Kırımlı büyük fikir insanı, eğitimci ve yazar İsmail Gaspıralı; kabilecilik anlayışının ve lehçe farklılıklarının uluslaşmaya engel olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle, çeşitli Türk soylarına mensup, Türkçenin farklı lehçelerini konuşan halkları ortak bir edebî dil etrafında birleştirip, tek bir ulus hâline getirmeye gayret etmiş ve fikirlerini “Dilde, fikirde, işte birlik” sloganıyla özetlemiştir. (YTB Sitesi)
A.Yağmur Tunalı, “Dil Etrafında Bazı Kültür Dikkatleri” başlıklı makalesinde (Milli Egemenlik ve Türkiye, MDM yayını); “Yahya Kemal’in ‘Türkçenin çekilmediği yerler vatandır’ cümlesinin gücü…”nden bahsederek, “Dil tayin edicidir. Kültür deyince dili anladığımız gibi bütün sosyal faaliyetlerde, hatta fen gelişmelerinde, dolayısıyla gelişmenin temelinde dilin belirleyici rolünü her zaman tutmak gerekecek. Bu bakımdan dildeki hareketler toplumdaki her şeyi ve herkesi ilgilendirir.
Dildeki yalpalanmalarla desteklenen dil zaafı asıl manasında kültür zaafını getirdiği için de bilgi ve inanış gücümüz zayıf kaldı… (s.265-266)
Esas problem Türkçeye duyulan sevginin, ilginin ve dikkatin azalmasıdır… Yalnız Türk çocuklarının, diğer dillere gösterdikleri hassasiyeti Türkçelerine göstermediklerini biliyoruz. O halde temelde, eğitim öğretim sisteminden başlayarak, bütün yaşama alanlarına tesir eden bir ilgi ve sevgi eksikliğini duyuran yavanlık var. (s.270)
Başımıza gelenleri anlamamak son asırların en büyük felaketidir. Dil konusu da onlardandır… (s.271)
…Yağmalanan evimizdir, dilimiz ve kimliğimizdir. Bozulan biziz. Dil her şeydir. Dili bozuk olanın düzgün tarafını bulamazsınız…
Dil olmazsa devlet olmaz, millet olmaz… Millet-devlet-dil üçlüsü birbirini doğuran, yaşatan ve biri olmazsa diğeri olmaz sosyal varlıklardır. (s.286)
Ağaç içinden çürür. Medyada dil kullanımlarına ve özellikle kasıtlı hale geldiğini açıkça gördüğümüz, bildiğimiz telaffuz bozukluklarını rıza göstermeye devam edersek olacaklar bellidir.
Türkçe ileri atılışlı bir dildir. Geriye çekilerek veya olur olmaz yerde durarak telaffuz edilmez. Yani vurgular genellikle başta değildir. Milletimizin karakteriyle uyuşan olağanüstü bir şifre gibidir… (s.289)
Dile dikkatimiz kadar Türk’üz!” (s.290) demektedir.
Dr.Yaşar Kalafat ise, “Mitostrateji-1 (Türkoloji Üzerine Düşünceler)” isimli kitabındaki “Türk Kültürlü Halklar” başlıklı makalesinde; “Türk kültür coğrafyası: Türklük dünya genelinde ve bu arada Anadolu Türk kültür coğrafyasında, ulusal devlet yapısını geliştirip inşa ederken, birçok aşamadan geçmiş; bölgecilik, mezhepçilik, ırkçılık ve kavmiyetçilik gibi safhaları aşarak, Türkiye Cumhuriyeti olarak ‘Türk milleti’ tanımı oluşturmuştur. Bu tanımlama, millet yapılanmasını tamamlama sürecinde farklı ana dil, din ve mezhebi de karşılıklı etkileşim, paylaşımla bünyesinde özümsemiştir.
…Bu coğrafyanın ismi Türk Kültür Coğrafyası, oluşturucuları, aynı zamanda sahipleri de olan Türk milletini meydana getiren halklardır.
Türklük sadece ana dil ile belirlenmez. Türklük bir kavim veya ırk olma aşamalarının çok önünde olan millet tanımıdır. Milletlerin dil varlıkları birlikte yaşanılan halkların tümünün dilini kapsar. Ortak milli, resmi dil, eğitim ve kültür dili bir tane olmakla birlikte, ortak coğrafyanın diğer tüm dilleri de milli dil varlığının aslî değerlerindendirler. (s.42)
Kültürel kimlikte dil belirleyici unsur olarak fevkalade önemli iken, milli kültürün, bu arada milli kültürel kimliğin belirleyicisi de sadece ve muhakkak dil değildir.
…Türklük sadece Oğuzluk’tan oluşmamaktadır. Kumanlar, Peçenekler ve Türk dilliliğin ana arterlerinden diğer Türk kanatlar da vardır.
