Dr.Yaşar Kalafat’ın, Mitostrateji-1 (Türkoloji Üzerine Düşünceler) isimli kitabındaki bazı ifadelerle konuya devam etmek istiyorum: “Milletlerin bir genel ve bir de özel isimleri olabilmektedir… Türklük, Türk milletinin genel adıdır. Özbek Türkü, Kırgız Türkü, Kazak Türkü, Anadolu Türkü olmak, Türklüğün adeta özel adlarıdırlar. Anadolu Türklüğünde özel ve genel ad birleşmiş, Türkiye Türkleri özelde de genelde de Türk olarak tanımlanır olmuşlardır.
Anadolu Türkleri birlikte yaşadıkları halklarla beraber Türkiye Türklüğünü, Azerbaycan Türkleri birlikte yaşadıkları halklarla beraber Azerbaycan Türklüğünü, Özbekistan Türkleri birlikte yaşadıkları halklarla beraber Özbekistan Türklüğünü ve bağımsız veya federatif yapılanma yansıtan bütün Türk elleri birlikte yaşadıkları halklarla beraber Dünya Türklüğünü oluştururlar. (s.14)
Genceli Niyazî, Türk kelimesinin anlamını ‘güzel’ sözcüğü ile açıklamaktadır. Aklı güzel, kalbi güzel, fikri güzel, huyu güzel, ilişkileri güzel, sanatı güzel, idareciliği güzel olandır Türk. Türk olmak bir seviyedir, bir hedeftir, bir haslettir, bir yaşam biçimidir.
Nice soyca Türk bilinen kimseler vardır ki, Türklüğün yüz karası soysuz bir yaşam sergiler.
Seçilen meslek dalı diplomasi, yargı, siyaset, güvenlik, ne olursa olsun, Türklük bilimi eğitiminden de her seviyedeki öğrenim nasiplenmelidir.
Emperyalizmin kadroları bu sayılan disiplinlerden geçirilerek devlet çarkına yerleştirilirler. Siyasî oryantalistin donanımı bu disiplinleri de içerir. (s.14-15)
Türkolog ve Türkoloji’ye Dair Bazı Mülahazalar
‘Türk’ kelimesi, bir ırk veya kavim anlamından önce ve önemle bir milletin adıdır. Şüphesiz Türk ırkı ve onun kavimleri de olmuştur. Ancak millî kültürler zümrelerin, kesimlerin, bölgelerin değil, bunların toplamından, karmasından ve ortaklığından oluşan milletlerin kültürleridir. Mikro değil makrodurlar, etnik değil millî- ulusaldırlar. (s.17)
Millî kültürler, milleti oluşturan kesimlerin de kültürleridir. Millî kültürler millî coğrafyanın bir paftası değil, tümünü içerirler. Varsa toplumsal katmanlar, bunlar aynılık ve ayrılıkları ile millî kültürün parçaları, katmanlarıdırlar.
Millet tanımında tarih birliği aranırken, milletin sayıca az olan halk kesimleri çoğunluk karşısında yok sayılmamalıdır. Türk budunun oluşması döneminden itibaren budunun kapsamına alınan farklı halk toplumları, yok sayılmamıştır, sayılmamalıdır… (s.17)
Vatan toprağının yer altı ve yer üstü zenginliklerine, millet adına millî servet olarak sahiplenirken, vatanın o kesiminde yaşayan kültürü yok saymak, gayri medeni, çağdışı, gayri insanî, gayri Türkî ve emperyalizmin etnik kesimler politikasına çanak tutucu bir davranış olur. (s.18)
Kaderde birlik, millet bütünleşmesinde tarafları birleştiren en güçlü harçtır. Milletin millî sınırlar dışında kalabilmiş kesimleri, dil ve etnik kimlik itibariyle milli sınırlar içerisinde kalan kısmından daha az milli değildir… Kültür akrabalığı bunun için önemlidir. Kültür akrabalarımız ile ilgili stratejiler uygulanmadan evvel, onlar incelenip, yok sayılmadan, inkâra yönelmeden kültürel bütünleşme sağlanabilmelidir. (s.18)
‘Yurtdışı Türkler’ ve ‘Akraba Topluluklar’ kavramlarının içleri doldurulmadan gündeme getirilme şekilleri göstermiştir ki, kültürel akrabalığın tanımları yapılamamış, beklenilen hâsıla da doğal olarak alınamamış ve faaliyet alanında kayma olmuştur. Akrabalarınızın millî sınırlar dışındaki akrabaları ve onların da bir kültürel hayatları olduğu bilinemiyor ise, donanımlı Türkolog kadronuz yok ise, yetiştirilip göreve sevk edilememiş ise millî bekanız için doğal tarihi servet durumunda olan avantajınız, dezavantaja dönüştürülür. (s.19)
Türk kültüründe yayın dilinden sonra eğitim dilinde çeşitliliğin alt yapısı oluşturulmaktadır. …kültür-kimlik bağlantısından hareketle çok kültürlü kimliğin değil, çok kimlikli kültürün arifesinde olduğumuz söylenebilecektir.
