13 Aralık Çarşamba günü “Bağımlılıklarla Baş Etmede Stres Yönetimi” konulu bir panele katıldım. “Stres nedir? Stres nelere sebep olur? Stresle baş etmenin yolları nelerdir?” gibi teorik bilgiler aktarıldı.
Stres bugünün meselesi de değildir; insanlığın yaradılışından bu yana vardır. İlk insanlar da stresle karşılaşmışlardır ama idrak edememiş olabilirler. Herhalde sözcük hayatımıza yeni girdiği için konuşuluyor ve tartışılıyor. Çünkü stres; hastalıkların başlangıcı ve tetikleyicisi sayılıyor, kronik ve psikolojik hastalıklara sebep oluyor.
Bugün biyoloji, antropoloji, psikoloji, tıp gibi bilim alanları ve teknoloji ilerledi. İnsan, her yönüyle tahlil ediliyor ama hastalıklar önlenemiyor. Beslenme alışkanlığımız, besinlerimiz, yediklerimiz, içtiklerimiz bozulduğu için hastalığa sebep oluyor, artıyor.
Stresin sebeplerini ortadan kaldırmaya veya engel olmaya gelince, konu cevapsız kalınıyor. Çünkü çözüm mercii; iktidar, yani mevcut yönetimdir. Çözümü hususunda çabaları var mı, derseniz; aşağıda sıralayacağım sebeplerle yok diyeceğim. Aksine, gidişata bakılırsa geleceğimiz daha da kötü olacak gibi, “milletimizin kimyası bozuldu!..”
Stres eğitimleri
Bilimin ortaya koyduğu sonuçları -yeni buluşlara kadar- doğru kabul ediyoruz. Stres konusunda da eğitim şart. Stresi, milletimize anlatmak, öğretmek ve tedbir almak zorundayız.
Tabii ki stres, çoğu zaman bizim irademiz dışında gelişiyor ve strese etki eden birçok faktörler var. Mesela çevre faktörü bunlardan biri. Eğitimlerle stresi bir dereceye kadar kontrol edebiliriz. Türk Eğitim-Sen’de yöneticiyken 2008 yılında (15 yıl önce) yürüttüğümüz “Eğitimde Çalışma Barışı (ÇABA)” projesinden, kısaca bahsetmek isterim.
Projeyle pilot 10 ilde 20 toplantı yaparak şube yöneticilerimizi ve ildeki kamu görevlilerine eğitimler vermiştik. Eğitimde görevli hocalardan biri de Prof.Dr. İsmail Üstel’di. Hoca, derslerinin bir bölümünde stresi işlemiş, verdiği şu iki örnek dikkatimi çekmişti: “Her insanda stres olur, olmalıdır. Aşırı olmamak kaydıyla duruma ve ortama göre faydası da vardır. Önemli olan onunla baş etmeyi bilmektir. Nasıl ki, aracımızın lastiğine -basıncı ayarlayarak- hava basıyorsak; çok farklı etkenleri olsa da stresimizi ayarlamaya, kontrol etmeye çalışmalıyız. Eğer lastiğe havayı az veya çok basarsak; hem lastiğe ve arabaya zarar veririz hem de yakıt tüketimimiz artar. Arabayı sağlıklı kullanamayız.” İkincisi, “insan stresinin sıfır (0) olması demek, ölmüş olması demektir; ölen insanda stres olmaz.”
Stresi yaratanlar
Bilimsel toplantılarda, nedense stres teorik olarak anlatılıyor ama özellikle siyasi sebepleri konuşulmuyor; çekiniliyor.
Gelişmiş ülkelerde stresin sebepleri farklı olabilir. Ülkemizde ise stresin her türlüsünü yoğun şekilde yaşıyoruz. Maalesef! Ülkemiz ortamına bakınca, stres olmamak mümkün değil. Bu durumu, ülkenin iyi yönetilmediğine ve beceriksizliğe yorarken; bazan “özellikle mi yapıyorlar acaba?” diye düşünüyorum. Her daim gündem değişiyor; sürekli yeni gündem oluşturuluyor. Vatandaşın esas sorunları unutuluyor, konuşulmuyor. Bu, iktidar için çok kolay oluyor: Çünkü ulusal, yerel ve sosyal medyanın %90’ı ellerinde ve konuşan maaşlı adamları dolu!.. Ayrıca, şeffaflık da olmadığından bu şekilde algıyla yapılanlar gizlenmeye çalışılıyor.
Aslında sizin de bildiğiniz, stresimizi tetikleyen bazı örnekleri sıralayalım:
-Ekonomik kriz sebebiyle enflasyon, hayat pahalılığı ve döviz devamlı artıyor; hepimiz gitgide fakirleşiyor.
-Nüfusun 10-11 milyonu, “bir eli yağda, bir eli balda” mutlu yaşarken geri kalanlar geçim zorluğu yaşıyor.
-Ekonomik kurallara aykırı olarak faiz düşürülüyor ve ülke ekonomisi çıkmaza sürükleniyor.
-Cumhuriyetin yoksulluk yıllarında meydana getirdiği kuruluşlar, değerlerin çok altında haraç mezat satılarak elden edilen 71 milyar dolarlık gelir, gereksiz işler ve yatırımlarla çarçur ediliyor. Ama hazine de tamtakır!..
-Kolay para kazanma yolları açılıyor: Yolsuzluk, hırsızlık, dolandırıcılık, rant dedikoduları ayyuka çıkıyor; bazıları da yattığı yerden para kazanıyor.
