Prof.Dr.Mehmet Kaplan; “Kültür’ kelimesi Türkçeye Fransızcadan girmiştir. Fransızca ‘culture’ kelimesi ve Latince ‘toprağı sürmek’ manalarına gelen ‘cultura’ kelimesinden türemiştir. Kelime daha sonra ‘insan vücudunu ve ruhunu terbiye etme, sanat ve fikir eserlerini geliştirme’ manalarını da içine alan bir genişlik kazanmıştır.” demektedir.
“Türk Milletinin Kültürel Değerleri” başlıklı makalesinde ise (türkdili.gen.tr); “Türkiye’de kültür konularını ilk defa ciddî ve ilmî bir şekilde ele alan ve onu millî varlığın temeli yapan Ziya Gökalp, kelimenin kök manasına uygun olarak ‘hars’ kelimesini kullanmıştır. Son yıllarda yine kelimenin kök manasına uygun olan ‘ekin’ kelimesi kullanılmakta ise de henüz yaygın hale gelmemiştir.
İlim ve fikir adamlarının çoğu ‘kültür’ kelimesine ‘tabiat’a zıt bir mana vermektedirler. İnsanoğlunu diğer hayvanlardan ayıran taraf, tabiatın verdiği ile yetinmemesi, onu değiştirmesi, kendi emrinde kullanması ve aşmasıdır. Bu maksatla vücuda getirilen maddî ve manevî her şey, ‘kültür’ sahasına girer.
‘Kültür’, maddî ve manevî her şeyi işlemek ve geliştirmek demektir. İnsanoğlu tabiatı işleyerek kendi iradesi altına aldığı gibi, kendisini de maddî ve manevî olarak işlemiştir. Teknik tabiatı, spor ve tıp vücudu, sanat duygu ve hayali, ilim ve felsefe düşünceyi işlemekle vücuda gelmiştir.
‘Kültür’ asırlar boyunca gelişmiştir. Bu gelişmede çeşitli kültürler arasındaki münasebetlerin büyük rolü vardır. Milletler tarih boyunca birbirlerinden maddî ve manevî pek çok şey almışlardır.
Fakat şahsiyet sahibi milletlerin kendilerine ait kültürleri de vardır. Yüksek seviyede olan hiçbir kültür ‘saf’ değildir. Medenî milletlerin istisnasız hepsi başka milletlerin kültürlerinden istifade etmişlerdir.
Büyük Fransız şair ve fikir adamı Paul Valery ‘aslanın vücudu yediği hayvanlardan oluşur’ der. Bu fikir, fertlerin kültür hayatına uygun olduğu kadar millî kültür sahasına da uygundur. Nasıl bir fert, maddî ve manevî şahsiyetini dışardan aldığı gıdalarla geliştirebilirse, milletler de öyledir… Her fert ve millet dışardan kendi bünyesine uygun olanları seçer… Nasıl hayvanlar ve insanlar dışardan bünyelerine uygun olmayan gıdaları alınca rahatsız olur, hastalanır, hatta ölürlerse, millî varlığa uygun olmayan yabancı kültürler de milletleri öldürebilir...
Türkler Çin’de Milattan çok önce hanedan kurmuşlardır… Fakat bunların çoğu büyük Çin denizinde erimişlerdir. VIII.yüzyılda Orta Asya’da Orhun nehri kıyılarında dikilen Göktürk kitabelerinde Çin tesirinden büyük bir dehşet ve korku ile bahsedilir. Göktürk kitabeleri hayret verici bir uyanıklıkla Türklere, kendi millî kültürlerine sıkı sıkıya sarılmalarını vasiyet eder.
Türkler akıncı bir kavim oldukları için, gittikleri ve yerleştikleri her yerde yabancı tesirlere maruz kalmışlardır. Yalnız Çin’de değil, başka ülkelerde hanedan veya devlet kuran Türklerden de zamanla yok olanlar vardır… Yalnız İslâmiyet birçok bakımlardan eski Türk medeniyetine uygun olduğu için, muazzam tesirine rağmen Türklüğü yok edememiş, tam aksine onun asırlarca süren büyük bir devlet ve medeniyet kurmasını sağlamıştır…
Bu başarının başlıca sebebi, Anadolu’ya gelen Türklerin yerli kavimlerden çok ve kuvvetli olmalarıdır.
Türklerin en belirgin özelliği, ‘hür ve müstakil olarak yaşama, dünyaya hâkim olma iradesidir.’ …Türk, münasebette bulunduğu veya idaresi altına aldığı kavimlere saygılı ve âdil olmasını da bilmiştir…
Türklerin Anadolu’da ve Balkanlar’da vücuda getirdikleri kültür ve medeniyet, tarihin en güzel, en üstün, en insanî, en ince medeniyetlerinden biridir. Türkiye’ye gelen Avrupalı seyyahlar, edebiyatçılar, fikir adamları, ressamlar, bu medeniyet ve sanat eserleri karşısında duydukları hayranlığı belirtmekten geri kalmamışlardır…
…milletler de umumiyetle kendilerinin vücuda getirdikleri kültür eserlerinin değerini pek fark etmezler. Bunun sebebi, yarattıkları eserlerin onlara çok tabiî gelmesidir. Bir Türk için halıdan, kilimden, yoğurttan, şiş kebaptan, Süleymaniye camiinden, Yunus’tan, Mevlevî ayininden, Erzurum barlarından, Köroğlu’ndan, Kerem ile Aslı’dan, misafirperverlikten, iyilikten daha tabiî ne olabilir?..
