Bu yazımda, Türk tarihine ilişkin okuduğum eserlerde adları geçen Türk halklarını, boyları ve toplulukları yazmaya çalışacağım. Ama önce bu konuda bilim insanlarımızın görüşlerini aktarmak istiyorum. Ayrıca kendi görüşlerimi de belirteceğim.
Tabii ki yazacağım halklardan bazıları üzerinde tartışmalar devam etmektedir. Tartışılan halkları da yazıma ilave etmeyi uygun buldum. İleride kaynaklar/ bulgular çıktıkça bu halkların da Türklerden olduğunun teyit edileceği, düşüncesindeyim. Sanıyorum, akademisyenlerimiz bunlarla ilgili çalışma yapıp doğru olup olmadığını ortaya koyacaklardır.
Öncelikle şunları belirtmek istiyorum: Birincisi, tarih geçmişle ilgili bir bilim dalı olduğu için objektif bakmak gerekmektedir; ikincisi de bugüne kadar okuduğum yerli ve yabancı tarihçilerin eserlerinde -özellikle yabancı tarihçiler- herhangi bir bölgede yapılan araştırmalar sırasında Türklerle bağlantı kurulabilecek bir bulgu bulduklarında/ gördüklerinde, ya konuyu kapatma yolunu seçiyorlar ya da başka bir halka/ medeniyete bağlamaya çalışıyorlar. Yabancıların ağzına bakan bizim yerli bazı tarihçilerimiz de aynı görüşleri paylaşıyorlar. Oysa, dünyanın eski hayat alanlarında yapılan araştırmalar sonucu, birçoklarının Türklerle uzaktan-yakından bir bağlantısı olduğu ortaya çıkıyor.
Türkler
Prof.Dr.Tuncer Gülensoy, “M.Ö.4500- M.S.XIII.Yüzyıllar Arasında Barbar Türkler, Dil- Din- Kültür- Bilim- Sanat- Uygarlık” adlı eserinde (Akçağ Yayınları, 2.baskı, Ankara-2011); “Türkler tarih sahnesine çıktıklarında ‘TÜRK’ ad ya da sıfatını kullanmıyorlardı. Mesela, Hunlar, Sakalar/İskitler, Massagetler, Şh’a-t’olar, Kırgızlar, Uygurlar, Sabirler, Tofalar, Avarlar, Kuman-Kıpçaklar, Peçenekler, Karakırgızlar, Hazarlar Türk olmalarına rağmen boy, soy ya da kavim adlarını kullanıyorlardı… VI.yüzyılda tarih sahnesine çıkan Kök Türkler, ‘TÜRK’ sıfatını taşıyan ilk Türk kavmidir. Ondan sonra da yine boy, soy, kabile ya da sülâle adından Türk devletleri kurulmuş…” (s.15)
Ayrıca Türkler, yaşadıkları yerlerin/bölgelerin, yakındaki akarsuların, dağların, denizlerin/göllerin veya kullandıkları araçların adlarından da boy, oymak, oba isimleri almışlardır.
Diğer bir husus da tarihimizi özellikle yabancı kaynaklardan öğrendiğimiz için, bu kişi ve ülkelerin kendi dillerince Türklere verdikleri isimler, farklı adlara sebep olmuştur. Bundan dolayı isimleri karşılaştırma/ birleştirme/ kaynaştırma / buluşturma zor olmaktadır. Örneğin; aynı halk veya boy için Çinliler farklı, Bizanslılar farklı isimler söylüyorlardı.
Bir de eski tarihli eserlerle yeni tarihli eserlerde geçen isimler de farklı olabiliyor. Birleştirmekte güçlük yaşıyorsunuz. Farklı olanları birleştirmek için elimden geleni yapmaya çalıştım.
Bu husus, mesela “Ortak Türk Tarihi Ders Kitabı”nda da belirtilmektedir. Okullarımıza dağıtıldığını öğrendiğim, ancak kitabı henüz temin edemediğim için Talim ve Terbiye Kurulu sitesinden indirdiğim ders kitabında; “Çin kaynaklarında Türk adıyla ilişkili olduğu düşünülen Ti (eski okunuşu Tiek) adına rastlanmaktadır. Ayrıca bu kaynaklarda Çin’in kuzeybatısındaki geniş bozkırlarda konargöçer olarak yaşayan kavimler Ting-ling, Te-le olarak da adlandırılmıştır. Çinliler onları Türklerin ataları olarak tanımlar. Zerdüştilerin kutsal kitabı Avesta’da konargöçerlerin yaşadığı bölge olarak geçen Turan ve atlı savaşçı Tur kavim adlarının Türk adına kaynaklık ettiğine dair varsayımlar bulunmaktadır.
Günümüzde genel olarak benimsenen görüş, Türk adının ilk defa Erken Orta Çağ Dönemi’nde görülmeye başlandığı üzerinedir. VI-VIII. yüzyıllardan itibaren Çin, Tibet, Hint, Bizans, İran ve Arap kaynaklarında Türkçe konuşan ve boylar halinde yaşayan halkların ismi Türk olarak geçer. Nitekim Kuzeybatı Çin’den Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan çok geniş bir coğrafya ahalisi farklı boy adlarına sahip olmakla beraber Türk adı onların tanıtıcı ve birleştirici adı olmuştur. (s.14)” denilmektedir.