-Bir de fenomenler çıktı başımıza!.. Sanki iyi bir şeymiş yapıyorlarmış gibi -halkın gözüne sokarcasına- televizyon programlarına çıkıp görgüsüzlüklerini, yüzsüzlüklerini ve ahlâk seviyelerini ortaya döküyorlar.
-Uyuşturucu satıcıları rahatlıkla her yerde dolaşıyor, madde bağımlılığı artıyor, son günleri operasyonlar yapılsa da engelleyici çalışmalar ya yapılmıyor ya da yetersiz kalıyor.
-Gençlerimiz iş bulamadıklarından sağ-solda, kafelerde, kahvelerde, barlarda gün geçiriyor; harçlık için anne-babalarının eline bakıyor.
-Kendileri için büyük harcamalar yaptığımız yetişmiş beyinler yurtdışına gidiyor.
-Turistler, ticaret erbabı, dış devlet görevlileri ve öğrenciler hariç ülkeye eğitimsiz, niteliksiz, görgüsüz yabancılar dolduruluyor. Bunların işlediği adlî vakalar ve cinayetler artıyor.
-“Devletin temeli adalettir” ama adalete güven kalmamış; haklı hakkını alamıyor. İnsanlar, kendileri adalet dağıtmaya(!), yasa dışı yollarla hak aramaya veya menfaat sağlamaya çalışıyor.
-Her kesim (aile efradı dahil) birbiriyle kavga ediyor. Caddede, sokakta, çaşıda pazarda yaşanan kabadayı, görgüsüz, maganda davranışlar gırla gidiyor. Kadın cinayetleri, nobranlıklar; insanın hiç değerinin olmadığını gösteriyor.
-Silahlanma, şiddet ve gürültü kirliliği çoğalıyor. Sokağa çıkanlar neyle karşılaşacağını bilmeden “Allah’a emanet” dolaşıyor.
-Barış ve kardeşlik denilen spor bile kavgaya sebep oluyor.
-Kişilikli ve ilkeli bir siyaset yapılmıyor. Milletvekilleri daha yeni seçilmişken, seçmene olan vefasını ve saygısını unutup çeşitli bahanelerle istifa edebiliyor; doğruyu söyleyenler partilerinden uzaklaştırılıyor.
-Yöneticilerimiz ve siyasilerimiz; “gözlerini pörtleterek” sert, kırıcı, seviyesiz, ötekileştirici, gerekli- gereksiz konuşmalar yapıyor; her gün farklı konuşarak geçmiş sözleriyle çelişiyor, yalan konuşuyor.
-Ülke, “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen acayip bir sistemle yönetiliyor ve doğru/yanlış bütün kararları bir kişi veriyor.
-Anayasa üzerine yemin edenler, Anayasa’ya uymadığı gibi çiğniyorlar; bir de yeni Anayasa lafı ediyorlar!.. Ne için?..
-TBMM -yeni sistem yüzünden- işlevini kaybediyor. 600 milletvekili, sadece el kaldır-indir şeklinde çalışıyor. Vatandaş lehindeki hiçbir önerge geçmediği gibi kürsüde konuşurken arada bir hır-gür çıkarıp birbirlerine giriyorlar.
-Bakanlarımız Cumhurbaşkanını anmadan ve temenna sunmadan konuşmaya başlayamıyorlar.
-Yandaş diye iş bilmez, beceriksiz, liyakatsiz, ehliyetsiz insanlar kadrolara getiriliyor; devletin hafızası ve fonksiyonu yok ediliyor.
-22 yıldır iktidarda başka bir parti varmış gibi yanlışları hiç üzerlerine almıyorlar; bir de üste çıkıyorlar.
-Muhalefet de beklenilen güveni veremiyor. Ülke ve vatandaş çıkarına işlerde iktidara baskı kuramıyor. Sadece karşılıklı sert söylemlerle bizleri geriyorlar.
-Dış politikanın devletler/ ülkeler arasında çıkar ilişkilerine dayalı olduğu bilindiği halde “dostum- arkadaşım” diye başlanılıyor, sonra düşman olunuyor, aranın düzeltilmesi için uğraşılıyor. İşgaldeki 20 adamız boşaltılmış gibi şimdi de Yunanistan’la dostluk kurulmaya çalışılıyor!.. Bu zikzaklar ve yapılan konuşmalar devletin saygınlığına gölge düşürüyor.
-Kendilerini din adamı süsü veren bazı cahil, ukala, cüretkâr, ahlâksız kişiler, yaptıkları konuşmalarla dine büyük zarar veriyorlar. Gerçek din yerine uydurulmuş bir din anlatılıyor. Maalesef! Dinimiz çok zarar görüyor ve insanlar dinden soğuyor.
-Bu dönemde ne kadar dinî ve millî değerlerimiz varsa yerlerde sürünüyor.
-En büyük Türk, Atatürk’ü silmeye çalışıyorlar ama bir türlü milletin gönlünden silemiyorlar.
Sonuç olarak; stresle yaşanan bir ülkede hasta olmamak mümkün değil. Ama, bu seferde -zenginler hariç- hastanelerden sıra almak, ilaç bulmak, tedavi olmak sorun oluyor. Gözlemime gelince, iktidar her şeye kayıtsız ve duyarsız kalıyor.
Türk milleti, tarih boyunca hep stresli hayat yaşadı ama bu kadar “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” olmadı…