Fakat Türk kültür ve medeniyetiyle ve Türklerle ilk defa karşılaşan yabancılar için bunlar yeni ve orijinaldir. Bundan dolayı bir Türk’ün kendi milleti ve kültürü hakkında canlı fikirler edinmesi için onlara adeta yabancı gözüyle bakması lâzımdır…
Bir kültürün içinde yaşamak başka, onun üzerinde düşünmek başka bir şeydir. ‘Millî’ adı üstünde bir ‘şuur’ yani ‘farkına varış’, yeni deyimle ‘bilinç’ demektir.
Türkler, kendilerine has kültür değerlerini bilmedikleri, onlar üzerinde kafa yormadıkları, onların millî varlık bakımından taşıdıkları değeri ölçmedikleri için, pek çok şey kaybetmişlerdir… ‘Millî şuur’ kendi milletinin varlığını tanımak ve bilmek demektir...”
Prof.Dr.İbrahim Kafesoğlu “Türk Milli Kültürü” adlı eserinde (Ötüken Yayınları, Yayın No: 376, Kültür No:128); “Kültür kelimesinin çeşitli manaları vardır. Aslında Latince’de ‘toprağı işleme’ demek olan bu tâbir, sonraları Batı Avrupa dillerinde kazandığı ‘yüksek umûmî bilgi’ manası ile Türkçeye de girmiştir. Kültür sözü biraz daha hususîleştirilerek şu tabirlerde de kullanılmaktadır: İbtidaî kültür, ileri kültür, beşerî kültür, teknik kültür, yerleşik kültür, aşiret kültürü, kültür kavimleri- tabiat kavimleri vb... Fakat bu deyimlerde de ‘kültür’ün manası, gereği kadar açık değildir. Başta sosyologlar ve sosyal psikologlar olmak üzere, umumiyetle kültür tarihçilerince ‘kültür’ kelimesinin ilmî yönden ifade ettiği kavram aşağıdaki şekillerde belirlenmeğe çalışılmıştır:
-Bilgiyi, imanı, sanatı, ahlâkı, hukuku, örf-âdeti ve insanın cemiyetin bir üyesi olması dolayısiyle kazandığı diğer bütün maharet ve itiyatları ihtiva eden mürekkep bir bütün. (E.B.Taylor)
-Bir topluluğun yaşama tarzı. (C.Wiesler)
-Atalardan gelen maddî-manevî değerler yekûnu. (E.Sapir)
-İnsanın tabiatı ve kendini idare etme yolu ile bizzat meydana getirdiği eser. (A.Young)
-Bir toplulukta örf ve âdetlerden, davranış tarzlarından, teşkilât ve tesislerden kurulu ahenkli bütün. (R.Thurnwald)
-Umumî olarak inançlar, değer hükümleri, örf ve âdetler, zevkler, kısaca insan tarafından yapılmış ve yaratılmış her şey. (A.K.Kohen)
-Bir millet fertlerinin iştirak hâlinde bulunduğu manevî hayat. (F.A.Wolf).
-A.Vierkand şöyle der: ‘Bir yabancı, bir kabilenin hudutlarını âdet ve yaşayış şekillerinin değişmesi ile kavrar; giyinmenin ve süslenmenin başka bir tarzı, ev eşyalarının ayrılıkları, başka silâhlar, yeni şarkılar, danslar vb... Diğer taraftan bütün bunlar aynı kabilenin kültüründe değişmez.’
Görüldüğü üzere, bu tariflerde dikkati çeken ortak noktalardan biri ‘kültürün daha ziyade her topluluğun kendine mahsus yaşayış ve davranış tarzı olmasıdır.' Kültürün bu manası Z.Gökalp tarafından yapılan tarifte daha da açık olarak belirmektedir: ‘Kültür (hars), bir milletin dinî, ahlâkî, hukukî, muakalevî (intellectuel), bediî (estetique), lisanî, iktisadî, fennî (thecnique) hayatlarının ahenkli mecmuasıdır.’
Demek ki, belirli bir topluluğa ait sosyal davranış ve teknik kuruluşlar ‘kültür’ü meydana getirmektedir.
Medeniyet ise başka bir mana taşır. Medeniyet milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtaları bütünüdür. Bu ortak değerlerin kaynağı kültürlerdir…”
Hayatta olan tüm annelerimizin “Anneler Günü” kutlu olsun.