Biliyorsunuz! Peygamberimize inen ilk sure “Alak Suresi”dir. Suredeki ilk emir de “İkra”, yani “Oku”dur. Bu emir, sadece hiçbir şey anlamadan harfleri ezberleyerek Kur’an’ı okumak değildir. Kur’an’ı anlamak için de -doğru kaynaklardan- Türkçe mealleri (tercümeleri) ve tefsirleri (yorumları) okumak lâzımdır. Arapçasında ısrarlıysanız, tavsiyem Arapçayı öğrenmenizdir; belki o zaman Kur’an’ı anlayabilirsiniz!.. Ayrıca, Kur’an ölülere okunmak için de gönderilmemiştir; esas diriler içindir.
Benzer ifadeleri, 24 Mart 2025 tarihli Diyanet Takviminin arka sayfasında da gördüm: “Kur’an; ayetlerini anlamak, hükümleri üzerinde düşünmek, inceliklerini kavramak ve öğüt alıp uygulamak maksadıyla okunur. Nitekim Kur’an, bir hidayet kaynağı ve bir hayat rehberidir. İnsanın onun yol göstericiliğinden istifade edebilmesi için anlamıyla buluşması gerekir… Kur’an’ın insanların yolunu aydınlatan bir kitap olması, onun içerdiği emir, yasak, korkutma, müjde, hikmet ve öğütlerinin anlaşılmasını gerektirir. İslâm’ı doğru bir şekilde yaşayabilmek, Kur’an ve sünnetin koyduğu ölçüleri bilmekle mümkündür. Aksi takdirde insanlar din adına yanlış ve hurafe türü şeylere inanacak, hakikatten sapacaktır. Nitekim önceki din mensupları, kendilerine gelen vahyi öğrenmedikleri için, bidat ve hurafelere din diye inanmıştır.”
Bugün, Kur’an’la bağdaşmayan, hurafelerle dolu, uyduruk bir din yaşanmaktadır. “İslâmiyet evrensel bir din”se ki öyledir; biz Müslümanlar da Kur’an’a göre kendimizi yetiştirmeli ve yaşamalıyız.
Çocukluğumdan beri -dinî konular da dahil- epey kitap, dergi, makale ve yazı okudum: Hâlâ da okuyorum. Tanrı’nın “Oku” emrine uygun olarak öncelikle kendimi yetiştirmeye ve sonrada hayatıma uygulamaya çalışıyorum. Sevdiğim, düşüncelerine saygı gösterdiğim ilahiyatçı hocaları, akademisyenleri takip ediyorum.
Yeri geldikçe ve söz açıldıkça, bulunduğum ortamlarda -tebliğ mahiyetinde- bildiklerimi anlatmaya çalışıyorum. Kimseyi kırmamaya, kimsenin inancına karışmamaya özen gösteriyorum. Hiçbir cemaat veya tarikatla bağım olmadığı gibi ilgi de duymuyorum ve mürşit de aramıyorum; kendi aklım bana yetiyor!..
Sohbet ortamlarında gördüğüm, gözlemlediğim ve yaşadığım tartışmalardan -bu şahsî görüşümdür- çoğu kişinin inancından haberdar olmadığını anlıyorum. Çünkü cahilce laflar edip dini sanki şahsileştiriyorlar. Kendilerinden başka dindar yok gibi davranıyorlar!.. Maalesef! Bazı kişi ve kuruluşların etkisiyle olsa gerek, hurafelerle dolu farklı bir din oluşmuş!..
Mezhep konusuna girmeyi sevmesem de konuşmaların seyri içinde bu konular da gündeme geliyor. Bilindiği üzere taraftarı en çok olan mezhep “Hanefilik”tir. Bazıları, kendisinin “Hanefi” olduğunu söylüyor ama mezhep imamını bile bilmiyor; bilenler de “Ebu Hanife” hakkında hiçbir şey okumamış. Ne mezhep imamının hayatını ne de mezhebinin öğretilerini bilmiyor!..
İmamı Azam Ebu Hanife az-çok bilinmekle birlikte mesela itikat imamımız Matûrîdi’yi hiç tanımıyoruz. Son yıllarda birazcık yeniden keşfetmeye başladık!..
“İmam Ebu Mansur Mehmed el-Matûrîdi (863-944) Semerkant’lı bir Türk’tür. Amel imamı olan ve kendi gibi Türk kökenli İmam Ebu Hanife’nin görüşü olan Hanefilik ise, yine mensuplarının çoğunun aslen Türk kökenli olması ile bilinir.
Türkler, aklı ve şartları (maslahatı) ön planda tutan Maturidi inanışına bağlandılar. Türklerin milli kimliği ile bütünleşen İslâm Dini; Türk kültürüne, hayatına ve medeniyetine damgasını vurup onu yeniden şekillendirirken, aynı zamanda Türklerin İslâm Dini ile olan bağları da çok güçlenmiş ve derinleşmiştir. Zira tarih boyunca Türk Müslümanlığına damgasını vuran akımlar Maturidilik, Hanefilik ve Yesevilik’tir.