Türkiye’de millet tanımı, Türk tanımı ile birlikte değişime uğramıştır. Türklük, milleti oluşturan halkların ortak adı olmaktan çıkarılıp, ülke halklarından bir halk olarak algılanır olmuştur. Öyle ki, ‘gerçekte Türk diye bir toplumun olmadığı’ da savunulur olmuştur.
Bu gelişmeye, ulus devleti ümmet devletine dönüştürme evrime girişimleri, etnik milliyetçilikten yola çıkmaya hazır olanların arayışları ve Türk milliyetçiliği ile Türk mikro milliyetçiliğinin çok farklı mahiyetler olduğunu bilmeyenlerin tutumları ve bu ortamın oluşmasında ve gelişmesinde belirleyici konumda olan ulus devlete karşı olan emperyalizmin etkinlikleri katkı sağlamıştır… (s.20-21)
Ülkemizde, maalesef Türk’ün tanımında birleşilemeden, Türkoloji’nin kapsamı ve alanı ile amacı belirlenemeden Türkoloji yapılmaktadır. (s.23)
Bir Sempozyum ve Ardı Sıra Düşündürdükleri
Vüsale Musalı bildirisinde, Rusya’daki Türkoloji bölümlerini; müfredat, eğitim teknikleri ve ders kitapları ile anlatmış, ilk Türkoloji kürsüsünün 1795 yılında Paris’te kurulduğunu, bunu şarkiyat ve dil enstitülerinin kuruluşlarının takip ettiğini, Moskova’da 1814, Paris’te 1821, Londra’da 1906 yılında kurulan benzeri kurumlarda yapılan çalışmalarla bilimsel eserler, dergi, makale ve bültenlerin yayımlandığını açıklamıştır.
Türkiye’de çağdaş anlamda Türkoloji çalışmaları XX.yy. ortalarına doğru girmeye başlamış, uzun süre İstanbul bilim adamları ile sınırlı kalmış, Anadolu üniversitelerinde Türkoloji çalışmaları başlayınca, kuruluşlar arası koordine de henüz beklenilen düzeye çıkamamıştır.
Batı ülkelerindeki oryantalizm/ doğu biliminin çalışma alanı kapsamına, Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinin tarihini, dinini, medeniyet abidelerini, edebiyatını, ekonomisini, çağdaş durumunu incelemenin girdiğini belirtmiş, yerel halkların yakından incelenmelerine önem verildiğine vurgu yapmıştır. Batı ülkelerince oryantalizm çalışmalarının XVIII. ve XIX. asırda da bilhassa dış siyaset amaçlı sömürge ülkelerde yapılırken, çok ciddi çalışmalar üretildiğine de vurgu yapmaktadır… (s.62-63)
…Türkoloji, bazı merkezlerin yanı sıra Türkiye’de daha ziyade üniversitelerin eğitim ve öğretiminin bir parçası olarak varlık gösterebilmektedir… Türkoloji’yi Türk dünyasında tehdit eden en önemli husus, metot ve teori noktasında bir mesafe alınamamış olmasıdır… Ancak, halkbilimi Türklük biliminin genel alanı dışında kalan bir alan değildir. Çağdaş dünya ulusları Türkoloji’si, araştırma alanı kapsamına sadece dünya Türklüğünü almakla kalmamakta, 3 asır evvelinden başlattığı çalışmalarla, Türklerle birlikte yaşayan halkların da kültürlerini, dış siyasetlerinin bir gereği olarak incelemektedir. Bu gerçek, Türk, Türklük bilimcilerinin gündeminde yer almalıdır kanaatindeyiz. (s.63-64)
…Özetle Rusya geniş anlamda Slavoloji’yi/ Rusoloji’yi inşa ederken ülkenin farklı ana dilli halklarından ve farklı sosyal bilim dallarından Ruslaştırma emeli için uzman yetiştirip ilmi araştırma yaptırmış, bu bilgileri devletin iç politikasında, diplomasisinde ve askeri hedefleri istikametinde kullanmıştır.
Türk halklarının dilleri, tarihleri ve kültürleri incelenme işlemleri devam etmiş… Artık Türkoloji müstakil bir bilim dalı haline gelmiştir…
Rusya’da Türkoloji’nin Rus siyasi hedefleri için bu derece desteklenmesi sürecini, Türkologların katledilmeleri dönemi izleyecektir. Türk halkları dilleri, tarihleri ve kültürlerindeki haşmeti öğrendikçe ve Ruslaştırmaya maruz kaldıklarının farkına vardıkça, farklı gösterilen Türk halklarının tarih, kültür ve dil olarak aynı bütünün parçaları olduklarını öğrendikçe, Ruslaştırma hedefleri karşısında bir tehdit unsuru olarak görülmüşlerdir. (s.65-66)”
Devam edeceğiz…