Türk-Moğol ilişkileri ile ilgili daha önce birkaç yazımda bahsetmiştim. Türkler’le Moğollar; aynı coğrafyada yaşamış, yakın komşu ve akraba ilişkileri olan iki millettir. Gizli Tarih’lerinde, soylarını Börte-Çine (Bozkurt)’ye bağlarlar. Kültür değerlerimiz ve yaşantımız aynıdır. Geçmişte birçok ortak devletler kurmuşuzdur.
Son zamanlarda, özellikle tarihî dizilerde -tarihe bağlı kalmadan kendi kafalarından yazdıkları senaryolarla- Moğollar’ı aşırı ve abartılı şekilde aşağılayıcı ve küçük düşürücü görüntüler görmekteyiz. Maalesef! Bu aşırılıklara, tek dertleri para olan yapımcısı da yayıncısı da danışmanlar da göz yummaktadır. Hamasi ve sloganvarî sözlerle diziler idare ediliyor. Hatta dizilerdeki isimleri ve kıyafetleri bir an görmezden gelin: Her şeyin bugünün gündemine yönelik, algı olduğu anlaşılır. Okullarımızda -doğru dürüst- tarih öğretilmediğinden ve merak edip okumadığımızdan; gençlerimiz de halkımız da zevkle ve heyecanla dizileri seyrediyorlar. Bu dizileri, görmek ve sorgulamak amacıyla ben de seyrediyorum. Açıkçası, tarihimizden habersisiz!..
Halbuki Anadolu Selçuklu Devleti; Cengiz İmparatorluğu’nun çökmesi sonrası kurulan İlhanlı Devleti (diğerleri Altınordu ve Çağatay)’ne bağlıdır. Sultan II.Mesud, 1288’de Eskişehir’i Osman Gazi’ye vermiştir. Osman Bey, önce Konya’ya bağlı uç beyi iken Anadolu Selçuklu Devleti 1308’de düşünce, doğrudan İlhanlılara (Tebriz’e) tâbi olmuştur. Osman Bey, İlhanlılarla ve onların Anadolu’daki valileri ile mesele çıkarmamaya gayret göstermiştir.
Diğer bir hususta, Türk Devletler Teşkilatı’nın oluşturulduğu bir zamanda, “Türk Dünyası’nın Birliği” açısından, belki de gözlemci olarak teşkilata katılması mümkün bir Moğolistan Devleti’nin olduğunu unutmayalım. Birlikteliğe zarar verecek her türlü hareketten kaçınmak gerekmektedir.
Bunları belirttikten sonra Cengiz Han konusuna geçmek istiyorum. Daha önce, Fransız tarihçi Rene Grousset’in “Stepler İmparatorluğu (Tercüme: Prof.Dr. Halil İnalcık, TTK Yayını, 2011)” adlı eserinden birçok defa bahsetmiştim. Eserdeki Cengiz Han’la ilgili konulara da değinmiştim. Önce şunu belirteyim: Bu kitaptaki ifadelerin Batılı bir yazarın kaleminden çıktığını unutmayalım!..
“Cengiz Han, insanlığın başına gelen felaketlerden biri sayılmıştır. O, eski yerleşik medeniyetlerin step göçebeleri tarafından on iki asırlık istilalarını kendi şahsında temsil ve hülasa etmektedir. Filhakika seleflerinden hiçbiri bu kadar korkunç bir nam bırakmamıştır…
Kendi hayat tarzı, muhiti ve kavmi içinde Cengiz Han bize sıkı bir aklıselim sahibi, şayanı dikkat derecede muvazeneli, dinlemesini bilen, dostluğuna güvenilir, alicenap ve sertliğine rağmen hayırhah bir şahsiyet olarak görünür ve ekonomi tarzının anlayamadığı yerleşik kavimler değil de göçebe ahali mevzuubahis olduğu zaman hakiki idareci meziyetlerine maliktir. İşte bu sınırlar dahilinde o, fıtrî bir nizam ve iyi idare hissine sahip olduğunu göstermekte idi. Barbar ve müthiş hisler yanında, onun itiraz götürmez şekilde yüksek ve asil tarafları vardır…
Reşideddin ve Gizli Tarih, onun felakete düşmüş şecaate karşı duyduğu hürmetle idaresindeki sağlam ahlaklılık ruhunu gösteren bu nevi bazı vakalar naklederler. Bir defa himayesi altına aldığı zayıf kimseleri sonuna kadar müdafaa ederdi ve onları hayatta sarsılmaz bir sadakatle takip ederdi. Öngüt’lerin reisi Alakuş-tegin, Naymanlara karşı kendi tarafını iltizam ettiği için katlolunmuştu. Cengiz Han bu aileyi ihya etti, oğlunu kendi maiyetine aldı, ona izdivaçla kızını verdi ve hanedanının istikbalini temin etti. Eski harplerde mağlup ettiği Uygurlar, K’i-tanlar, ondan daha sadık bir hami görmediler. Nitekim daha sonraları Süryani Hristiyanlar ve Ermeniler de, onun torunları kadar emin hamiler bulamayacaklardır. Leao-tong'da ilk tabilerinden K’i-tan prensi Ye-liu Liou-ko, Harezm harbi esnasında ölmüştü. Bu prensin dul karısı Moğol fatihini Kansu’ya yaptığı son seferde gelip buldu. Prensesi çok büyük bir şefkat ve muhabbetle karşıladı, ona ve Ye-liu Liou-ko’nun kızlarına en şefik, en babacan ihtimamlar gösterdi.
