Amerikalı Tarih Profesörü Justin McCarthy’nin, Türk Tarih Kurumu yayınları arasında çıkan “Ölüm ve Sürgün” ile “Türkler ve Ermeniler” isimli kitaplarını okudum. İkinci kitabın giriş bölümünde, Batının, Türklere bakış açılarını anlatan ifadeler bulunmaktadır.
McCarthy şöyle diyor: “Türkler hakkındaki yarı medenileşmiş ve barbar kimseler şeklindeki genel kanı İngiltere’de yayımlanan ve Amerika’da yeniden basılmış olan Blackwood’s Magazine adlı bir derginin 1827 tarihli bir makalesinde şöyle özetlenmişti: ‘Türk bir barbardır. Bütün kötülükleri tamamen ve tedavi edilemez şekilde barbarcadır. Gaddarlığı huy edinmiş, yağmalama tutkunu ve kana susamıştır -zevkleri barbarcadır, aşırı ihtişam düşkünü, fena halde şımarık, zihin ve bedeni vahşice, üşengeçtir- medeniyetin getirdiği nimetlerin hiçbirinden hoşlanmaz -hiçbir milli edebiyatı yoktur, hiçbir dil geliştirmez- hiç resim, heykel veya müzik üretmez.’
…Türkler hakkındaki bu ırkçı imaj, akademisyen yazarlar arasında bile kabullenilmiş olan görüştü. Örneğin antropolog ve coğrafyacı August Keane, 1900 yılındaki bir yazısında, Türkleri ‘donuk, çekingen, oldukça somurtkan ve duyarsız, neredeyse hepsi cesur, savaş sever, hatta acımasız ve büyük mezalim işlemeye muktedir’ diye anlatmıştı. Keane, Türklerin medeni bir kültürünün hiç olmadığına inanıyordu. Onlar ‘sanat ve edebiyatları pek az, fen bilimi hiç olmayan yerleşik çiftçilerdi…’
Amerika ve Avrupa’da, Türkler veya tarihleri hakkında çok az şey bilinmekteydi. Tarih metinleri bazı doğru bilgilerin yanı sıra, ‘doğu ülkeleri’ fantezilerini, dinî tarafgirliği ve pek çok önyargıyı içeriyordu. Okuyucular gerçeğin ne olduğunu fark etmek imkânına sahip değillerdi. Bu durum, Türkleri karalama sebepleri olanlar için üretkendi.
Türkler hakkında, Avrupa ve Amerikalılara söylenenlerin çoğu kasıtlı propagandaydı. …hükümetler ve dinî gruplar kendi emellerine ulaşmak için, Türkleri hararetle karaladılar. Türklerin olumsuzca tasvir edilmesi hem politikacıların hem de misyonerlerin amaçlarına uyuyordu. Türkler, emperyalist genişlemenin önünde engeldiler… Misyonerler haklı olarak, İslâmî inancın insanlara Hristiyanlığı kabul ettirmenin önünde bir engel teşkil ettiğini görmüşlerdi…
…misyonerler bu hikâyeleri gazetecilere anlattılar. Gazeteciler de kendi önyargıları teyit edilmiş olarak… yayınladılar. Halk ise okuduğuna inandı.
Bilgisizlik, önyargı ve propaganda birbirini pekiştirdi… Bunun sonucunda Türklerin korkunç olduğu efsanesi türedi. Çok az karşı çıkılan bu efsane, günümüze kadar sürmüştür. (s.1-3)”
Kısaca şunu belirterek asıl konumuza geçeceğim: Atatürk; ısrarla Türklük, Türk Kültürü, Türk Dili, Türk Tarihi gibi konular üzerinde durmuş ve bunun için çeşitli kurumlar oluşturmuştur. Maalesef! Kendisinin ölümünden sonra bu politikalardan vazgeçildiğini okudukça anladım. Özellikle 1947’den itibaren başlayan kültürsüzleştirme ve kimliksizleştirme faaliyetleri, bugün de devam ettirilmektedir. Faklı fikir ve ideolojilere kapılan yöneticilerimiz, kendileri Türk’e yabancılaştıkları gibi Türk Milleti’ni de ayrıştırmaya ve millî değerlerinden uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Yani Batının isteği olmuş, “Kültür Emperyalizmi”nin etkisinde kalmışız…
Bizlerin kadim tarihi, engin “Türk Kültürü ve Medeniyeti” üzerine kuruludur ve diğer milletlerden hiç de aşağı değilizdir. Hiçbir konuda da eksiğimiz yoktur. Yeter ki çalışalım; akıl, zekâ ve bilimle işlerimiz yürütelim. Unutmayalım! Biz Türkler tarih sahnesine çıkıp devletler kurarken, Batıdaki birçok devlet ve milletin adları, sanları bile yoktu. Ve bu milletlerin birçoğunun temelinde -runik yazılarından kahramanlarına kadar- bizden alıntılar vardır.
