Bugün Ramazan’ın yedisi. Öğrendiğimiz kadarıyla ve gücümüzün yettiğince namaz, oruç ve yardımlaşma ibadetlerini yerine getiriyoruz. Peki, iman ve ahlâk hususunda ne durumdayız?.. İslâm’la ilgili kendimizi sorgulamaya bu soruyla başlayalım!..
Dini konularda yazı yazmak; öncelikle bilgi gerektiriyor, sonra da sorumluluk. Bazıları, İslâmî konularda eğitim almamış kişilerin görüş belirtmesini uygun bulmuyorlar ama zaman zaman -yazımın konusuna göre- Kur’an’dan ve hadislerden örnekler vererek ben de paylaşımlar yapıyorum.
Dinimizi öğrenmek
Bulunduğumuz çeşitli ortamlarda, sanki “İslâm, kendi tekellerindeymiş gibi” davranan veya “Siz anlamazsınız” havalarında laflar eden bencil, fanatik, marjinal hocalar; dinimizi konuşmamıza ve yazmamıza karşı çıkıyorlar, itiraz ediyorlar. Dini kendilerinden öğrenmemizi, dolaylı olarak kendilerine muhtaç olmamızı bekliyorlar.
Biliyorsunuz, İslâm’da “ruhban sınıfı” yoktur. Tarihi tecrübeler gereği, din eğitimi vermek amacıyla bazı kurumlar/ kuruluşlar oluşturulmuş ve buralarda din görevlileri istihdam edilmiştir. Ancak, iktidarlara göre sıkıntılar getirmektedir.
Bu durum, bugünlerde daha da önem kazanmıştır. Çünkü etraf, İslâm’ı kötü emellerine alet eden, samimi olmayan, kötü niyetli, çıkarcı, aklını cinsellikle bozmuş birtakım kişi ve kuruluşlarla doldu. Bunların büyük çoğunluğu çağı kavrayamayan, sadece yüzyıllar öncesi yazılmış kitaplardan okuduklarını nakleden, klasik din anlayışını devam ettirenler. Amaçları; din eğitimi değil, kendilerine yandaş yetiştirmek. Bir yandan da iktidarı, bürokrasiyi ve parayı/rantı ele geçirip güç kazanmak. Aynı faaliyetleri Batılı misyonerler de yapıyorlar!..
Kur’an’ın ilk emri “ikra/oku”dur. Esas olan her Müslüman’ın “dosdoğru yaşayabilmek için” dinini, öncelikle kendisinin -güvenilir kaynaklardan- araştırıp öğrenmesidir. Böyle yaparsa, kimsenin etkisinde kalmaz, kimseye muhtaç olmaz, aklını ve iradesini kimseye ipotek etmez; yani “Allah’tan başkasına kul olmaz”.
Çocukluğumdan beri çok vaaz dinledim. Bazı konuları anlamasak da çocuk aklımızla hoşumuza giderdi; sözlerin üzerinde düşünmezdik. Ama zamanla elime geçen her yazıyı/kitabı okudukça, anlatılanlarda gariplikler, çelişkiler, hatta saçmalıklar olduğunu anladım. Sürekli okuyup Türk kültürüne ve Türk din anlayışına vakıf oldukça; Arap, Fars gibi milletlerin kültürlerini öğrenip karşılaştırma yaptıkça anlatılanları daha da garipsedim. Kısacası İslâm dini diye daha çok Arap kültürü anlatılıyormuş!..
İslâm, insanları ahlâklı yapmak için gelmiştir. Müslüman ahlâklı olmak zorundadır. Peygamberimiz, “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” demektedir. Ahlâklı insanlardan oluşan toplum/ halk/ millet de ahlâklı olur. Herkes; dininin gereklerini öğrenirken, yetenekleri ölçüsünde çalışarak, çabalayarak, kendini yetiştirerek topluma faydalı olmak ve hayata katkıda bulunmak sorumluluğundadır.