Bütün bu gibi hallerde, hayvan derisi giyen bu göçebe, kavimleri toptan imha eden bu zalim, bizzat Çinlilerin hayrette kaldığı tabii bir büyüklük, yüksek bir nezaket, çok ince bir asalet gösterirdi. İyi bir soydan gelen bu asilzade, ruhen hükümdardı ve kimse, onunki gibi baş döndürücü böyle bir yükseliş karşısında onun kadar az gururlanmamıştır.
Nihayet hiç gevşemek bilmeyen bir siyasî şahsiyet olan Cengiz Han, medenilerin tecrübelerine de kulak tıkamazdı. T’a-t’a-t’ong-a gibi Uygur, Mahmud Yalavaç gibi Müslüman, Ye-liu Ç'u-ts'e gibi bir K’i-tan olan birçok müşavirleri kendi hususiyetine kabul etti. Son Nayman hükümdarı yanında idarenin başı bulunan T’a-t’a-t’ong-a, Cengiz Han tarafından da aynı vazifeye tayin edildi ve aynı zamanda çocuklarının Uygurca yazı muallimi oldu. Mahmud Yalavaç, başlarına ilk Moğol valise olarak gittiği Maveraünnehir ahalisinin yanında, onun mümessili hizmetini gördü. Çinlileşmiş bir K’i-tan olan Ye-liu Ç'u-ts’e’ye gelince, o da efendisine biraz Çin medeniyeti cilası vermeğe, hatta bazen katliamın önüne geçmeye muvaffak oldu. Biyografisinden öğrendiğimize göre onun başlıca düşüncelerinden biri Moğollar tarafından yağma edilen veya yakılan şehirlerdeki kıymetli metinleri kurtarmaktı…
Remusat diyor ki: ‘Menşe itibariyle Tatar, fakat kültür bakımından Çinlileşmiş olan o, ezilen ırkla ezen ırk arasında tabii bir mutavassıt oldu. Moğollara karşı doğrudan doğruya beşeriyet davasını müdafaa edemezdi. Çünkü onu dinleyen olmazdı. Binaenaleyh onlara afv ve merhametin iyi bir siyaset olduğunu ispata çalıştı ve bunda isabet de ediyordu, zira Moğolların barbarlığı bilhassa cehaletten ileri gelmekte idi.
Ye-liu Ç’u-ts’e ve Cengiz Han’ın diğer Uygur müşavirleri sayesinde bu suretle, bir katliam ortasında dahi bir Moğol idaresinin esası kuruldu. Şüphesiz bunda, Moğol fatihinin şahsi bir teveccühünden ziyade umumi bir kültür temayülü rol oynamıştı. Öyle görünüyor ki, Türk-Moğol dünyasının en medeni iki milleti olan K’i-tanlar ve Uygurlara karşı Cengiz Han hususi bir sempati beslemekte idi. Ki-tanlar Cengiz Hanın imparatorluğunu, milliyetini kaybettirmeden Çin medeniyeti ile tanıştırabiliyor, Uygurlar da onu, Süryani, Manihaist- Nasturi ve Budik ananelerden mürekkep bir miras teşkil eden eski Orhon ve Turfan Türk Medeniyetine dahi ediyordu.
Cengiz Han ve halefleri kadrolarını, resmi yazı ve dillerini Uygurlardan aldılar. Zaten sonradan Moğolların milli alfabesi de az farkla bu Uygur yazısından çıkacaktır.
Zira o hâkim ve doğru bir adamdı’ demektedir.
Onun ‘Yasak’ı, hakikaten Moğolistan ve Türkistan’da, kendisi zamanında şüphesiz müthis, fakat halefleri zamanında yumuşayarak XIV.asır büyük seyyahlarının başarısını mümkün kılacak surette bir ‘sulhu’ tesis etti. Bu bakımdan, medeniyete yeni yollar açmış bulunan başka bir büyük İskender oldu.”
Değerlendirmesini size bırakıyorum.