5 Ocak 2025’de Prof.Dr.Cemallettin Taşkıran’ın “Atatürk ve milli egemenlik” başlıklı makalesiyle başladığım seri yazıma, aynı makaleden alıntılarla son vereceğim: “Osmanlı Devleti’nde egemenlik hanedana aitti. Kuruluşundan Sultan I.Murat dönemine kadar ‘egemenlik hanedanındır’ anlayışı vardı. Çünkü devlet, hanedanın ortak malıydı.
I.Murat’la birlikte egemenlik anlayışı, yani ‘devleti yönetme hakkı’ padişah ve oğullarına ait oldu. Devlet, hanedanın değil, padişah ve oğullarının ortak malıydı.
Fatih Sultan Mehmet’in fermanıyla, padişah çocukları ya da torunlarından saltanata geçenin, gerektiğinde, nizam-ı âlem ve devletin bekası için kardeşlerini öldürmesi uygun bulundu. Bu yasa ile Türk tarihinde ilk kez tam merkeziyetçi ve tam mutlakiyetçi bir devlet otoritesi kurulmuş oldu. Ama ferman da taht kavgalarını engelleyemedi.
Yavuz Sultan Selim döneminde 1517’de Mısır’ın fethiyle halifelik Osmanoğulları’na geçti. Bundan sonra Osmanlı padişahları ‘halife’, yani ‘Müslümanların lideri’ unvanını da kullanmaya başladılar. Kanuni Sultan Süleyman döneminde de Şeyhülislâm, Divan-ı Hümayun’un daimî üyesi yapıldı. Böylece Osmanlı devlet yönetiminde din çok büyük bir güç kazandı.
I.Ahmet döneminde ekber ve erşed sistemine geçildi. Bu sisteme göre, devleti yönetme hakkı Osmanlı hanedanının yaşça en büyük (ekber) ve en akıllı (erşed) kişisine ait oldu. Bu sistem taht kavgalarını sona erdirmiştir. (s.31)
II.Abdülhamit döneminde ise hem I.Meşrutiyet (1876) hem de II.Meşrutiyet (1908) ilan edilerek egemenlik anlayışında meşruti monarşiye geçildi. Aslında sadece Osmanlı’da değil Türk tarihinde de ilk defa rejim, yani yönetim biçimi değişmiştir. Hatta ilk defa Kanun-u Esasî adıyla anayasa kabul edilmiş ve ilk defa halkın da temsil edildiği bir meclis, Meclis-i Mebusan açılmıştır. İlk defa halk seçimle tanışmış, sınırlı da olsa halk iradesi ülke yönetiminde dikkate alınır olmuştur. Fakat Osmanlı devletinde yönetimde ve anayasada hâlâ son söz hakkı yine sultana aitti. Bu sebeple de Meclis-i Mebusan bir danışma meclisi statüsünde kalmıştır. (s.32)
…Ama 20.yüzyıl başlarında Osmanlı’da monarşi sisteminin yerini meşrutî sistemin alması, egemenlik açısından önemli bir adım ve önemli bir gelişmedir.
(1921 Anayasası) Artık millete ve milletin iradesine dayanan bir egemenlik söz konusudur ve bu egemenlik anlayışının kişisel egemenliğe dayalı monarşik bir sistemle bağdaşmayacağı ortadadır. (s.40)
Tarih bize gösteriyor ki, egemenliği milletin temsilcilerinden alır ya da paylaşırsanız kısa bir süre sonra milletin egemenliği yok olur. Milletin egemenliği yerine kişi, grup ve parti egemenliği başlar. Bu yüzden milletin egemenliği konusunda hassas davranılmalıdır. Egemenlik şu üç durumun varlığı ile gelişir ve devam eder:
1- Egemenliğin gelişmesi ve varlığını sürdürmesi için ilk olarak hür düşüncenin olması lazımdır. Düşünce üzerine baskı yapılmamalı, düşünceler, fikirler rahatlıkla açıklanabilmelidir.
2- Basın ve medyanın mutlaka hür olması, kamuoyunu serbestçe oluşturması, olayları olduğu gibi aktarması ve halkı bilgilendirmesi gerekir.