…itikat mezhebi Maturidiliği arka plana iterek Eş’ariliğe daha fazla önem vermeye başladıktan sonradır ki, Türklerin ilmi çalışmalarında gerilemeler olmuştur.
Bir toplumun sosyal hayatının düzenlenmesinde en etkili unsur itikadi görüştür. Türklerin büyük çoğunluğu; ameli mezhepte Türk kökenli Ebu Hanife’ye, itikadi mezhepte ise Arap kökenli Eş’ari’ye mensup olmalarının sıkıntılarını yaşamaktadır.
Maturidi’nin halkımızca iyi tanınması, bilinmesi ve ilkelerinin/ metotlarının hayata geçirilmesi halinde, milletimiz her türlü kültür emperyalizmine ve şuursuz taklitçiliğe karşı direnç sağlayacak, yepyeni aydınlık bir dünyaya, akla, ilme, duru inanca, çağdaşlığa, teknolojiye sırt çevirmeyen bir toplum oluşacaktır.”
Dr.Ahmet Vehbi ECER’le yapılan röportajın yer aldığı “115 Soruda Türk Alimi İmam Matûrîdi (Yesevi Yayıncılık, 2015)” adlı kitapta, bir soruya karşılık olarak hoca şunları söylemektedir: “İslam Hukuku tarihinde hukukçular ‘ehl-i hadis’ ve ‘ehl-i re’y’ diye iki gruba ayrıldılar.
Ehl-i hadis, Hz.Peygamber’in sünnetine göre eylemde bulunan (amel eden) kişilere verilen addır. Bunlar hadisleri (sünneti) mümkün olduğu kadar yoruma tabi tutmayan, kıyasa ve akla başvurmayan, aklî ilimlere itibar etmeyen kişilerdir. Hadislere zahiren (düz anlamıyla) bağlı kalmayı savunan Zâhirîler ile yakınlığı bulunan ehl-i hadis’in en önemli temsilcisi, 855 yılında vefat eden Ahmed b.Hanbel’dir. Bunlar, hakkında âyet veya hadis bulunan konularda âyet ve hadisleri esas alırlar; bulunmadığı takdirde rey ve içtihada başvurmak yerine susmayı tercih ederler.
Ebu Hanife ve öğrencileri için ehl-i rey yani rey taraftarı denilmiştir. Rey kelimesi İslâm hukukunda müçtehidin (din bilgininin), hakkında açık bir nas (ayet-hadis) bulunmayan fıkhî bir konuda belli metodlar kullanarak ulaştığı şahsi görüş anlamındadır. Irak ve Küfe ekolü olarak da adlandırılan ehl-i re’y taraftarları, âyet ve hadisin temas etmediği konularda akıl ve re’y ile karar verirler. Bu sebeple re’y taraftarları gelişen ve değişen dünya şartlarına İslâm dininin uyumunu sağlayarak dinin cihanşümul olma konusunda zorlanmaları engellemişler, ehl-i hadis’e göre daha geniş görüşlü ve kucaklayıcı olmuşlardır... (s.77-78)”
Uyanık ve gerçekçi olmak zorundayız
Tarih boyunca Türk Milleti’nin bazı dostları olsa da düşmanları daha çoktur. Kendi aramızda da mücadele etmişiz. “Cihana hâkim olma ve adalet dağıtma ülküsü” ile yıllardır düşmanlara karşı mücadele veriyoruz. İslâmiyet’i kabulümüzle birlikte bu uğurda oluk oluk kan akıtmışız. İslâm ülkeleri dahil kimseden bir yardım görmediğimiz gibi büyük ihanetlere uğramışız. Haçlılara karşı İslâmiyet’e siper olacağız derken, arkadan darbeyi din kardeşlerimizden (!) yemişiz. İster dış güçler, ister emperyalist devletler, isterseniz din kardeşlerimiz deyin fark etmiyor; üstümüze hepsi birlikte geliyorlar.
Türk Milleti; yalnız bir millettir, duygusal bir millettir, merhametli bir millettir. İyi niyetlidir. Çaresiz ve kimsesizlere hep kapısını açmıştır, kol-kanat germiştir. Ama bunu zaafımız olarak görmüşler ve kullanmışlardır. Bunun acısını tarihte çok çekmişizdir. Uyanık olmak, gerçekçi olmak zorundayız. Özellikle devlet yöneticilerinin ideolojik yaklaşımlarla, menfaat ilişkileriyle değil akılla, bilimle ve sabırla devleti yönetmeleri gerekmektedir.
Yazımı, Hoca Ahmet Yesevi’ye atfedilen “Türk müsün? Müslüman mısın?” sorusuna verdiği şu cevapla bitireyim: “Türklük kaderim, İslâmiyet tercihimdir.”