutlar, istikametler, tabakalar, semboller, ayinsel törenler ve dini merasimlerle işlevsel hale getirerek değerler düzeni ve canlı bir hayat evrenine dönüştürmeyi ‘alemi kültürleştirmek’ olarak kabul ediyoruz. Eski Türk Düşünce sistemindeki insanın halini felsefedeki zaman, mekân, hareket, varlık, şuur, âlem, bilgi gibi kavramlarla ölçmek gerekir ise, onun kültürü ve toplumu statik şehirli kültüre nazaran daha canlı ve dinamik bir toplum olduğu anlaşılmaktadır. Bu hareket olgusunun sürekli tekrarlanan istikameti, zamanı ve mekânı bellidir. Eski Türk toplumu insanının canını da malını da çevreleyen değerler âlemi, belli bir istikamet, belirli bir zaman ve kutsal mekânı, vatan toprakları üzerinde hareket etmektedir.
Göçebe toplum demek bir düzensiz göç etmek demek değildir. Diğer bir ifadeyle, eski Türk insanının hareketi zamanla, istikameti de mekânla uyum içerisindedir. Onun göçü, hareketi, yani mekân değiştirmesi zamana bağlıdır. Onun mekânı da yıl mevsimlerine göre ilkbaharda ‘kökteme’, yazın ‘Yayla’, sonbaharda ‘Küzeu’ ve kışın da ‘Kıstau’ olarak mekânın ismi de değişmektedir. Bu mekân adları Eski Türk Düşünce sistemi toplumu veya ulusunun devlet hudutları işlevini de görmektedir. Bu mekânlar, Tanrı tarafından verilmiş bir miras olduğu için kutsaldır, cennet vatandır.
Buradaki her bir istikamet veya uzamın taşıdığı özel anlam ve simgeleri mevcuttur. Örneğin, Eski Türk Düşünce sisteminde Doğu, ilkbaharı, erken sabahı, hayatın başlangıcını, ön tarafı, yani istikameti, evin (otağın) girişini vs. mevsim, zaman, istikamet, kaide ve exzistansiyalist anlamları ifade etmektedir. Eski Türk toplumu insanı otağının kapısının Doğu’ya dönük vaziyette kurulmasına özen göstermektedir. Batı ise, son baharı, hayatın ikinci yarısını, otağın en şerefli köşesi olan “törü” ve “ruhlar dünyasını”; Güney ise, yazı, öğle vaktini, kayatın olgunluk çağını, alemin yukarı tarafını ve otağın erkeklere ait köşesini; Kuzey ise, kışı, geceyi, hayatın sonu, yani ihtiyarlık dönemini, alemin aşağı tarafını, ölülerin dünyasını, otağın kadınlara ait köşesini simgelemektedir. Bütün bunlar Eski Türk Düşünce sistemindeki alemi uzamsal açıdan kültürleştirmenin önemini sergilemektedir. Çünkü toplumu toplum yapan unsur ise kültürdür. Kültür, toplumu meydana getiren değerler manzumesidir. Değerler ise, insanın manevi ve metafizik âlemlerle inanç düzeyinde olan ilişkilerinden, yani dininden kaynaklanmaktadır.
Eski Türk kültürü evrensel bilgiyi elde etmenin, âlemi tanımanın en gelişmiş örneğini gösteren kendi başına fenomendir. İnsan bu bilgi sonucunda tabiata, evrene olan sevgiye ulaşmaktadır. Bu evren, onlar için canlı ve kutsal bir işaretler dünyasıdır. Buradan da, Eski Türk toplumundaki insan ruhu ile ‘tabiat ruhu’ arasında dil ile tasvir edilemeyen bir uyum ve birlik halinin mevcut olduğunu düşünmek mümkündür.
Eski Türk toplumu insanının hareketi de zaman ile uyum içindedir. Felsefede ise, zaman dediğimiz harekettir. Bu hareket, mekân içerisinde sistemli bir şekilde tekrarlanmakta olan harekettir. İnsanın şuuru, tarihi hafızası sürekli hareket ve devamlı yenileşme içindedir. İnsan hayatının her bir aşamasında yaşadığı psikolojik anı, geçtiği mekânlarla birlikte hafızasında taşımaktadır. Dolayısıyla onun, hareket ettiği mekân, sadece basit tabiat güzelliklerini taşımayıp, aynı zamanda onun hafızasını canlandıran ve tazeleyen bir tarih metnidir.
Eski Türk toplumu insanı tarihi, bugün olduğu gibi, kitap sayfalarında değil de canlı hafızalarında yaşatmaktadır. Bu tarih, ‘bengü’ tabiata veya evrene yazılmış veya kazınmış tarihtir. Eski Türk Düşünce sisteminde tabiat ebedidir. Eski Türk toplumu insanının tarih anlayışı, ebedi tarih içindeki sürekli ve hür hareket zemini üzerine kuruludur. Tabiat ebedi kabul edildiğinde, insan da, tarihi de ebedidir. Öyleyse, Eski Türk Düşüncesi, insan ile evrenin uyumu üzerinde oluşmuş bir felsefedir.
Eski Türk Düşünce sistemindeki insanın en belirgin özelliği, namus ve birlik kavramına olan sadakati ön plandadır. Eski Türk toplumu insanı aynen fethedilmesi zor bir kaleyi andırıyordu.”
Haftaya devam…