Okumak, okumak, okumak
70 yaşını aştım. Çocukluğumdan beri okuyorum. Sadece kitap okumakla yetinmiyor, medyayı da takip ediyorum. Bazı belgeleri saklıyorum. Konuyla ilgili iki röportajdan bazı cümleler aktaracağım: İktidarın ilk Diyanet İşleri Başkanı olan Prof.Dr. Ali Bardakoğlu röportajında (Hürriyet Gaz., 29/05/2017), Ramazan’la ilgili bir soruya; “…ötekinin yapıp ettikleriyle, hatta ne kadar dindar olduğuyla ilgilenmek yerine kendimizin ne kadar iyi bir insan, iyi bir dindar olduğuyla ilgilenmemiz gerekiyor… Kur’an-ı Kerim ile aramız açıldı. Kur’an-ı Kerim’in bize verdiği öğütlere kulak tıkadık ve kendi yanlışlarımıza kendimiz fetva verir olduk. Çünkü dini bilgi üretiminde metot kalmadı. Serbest Pazar mantığıyla fetva arayan, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler kapladı ortalığı. İslâm âlimlerinin içinde yaşadığı hayatla ve gerçekliklerle bağı koptu. Üçüncü, beşinci asırda yazılan kitaplardaki bilgileri tekrar ederek insanlara dini anlattığımızı düşünemeyiz…
İslâm dini dünyada yaşansın diye gönderildi, ahirette değil. Yani dünyayı terk et, hiçbir şey yapma, ahirette kazanırsın mesajını vermiyor. Müslümanlar dünya-ahiret dengesini yitirdiler…
‘Din, acı, gözyaşı, melankoli ve menkıbedir’ dedik. Ya geçmişe özlemle ya da bir kurtarıcı bekleyerek vakit geçiriyoruz. Bireyi ve birey bilincini, birey sorumluluğunu yok ettik. Başımıza geleni de hep ‘ya Allah’ın gazabı ya da ötekinin kötülüğü’ diye anlattık. ‘Sen sadece dua et, hatta en etkili ve gizemli duayı ve zamanı bul yeter, bunlardan kurtulursun’ diyerek piyangocu bir anlayışı besledik. Halkı böyle besleyince onlar da buna uygun hoca tipi istemeye başladı…
Biz Müslümanlığı sadece inanma ve namaz, oruç, hac gibi belli ritüelleri yerine getirme olarak algıladığımız sürece bu mahcup edici durum devam edecektir. Allah ‘Dünyaya inanan ve yararlı iş işleyenler egemen olacaktır’ diyor… Bizim din anlayışımız sığlaştı. Dindarlığı dar bir alana hapsettik. Müslümanlar şeklen dindarlaştıkça, dünyevileşmesi de artıyor…”
İkinci röportaj ise Prof.Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile (Sözcü, 19/10/2015) yapılmış. “Görüntüde dindarlık var ama içi boş, kof” başlığıyla sunulan bu röportajda; “Sorun şu: İktidarı destekliyorsanız her şey mübah! En sapık anlayışlar bile revaç bulabiliyor. Cumhurbaşkanına Allah’ın sıfatlarını atfetti adamlar, sükut. Ona dokunmak ibadettir denildi, sükut. Kur’an’la alay etti bir bakan, sükut. ‘Bağış rüşvet değildir’ diye fetvalar uçuştu, sükut.
İslâmî hareketlerin tümünde üç aşama var; nübuvet, asabiyet, ganimet… Nübuvet, başlangıç idealleri. Peygamber dönemi bizde. Her hareketin en saf dönemi. Asabiyet, yani dayanışma dönemi. Her hareketin sahip olduğu gücü kontrol etmek üzere oluşan gruplar, yapılar. Ve ganimet, yani rant ve çıkar paylaşımı dönemi. Şu anda İslâmi hareket Türkiye’de rant dönemini yaşıyor. Histerik bir ganimet dönemi hem de!
İslâm dünyası, yeni bir kültür inşa etmedikçe bu durumun düzelmesi imkânsız…
İslâm’ın beş hedefi var aslında; canı korumak, malı korumak, aklı korumak, nesli korumak ve inancı korumak.
Sorun derinde; kültürümüz çökmüş vaziyette. Siyasi kültürümüz, dini kültürümüz, sanat kültürümüz kokuşmuş vaziyette, yerlerde sürünüyor.
…içi boşaltılmış bir İslâm. Şu anda bu gerçekleşti Türkiye’de. Bütün derdi “masa, kasa, nisa” olan bir anlayış. Şu anda İslâmcıların şartı beşten üçe düştü: Masa; iktidar. Kasa; para. Nisa; cinsellik, kadın…
Medya vaizleri halkın kendisi etrafında toplanması için rating amaçlı bir dil kullanan, bilimsel araştırmalara sırtını dönen, çoğu hizipçi, tarikatçı, cemaatçi, mezhepçi, ayrımcı, dogmatik bir zihniyeti pompalayan insanlar…” demektedir.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin meşhur bir sözü vardır: “Eline, beline, diline sahip ol” diye. Sadece el, bel, dil değil bütün organları harama ve günaha bulaşmış vaziyette ama Müslümanlarda bir rahatsızlık yok!..
Peygamberimiz bir hadisinde; “Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin; Ona da gücü yetmezse kalbiyle onu hoş görmeyip kabullenmesin ki, bu da imanın en zayıf derecesidir” diyor.
Anlayacağınız; akıllı, şuurlu, samimi Müslümanlara çok iş düşüyor!..
Uyanırlar mı?..