“Milli Egemenlik ve Türkiye” adlı kitapta yer alan makalelerden biri de Prod.Dr.Abdullah Gündoğdu'ya aittir. “Türkiye ve Türk Dünyasında Milli Egemenlik ve Cumhuriyet” başlıklı bu makaleden kısaca aktarımlar yapacağım: “…Eski Türkler de kendi devlet anlayışlarını benzer kaygılarla önce sözlü hukuk çerçevesinde ortaya koymuşlardır. Türk yazıtlarında karşımıza çıkan görüşler, bunun ilk yazıya geçirilmiş örneğini teşkil eder. Daha sonraki dönemde Ortaçağ ve Yeniçağ boyunca kurulan Türk devletlerinin dayandığı felsefi temeller, Yusuf Has Hacip, Edip Ahmet Yüknekî ve Farabî gibi düşünürler tarafından yeni dönemin şartlarına uygun olarak yine aynı doğrultuda geliştirilmiştir. Ancak Yeniçağla birlikte giderek küresel ve bölgesel şartlar, eski dünyanın merkezinde olan Türk dünyasının aleyhine gelişmiştir. 16.yüzyıl sonrasında Türkler iktisadi, siyasi, askeri güçlerinin ve idari kabiliyetlerinin zayıflamasıyla bağlantılı olarak tedricen egemenliklerini de yitirmeye başlamışlardır. (s.319)
…Egemenliğin kaynağını ‘halka’ ve ‘millete’ dayandıran görüşler ise Fransız ihtilali ile ortaya çıkmıştır... (s.321)
…Bir çağdaşlaşma ve aydınlanmadan bahsettiğiniz zaman da bunun lokomotifi her yerde milliyetçilik fikri olagelmiştir… Burada söz konusu edilen çağdaş anlamda milliyetçiliktir. Özellikle Türk topluluklarında kendi hususiyetlerinin farkında olma hâli her zaman vaki olagelmiştir, yoksa Türklerin binlerce kilometrelik kavmî yürüyüşlerinde önündeki kültür ve medeniyet çevrelerini, büyük coğrafi ve siyasi setleri aşarak var olabilmesi başka türlü mümkün olmazdı. (s.322)
…‘biz’ duygusunun doğuşu, bizde daha çok tasa ve keder ortaklığında olmuştur. Çöken bir imparatorluğun tüm yükünü taşıyan Türklerin kendi aralarında dayanışmacı bir bilince yönelmeleri, imparatorluğun diğer uyruklarına nispetle daha geç meydana gelmiştir. Bu tür eğilimleri başlangıçta yıkıcı bir fikir olarak gören Türk ricali, bunu kendi milletleri için de ihmal ettikleri gibi gereksiz ve zararlı da görmüşlerdir. Ancak Kırım’ın kaybı ile başlayıp Balkanların kaybına kadar uzanan 125 yılı bulan felaketli yıllar ve bunun fiilen bütün yükünü taşıyan Osmanlı devletinin Türk unsurları, yaşadıkları felaketler ve acılar sonucunda yine kendilerini fark etmek ve kendilerine dayanmak zaruretini duydular. Bu sürece aynı zamanda Türkçülüğün oluşma evresi olarak da bakabiliriz. Böylece fikrî, kültürel, toplumsal ve siyasi bakımdan milliyetçiliğin geliştiğine şahit oluyoruz.
…devletin birliğini kurtarmak çabasına yönelik olarak asker-sivil bürokrat gayretinden oluşmuş olduğu yönündedir. Bu Türkiye için doğrudur. Türkiye’deki ilk aydınlanmacılar, bu anlamda ya devletin yurtdışına okumaya gönderdiği öğrenciler ya da yenileşmenin sonucu kurulan okullardan mezun olanlar arasından çıkmıştır… (s.325)
Burada Kırım, İdil-Ural bölgesi ve Kafkasya Müslümanları arasında başlayan milli uyanışa yakından baktığımızda, Kırım’ın, diğer iki merkezi birleştiren ve Türkiye’ye yakınlaştıran bir üs hüviyetine sahip olduğunu görürüz… Türk milliyetçiliğinin bu kısmı, Rusya’nın toplumsal dokusunda bir orta sınıf ideolojisi olarak doğacaktır.