Ön Türklerle başlanılan süreç, bir ana çınarın gövdesinden kopmadan ayrılan ana dalları gibi, Türk kültür coğrafyasını dünyanın farklı kıtalarında tarih sahnesine çıkarmıştır… Her dönemde Türk budun kapsamında ana dili Türkçe olmayan halkları da ihtiva etmiştir. Bazı hallerde de ön Türkler döneminden itibaren Türk dilli halklar az çok farklı coğrafyalarda tarih sahnesine çıkar ve zamanla aynı siyasi yapılanma içerisinde buluşur, yaşar ve ayrılabilirler. (s.43)
Türkiye’de, Türk kimliğine özellikleri ile vurgu yapma dönemi, aksiyoner bir davranış olarak değil, etnik milliyetçiliğe karşı, bir reaksiyon olarak baş göstermiştir.
Bir dönem etnik terörün merkezine, farklı bir kültürel kimliğe mensubiyet zihniyeti oturunca, farklılıkların yanı sıra aynılıkların da olduğunun anlatılmalarına ihtiyaç duyulmuştur.
…Halkların kültürlerini milli yapan halk kültürlerindeki ortaklık, halk dilini milli dil yapan da milli dilin halk dilinden kopuk olmamasıdır. Halk dillerinden farklı milli diller oluşturma süreci halk kültürlerinden hareketle farklı milliyetler oluşturulmasının yolunu açar…
…Birlikte yaşayan halklar aynılıklarına ve ayrılıklarına sahip çıkarlar iken, sorumluluğun büyük payı halk kesimlerinden çoğunluğa mensup olan kesime düşer. (s.44, 50)
Özetle, mensubu bulunulan halk kesimine sahip çıkmadan evvel, halkların birlikte ortak kültürde yaşamaları fikriyatına sahip çıkılmalıdır. (s.44-45)
…Milliyetçiliği boy bazında ele alarak boy milliyetçiliği noktasına indirmek millet hayatında felaketlere davetiye çıkarabilir.
…Mesela halk bilimi alanında yapılmış bir alan çalışmasını milli dili bir kenara koyarak da bütüne ulaşamazsınız, yerel dillerin katkısını yok sayarak da yeteri kadar derine inemezsiniz.
…Milli kültürler, birlikte yaşanılan halkların kültürlerinden oluşur. (s.46)
…Ortak bir Türkçe inşası kültür coğrafyamız için anti-emperyalist bir açılım olarak gelişecek ise, bu ortak yapılanma Türkçe içerisinde olabilmelidir. (s.48)
Bu anlayışla kültürel yabancılaşmanın önü alınamaz, ona seyirci kalınmış olmanın mesuliyeti yüklenilmiş olunur. (s.49)
…Türklüğe yüklediğiniz anlam, mikro milliyetçilik ile sınırlı ise Türkoloji’den anlayışınız da; içerdiği konular ve kapsadığı milli kültür anlayışınız o kapasitede olacaktır. (s.50)
Bir Sempozyum ve Ardı Sıra Düşündürdükleri
Cabbar Işankul, bildirisine Fuat Köprülü’nün, ‘Bir insanın milliyetperver olabilmesi için evvela kendini milletinin anasır-ı meşgalesini, yani tarihini, coğrafyasını, içtimaiyatını, lisanını, edebiyatını bilmelidir’ sözü ile başladı… Dilin de küresel tehdit altında olduğuna işaret edip çözümün folklorun öneminin kavranılmasında olduğunu belirtti. …Ancak hayatımızda folklor, daha ziyade bir eğlence türü, sadece seyirlik gösteriler ve ayrıca dersliklerde anlatılan bir ders olarak yaşamaktadır.
…Işankul, açıklamalarında ‘Halkın dil varlığı ilk önce onun folklorunda yansılanır. Bir milleti anlamak için önce onun folklorunu öğrenmek gerekir. Folklor da milletin dil imkânlarını, düşünce tarzını ve sanat gücünü akseder’ açıklamasını yaptı. (s.54-55)
Işankul bildirisinde bir gerçeğe daha parmak bastı: ‘Folklor sadece söz sanatı değildir. Folklor halkın dil varlığını, düşünce tarzını bütün boyutuyla kendinde canlandıran, en eski günlerden bugüne kadar halkın kendisiyle birlikte yaşayagelen, devamlı hareket içinde olan tarihi ve kültürüdür de.’
Milli tefekkürde folklorun mitolojik dönemden günümüze önemini de belirten Işankul bo’ri gibi mitolojik dönemin totemcilik terimlerinin günümüzde anlam da değiştirdiği gibi örnekler üzerinde de durdu.” (s.55)
Gaspıralı, ‘Türklüğün düşmanı çoktur. Lakin Türklüğü savunanın düşmanı daha çoktur’ diyor. (s.58)
Devam edeceğiz…