Tabii ki, teknolojinin ve haberleşmenin bu kadar hızlı ve kolay olduğu bir çağda, kültürel paylaşımların önünü almak zordur. Ancak, bir an önce kendimize dönmeli; anaokulundan başlayarak eğitimin her kademesinde kendi dil, kültür ve medeniyetimizi çocuklarımıza öğretmeliyiz.
Esas konumuza gelince; Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’ndeki bir program sonrası kitap satış yerinde gördüğüm Dr.Yaşar Kalafat’ın, Mitostrateji-1 (Türkoloji Üzerine Düşünceler), Mitostrateji-2 (Atayurt'tan Anayurt'a Türk Halk İnançları), Mitostrateji-3 (Türk Halk İnançlarında Kara İyeler -Cin, Albıs, Al Ruhu, Al Karısı) isimli eserlerini (ASAM Yayınları, İstanbul-2020) alarak çabucak okudum.
Bu aralar kendimi Türk Halk Kültürüne ve Mitolojiye verdiğimi fark ediyor ve bu konudaki eserleri okuyorum.
Sayın Kalafat’ın, Mitostrateji-1’deki Türkoloji/Türk Bilimi ile ilgili bazı ifadelerini aktaracağım: “…Türklük bilimi; Türklüğün var olma, varlığını araştırma, varlığını savunma, her alanda koruma ve varlığını yüceltme bilimidir. Türkolog, Türklüğü araştıran, öğrenen, öğreten, kendini alanında yenileyen, bilgisini arşivleyebilen, gelişmeleri, görevi gereği takip edebilen kimse demektir. (s.16, 25)
…Türklüğün bir ırk ve kavim olmaktan öteye; bir kültür, medeniyet, yaşam biçimi olduğudur. Bu yapılanmanın, Türk budunun tarih sahnesine çıkışından itibaren kapsamına, birlikte yaşanılan hakları da aldığını belirtmeye çalışmışızdır. (s.25)
Türklük biliminin faaliyet alanı genişletilip, dil, tarih, edebiyat gibi çalışma alanlarına sıkıştırılmışlığından çıkarılmalı ve bu Türkolog’un faaliyet alanına uluslararası ilişkiden, sosyolojiden, diplomasiden, enerjiden, arkeolojiye kadar bütün alanlar girebilmelidir. …Türkiye Türkolog’unun araştırma kadrosunun ana dili Türkçe olursa ve araştırma konuları da edebiyat, dil ve tarih ile sınırlı tutulursa, kültür savaşında yenik düşeceğinden, ondan savaşın diğer tür ve alanlarında galip gelmeyi bekleyemezsiniz. (s.15, 31)
Bu noktada vurgu yapmak istediğimiz husus, millî Türkoloji adına milliyetçi Türkolog’un herhangi bir görüş belirtmediğidir.
Akademisyen Türkologların büyük bir bölümü tamamen köşelerine çekilmişlerdir. Bir kısım Türkolog siyasi iktidara, kendileri destek görmedikleri için darılıp, gelişmeler karşısında seyirci kalmayı tercih etmiştir.
Bir kısım Türkolog siyasi iktidara ters düşmeme endişesini yaşamamak adına görüşünü açıklamamayı tercih etmektedir.
Bir kısım Türkolog ise doğuştan fikir fukarasıdır. Olup bitene trene bakar gibi bakmaktadır.
Bir kısım Türkolog kadrolu kesim ise bilinçli bir şekilde emperyalizmin oryantalist kadrolarında yer almıştır. (s.21)
Türklük biliminin Türk milliyetçiliğinden farklı olmadığını düşünenlerdenim. Bu açıklamadan sonra ilk akla gelen, Türkoloji son eki ‘oloji’den anlaşılacağı gibi bir bilim dalıdır. Milliyetçilik, bir ideoloji, bir fikri, siyasi akımdır. Türk olmayan bir kimse Türkolog olabilir…
Ancak, Türklük bilimi bir noktada çalışma alanı olarak Türklüğü seçmiş bir bilim dalıdır… (s.51)
…Milletlerin savaşları, milliyetlerin savaşıdır. Milliyetler adına savaş verenler milliyetçilerdir. (s52)
Annemarie von Gabain’in belirttiği gibi ‘Türkoloji yabancılar için bir meslek, Türkler için ise milli bir görevdir.” (s53) demektedir.
Bu konuya gelecek yazılarımda da devam edeceğim ama yazımı Prof.Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un “Türk kültürü sempozyumu” başlıklı yazısından (09/10/2022, Yeniçağ) bir alıntıyla bitirelim: “…Altay Cumhuriyetinden gelen Adar Artuşev, Altay Türklerinin boy teşkilatları hakkında ayrıntılı bilgi verdi ve Köbök boyu üzerinde durdu.
…Öyle anlaşılıyor ki Türklük bilimi hızla gelişiyor, genişliyor. Bu elbette Türklüğün gelişmesinin bir sonucudur. Siyaset nereye giderse gitsin Türklük ve Türklük bilimi ileriye doğru gidiyor.”