…Bu çerçevede Gaspıralı, Ahmet Mithat Efendi’nin başlattığı aydınlanmacı yönü bulunan milli uyanışı, Osmanlı sınırlarının ötesinde Türk dünyasını içine alan geniş bir tabana yaymak gibi yeni bir şey deniyordu… (s.326)
(Gaspıralı’nın Tercüman Gazetesi) …Bu gazetede Osmanlı Türkçesini esas alan Boğaziçi’ndeki kayıkçılarla Kaşgar’daki devecilerin anlayabileceği bir lisanı vazeden bir aydınlanma temeli ortaya koymuştur…
Bu dönemde ayrıca özellikle Yusuf Akçura’yı zikretmemiz gerekiyor… Kazan’da yazmış olduğu Üç Tarz-ı Siyaset’le Türk milliyetçiliğini rasyonel bir gözle değerlendiren kısa hacimli ama etkisi çok yüksek olan bir metin kaleme almıştır… 1905 ve 1906 Ağustoslarında yapılan bu kongrelerde ortaya çıkan irade, yavaş yavaş millet egemenliğine dayanıyordu. Bu kongrelerde Rusya’da Rus toplumu içinde Müslüman Türkler için eşitlik prensibi savunuluyordu…
…Rusya’daki meşruti yönetimde Türkler, Duma’ya yani Rus meclisine çok sayıda milletvekili sokmayı başarmışlardır. Ancak bunlar sürekli Rus burjuvazinin kışkırttığı siyasal iklim içerisinde yaşam alanı bulamamışlardır. Tam bu esnada Türkiye’de de Abdülhamit istibdadının ağır baskısı altında Türk aydınlanması kendisine tam bir gelişme imkânı bulamamaktaydı… Bu ortam, orada yetişmiş olan Türk aydınlarını kaçınılmaz bir şekilde hürriyetin yeşerdiği Türkiye’ye göç etmeye sevk etmiştir… Bunun gerçekleştiği mekanlardan birisi Türk Ocaklarıydı. …herkese özgüven aşılayarak yeniden milli duyguları ateşlemiştir. (s.327-328)
…Bu ezilen Türk halkının kalkındırılması da Türk milliyetçiliğinin sosyal muhtevasında halkçılık olarak anlam bulacaktır. Halkçılık fikrini Türkiye'de ilk defa savunanlar Türkçüler olmuştur. Türk aydınlanmasının bu yönüyle kendine özgü bir karakteri vardır… Bu farklı gelenekleri, şahıslarında temsil edenler Gökalp ve Akçura’dır. (s.329)
…Egemenliğin monarkların elinden alınması ve onun yerine yeni bir siyasi aygıt olarak halka ve onun siyasi bilinç düzeyini temsil eden millete dayanan egemenliğin (hakimiyet-i milliye) ikamesi süreci, halkçılığın ve milliyetçiliğin doğuşuyla birlikte eş zamanlı gelişmiştir. Kaynağını tanrıdan alan mutlak monarşiler yerine burjuvazinin desteklediği hak ve özgürlükleri güvence altına alacak millet ve halk egemenliği kavramları, anayasacılık hareketlerine bağlı olarak 18.yüzyıl ikinci yarısında demokratik devrimler sürecinde ortaya çıkmıştı. Bunun, Türkiye ve Türk dünyasında karşılık bulması ise 19.yüzyılın ikinci yarısından sonradır. Milliyetçilik daha çok dış tahakküme karşı dururken, halkçılık ise içerdeki güç odaklarının tahakkümüne karşı bilinçlenmiş siyasi bir aygıt yaratmayı amaçlar.
…8-11 Mayıs 1917’de Moskova’da kurultay yapılır, Alaş Orda hükümeti kurulur, Türkistan Muhtariyeti kurulur, İdil Ural muhtariyeti oluşturulur. Bir adım ilerisinde 28 Mayıs 1918’de Kafkas İslam Ordusu’nun harekâtı sonucunda, Azerbaycan'da milli bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümetin, yönetim biçimi olarak Türkiye ve Azerbaycan’da mevcut monarşilere dayanmak yerine halk egemenliğine dayalı cumhuriyet yönetimini seçmiş olması son derece önemlidir… (s.330)
(Müslüman Halklar Kurultayı) …Mesela kadın haklarıyla ilgili çok radikal kararlar alınmıştır. Musa Bigiyev gibi ulemadan bir aydınlanmacı (ceditçi), kadının hürriyete kavuşmasının İslam’a uygun olduğunu belirtir. O, kadınların mescide girebilmeleri ve kendilerini rahatlıkla ifade etmeleri gerektiğini savunmaktadır. O dönemde Osmanlı Türkiye’sinde bile ifade edilemeyecek, hatta çoğu Batı ülkesinde ifade edilemeyecek ilerici fikirler orada rahatlıkla paylaşılmıştır. Orada alınan kararlardan birisi de, her Türk kavminin ilk mekteplerde kendi lehçesiyle eğitim yapmasıdır. Lise ve sonrasında ise özellikle Darülfünun yani üniversite eğitiminde ortak Türkçeyle eğitimin yapılmasıdır ki o da Gaspralı’nın geliştirmiş olduğu Osmanlı Türkçesi’ni esas alan Türkçedir. Böylece baktığımız zaman 1918 şartlarında felaketlerle geçen cephelerde veya kayıplar arasında aslında umudun da tecelli ettiğini görürüz.
Cihan Harbi’nden yenik çıkılmasına rağmen Atatürk önderliğinde Millî Mücadele’nin başarısı sayesinde millî uyanışı daha ileri taşıyarak cumhuriyete dayalı milli bir devlet kurulabilmiştir. Bugün eğer Türk dünyasında bilinen bağımsız ve çağdaş Türk devletleri teşekkül etmişse, bu Türk aydınlanmasının başarısıdır… (s.331-332)”
Haftaya devam…