Ön (Prototip) Türkler
Prof.Dr.Reha Oğuz Türkkan’ın “Teketek Programı”nda yaptığı sohbette, “MÖ 9.000’li yıllarda Ural Dağları’nda yaşayan ‘Alpin Irkı’nın, Aral Gölü ve Hazar Denizi çevresine geldiklerini ve burada diğer ırklarla karıştıklarını, MÖ 7.000’lerde ikinci bir dalganın aynı bölgeye geldiğini, bu halka Subarlar (Suvarlar, Sabirler, Sabarlar (4.200 yılları, Not: Suvarlar’ın MÖ 700’li yıllarda Mezopotamya bölgesinde devlet kurduklarını, bazı kaynaklar yazmaktadır.) denildiğini, Sümerler’in ise yaklaşık MÖ 4.000-3.600’lı yıllarda ortaya çıktıklarını, bazı araştırmalara dayanarak bunlarla Türklerin ortak kültürel özelliklerinin bulunduğunu, Türklerin ilk atalarının Suvarlar olabileceğini” söylemektedir.
Bahsettiğim “Ortak Türk Tarihi Ders Kitabı”nda; “Ön Türklerin ataları Orta Asya’nın kuzey ve kuzeydoğu kısımlarının atlı sakinleridir. MÖ 1000 yılının ortalarına doğru Altay Dağları’ndan Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan sahada ilk siyasi teşkilat, başka bir deyişle proto (ön) devlet Saka (İskit) kabileler birliği görülmüştür.
Doğu kaynaklarında Saka, Batı kaynaklarında İskit olarak bilinen bu birlik, Avrasya’da kurulmuş Orta Asya ve civarındaki toplulukların ilk askeri siyasi teşkilatıdır. Sakalar, Baykal Gölü’nden Tuna Nehri boylarına kadar uzanan geniş coğrafyada MÖ VIII- MS III. yüzyılların arasında siyasi ve kültürel varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Sakaların hayatı hakkında bilgiler komşuları ve siyasi ilişki kurmuş oldukları Ahamenişler (İran), Doğu Roma (Bizans) ve Han (Çin) gibi eski devletlere ait verilere dayanmaktadır. Sakalar Ön Asya seferleri sayesinde Anadolu’ya kadar uzanmışlardır.
Kaynaklarda İran hükümdarları Kirus ve Darius’ün Sakalara karşı seferleri ve Büyük İskender’in İran seferi bahislerinde Sakalardan ve Sakaların meşhur kadın hükümdarları Tomris’ten söz edilmektedir. Onların Ön Asya seferini yapan hükümdarın adı Şehname’ye göre Afrasiyab, Türk efsanelerine göre ise Alp Er Tonga’dır. Çin kaynaklarında da Sakalar “Sai” adı altında anlatılmaktadır. (s.20)
Sakaların bir kısmı olarak kabul edilen Massaget etnik adı eski Yunan ve İran kaynaklarında bulunur. Bu topluluk Aral Gölü ve Hazar Denizi arasında, Kuzey Kafkasya ve Azerbaycan'da yaşamıştır. Azerbaycan’da ve Anadolu’da MÖ VII. yüzyılda İskitler devlet kurmuştur. İskitlerin Akadca İşguzai adındaki -guz-, -guzai- köklerinin, o zamanki Oğuz adının arkaik söyleyişinin çivi yazısındaki şekli olduğu şüphesizdir… (s.21)” denilmektedir.
Prof.Dr.Ahmet Bican Ercilasun, “Ne zamandan beri Türküz?” başlıklı yazısında (29/06/2011, Yeniçağ); “Hiç şüphe yok ki Türkler milattan önceki üçüncü, ikinci binlerden beri mevcuttur. Çivi yazılı Sümer metinlerinde bulunan di (demek), dingir (tanrı), dug (dökmek), uş (iş), zag (sağ taraf), şurim (yarım), kabkagak (kap kacak) vb. 330’den fazla Sümerce-Türkçe ortak kelime ile bu durum apaçık ortadadır. Ancak o zamanlar Türk adı yoktu. Büyük bir ihtimalle elimizdeki kaynaklarda bulunmuyor. Göktürklere gelinceye kadar Hun, Kırgız, Usun, Toba, Tabgaç, Ogur, Sabir, Töles gibi adlar taşımışız. Altıncı yüzyılda ortaya çıkan Göktürklerden beri de Türk adını kesintisiz olarak bugüne dek getirdik…”
Yazımın başında belirttiğim gibi eski dünyada yapılan araştırmalar farklı sonuçlar ortaya koymaktadır. Mesela Ural Dağları’ndaki Şölgen Taş Mağarası’nda yapılan araştırmalar, Anadolu’da yapılan araştırmalar gibi…
Bu araştırmaların birçoğunun sonuçları Ön (Prototip) Türklere bağlanmaktadır.