3- Mutlaka seçimlerin hür bir şekilde yapılması, eşit şartlarda yapılması ve halkın iradesinin doğruya en yakın biçimde ortaya çıkması sağlanmalıdır.” (s.41)
Prof.Dr.Ali Murat Özdemir, “Egemenlik ve Anayasa İlişkisi Üzerine” başlıklı makalesinde; “Bugün dünyada ulus devletler cumhuriyet biçiminde örgütlenmişlerdir. (s.152)
Tebaa egemen lütfuna muhatap iken yurttaşlar cemiyeti, egemenliğin (en azından en) son kaynağıdır. Anılan nedenle yurttaşlık, egemenliğin kaynağının yurttaşlar olduğu bir siyasi kurgunun normatif ifadesi olarak düşünülebilir. (s.153)
Günümüzde hükümet sistemleri 3 ana başlık altında incelenmektedir. ‘Artık güncel olmadığı varsayılan’ kuvvetler birliğine dayalı meclis hükümeti sistemi; yumuşak bir güçler ayrılığı öngördüğü kabul edilen parlamenter sistem ve parlamenter sisteminkinden daha sert olduğu varsayılan güçler ayrılığına dayanan başkanlık sistemi. Son yıllarda bunlara, bağımsız bir model olduğu tartışmalı olmakla birlikte ‘yarı başkanlık sistemi’ de eklenmiştir. (s.160-161)
1945 sonrasında Türkiye, Atatürk döneminde hâkim olan tam bağımsızlıkçı üniter milli devlette ifadesini bulan cumhuriyet projesini sürdürememiştir… (s.171)”
Prof.Dr.İskender Öksüz ise “Beglik ulur” başlıklı yazısında (23/01/2025, Milli Düşünce Merkezi Sitesi); “Mülk; devlet demektir, egemenlik demektir. Mülkte egemenliği temsil eden devlet başkanına bu yüzden melik denmiş. Melik, mülkle aynı kökten. Devlet idaresinin öğretildiği mektebe de ‘mülkiye’ deniyor… Mahkeme duvarlarına yazıyoruz: Adalet mülkün temelidir…
…Hazret-i Ömer’in sözü. 1400 yıl öncesinden sesleniyor… On bir asır önce Yusuf Has Hacib (Kutadgu Bilig’den): Bir il (devlet) tutmaya atlı ve yaya çok asker gerek/ Asker tutmaya çok mal-mülk gerek/ Çok mal-mülk için milleti zengin olmalı/ Milletin zengin olması için kanunları düzgün koymalı/ Bunlardan biri giderse dördü de gider/ Dördü giderse beylik (devlet) gider. ‘Beylik gider’ asıl metinde ‘beglik ulur’ diye yazıyor.
(Dip Not: 11.asır Türkçesiyle: ‘Bu il tutguka köp er at sü kerek/ Er at tutguka neng tavar tü kerek/ Bu neng alguka bir kerek bay budun/ Budun baylıkınga törü tüz kodun/ Bularda biri kalsa törti kalur/ Bu törti yime kalsa beglik ulur’)
Peki, beglik nasıl ulur? Kanunları yok saymak, halkın işi değildir. Hukuk devletinde, tek tük kriminaller hariç, halk buna cesaret edemez. Halk kanun çiğnemeye kalkarsa devletin ona şiddet uygulayacağını bilir… Halk kanunları çiğneyemez ama devleti yönetenler kanunları ihlal edebilir. Bu, gitmekte olan, çökmekte olan bir devlette ilk beliren arazdır. Yozlaşmış yönetici ve onun yozlaşmış bürokratı, kanunları kendi çıkar ve maksadı için kullanır. Kanunlar daha ilk tecavüzde kutsiyet zırhlarını kaybeder. Kurumların itibarı on yılların, hatta asırların birikimidir. İtibar ağır ağır, fedakârlıkla, dürüstlükle, adaletle birikmiş ve yükselmiştir. Bazılarının sandığı gibi şatafatla, savurganlıkla değil. O asırların biriktirdiği itibar, bir ihlalle sarsılır, ikinci ihlalle biraz daha çöker; sonra çöker de çöker.
Diktatörlük sarmalı öyledir işte. Sarmaldır. İhlal ihlali getirir.
…Sonunda ‘Yapılanlar hukuka uygun mu, değil mi?’ sorusunu sormak abes hâle gelir. Hukuksuzluk o kadar aşikârdır ki bırakın aydını, yazarı, düşünürü, en ücra köşedeki çoban dahi ülkenin hukuk devleti olmadığını görür. ‘Demek işler böyle yürüyor, gücü gücü yetene!’ diye düşünmeye başlar. ‘Beglik ulur.’ Yerine menfaat çeteleri, menfaat aşiretleri gelir. Yolsuzluk yükselir de yükselir.
Fakat bu sarmal, diktatörün de sonunu hazırlar. Kutsallık atfedilen kanunların üstündeki koruyucu zırh kalkınca o kanunlar artık diktatörü de koruyamaz… Hukuka saygısı olmayan diktatörün hukukuna da saygı kalmamıştır.
Devletin temeli hukuktur. Hukukun temeli halktaki adalet duygusudur. Devlet, o adaletin koruyucusu ve yerine getireni olduğu için ayaktadır. Mülkün ayakta durabilmesi için halkın, devletin âdil olduğuna, herkesin hakkını savunacağına inanması gerekir. Halkta devletin artık adalete uymadığı, adaleti savunmadığı, kendisinin ve yandaşlarının menfaatini savunduğu, bunu yaparken adaleti çiğnediği kanaati yerleşirse… Mülkün temeli çatırdar.
Sonunda beglik ulur.”