Geçen haftaki “Son Kale: Haymana” başlıklı yazıma ilaveten bu hafta da 13.yüzyılda yaşamış iki beyden bahsedeceğim.
Ankara’da Kızılbey ve Yeğenbey adıyla iki vergi dairemiz vardır. Adları vergi dairelerine verilen bu iki kişinin, Ankara ve çevresinden sorumlu iki uç beyi olduklarını geçmişte okumuştum. “Türklerde Renklerin Anlamı” konusunu araştırırken, özellikle Kızıl Beye rast gelmiştim. Türklerde Kızıl, beş ana renkten biri olduğu ve birçok anlamı bulunduğu gibi isim olarak da verilmektedir.
Bu isimlerle ilgili internette epeyce yazı bulunuyor. Ancak, Türk Tarih Kurumu Belleten Dergisi (Aralık 1998)’nde yayınlanan Prof.Dr. Tuncer Baykara’nın “Batı Anadolu’da Bir Peçenek Beği: Kızıl Beğ" başlıklı makalesinden alıntılar yapmayı daha uygun buldum. Hoca şöyle yazmaktadır: “…Uşak-Denizli yolunun 4.kilometresinde, Banaz çayının bir kolu üzerinde Çanlı Köprü vardır. …bu köprünün asıl büyük özelliği, üzerinde, İç Batı Anadolu’nun en batısındaki, en eski Selçuklu devri kitabesine sahip olmasıdır… Bu yörenin insanı olan tarihçi Orhan Dengiz, kitabeyi, daha 1930’lu yılların sonlarında istihsal edip talebe çalışması olarak rahmetli Prof. Mükrimin Halil Yinanç (1899-1962) gibi Selçuklu Devri üstadına bildirmiş ve son olarak da Vakıflar Dergisi’nde yayınlamıştır.
Kitabede köprüyü… inşa ettirenin ismi ve tarih verilmiştir. …18 Haziran 1255 tarihi de söylenebilir. Kitabeyi koyduran kişi de O.Dengiz’e göre Emir Sipehsalar Şücaeddin Kızıl bin Nuhbe(?)’dir… (Y.Y: Kızıl isminin önündeki isimler unvan olup ‘Sipehsalar’ başkomutan karşılığı sayılabilir.)
…Kızıl ismini taşıyan bir Bey’in adını hem XIII.yüzyılın yazılı kaynaklarından, mesela İbn Bibi’den, hem de başka kaynaklardan biliyoruz. 1211-12 yıllarında Selçuklu tahtında iki kardeş, İzzeddin Keykavus ile Alaeddin Keykubad arasındaki saltanat çekişmesinde Kızıl Bey’in adı Seyfeddin Kızıl Beğ ve İzzeddin Keykavus yanlısı olarak geçmektedir. İzzeddin Keykavus devrinde, Kızıl Beğ, Ankara ve batısıyla ilgisini devam ettirmiştir. Çünkü, 1219 senesinde Ankara’yı Batı’ya bağlayan yol üzerinde, hemen Ankara’nın yakınındaki Çubuk çayı üzerindeki Ak-köprü’yü yaptırmıştır. Anlaşılıyor ki Kızıl Beğ, köprüler yaptırarak yeni Türk yurdunun hem imarına hem de gelişecek kervan yolları sebebiyle ekonomik hayatının canlanmasına katkıda bulunmak istemiştir. Çünkü her iki köprü, Ak-köprü ve Çanlı Köprü onun sorumlu olarak başında bulunduğu uc’un birisi en doğusunda, öteki de en Batısında bulunuyordu. Kızıl Bey, ayrıca Ankara’da önemli inşaat yaptırmıştır…
…Kızıl Beğ'in köprüyü yaptırdığı Uşak dolaylarının Germiyan ülkesi olmasına dikkat etmeliyiz. Çünkü, 1211-12 ve 1219’lardaki ‘Emir ül-ümera’ Seyfeddin Kızıl Beğ, …1255 tarihindeki Kızıl Beğ, muhakkak ki Ankara’da 1299 senesinde minberi yenilenen caminin adını aldığı kişiyle çok yakın ilişkili ve aynı insandır.
…Asker kökenli kişilere verilen unvanlar arasında Şücaeddin olağan olup… Seyfeddin de olağan karşılanmalıdır. Bir başka ifade ile ‘dinin kahramanı’ ile ‘dinin kılıcı’ arasında, Türk insanı fazla bir fark görmemiş, hepsini aynı kabul etmiştir…
…Kitabeye dikkat edilince, …karşımıza Becene, yani Peçenek ismi çıkmaktadır, o zaman Kızıl bin Becene, yani bir Oğuz boyu olarak Peçenekoglu Kızıl Beğ, Uc Beyi olarak yadırganmayacak bir insandır…
Oğuzların ünlü araştırıcısı rahmetli Faruk Sümer, XVI.yüzyıla ait tahrir defterlerinde rastlanan Peçenek adını taşıyan dört köyün de Ankara Sancağı’nda bulunduğunu belirtmektedir. …Bugün de Peçenek-özü diye bir yer adının yaşadığı Ankara dolaylarında, XII yy. sonlarında veya XIII.yüzyıl başlarında Peçenekler daha etkin bir durumda bulunmuş olabilirler. Önceleri Ankara yöresinde yurt tutan Peçeneklerin çok daha batıya kadar uzanmış olmaları da yadırganmamalıdır.
Selçuklu tahtında, 1220-1237 arasında 17 yıl kalacak olan Alaeddin Keykubad’ın, taht mücadelesi yıllarında Ağabeyinin tarafını tutan Beylere karşı duyduğu büyük kinini de bu arada unutmamak gerekir. Muhtemelen bu yıllarda, Kızıl Beğ, Alaeddin Keykubad’ın hışmından uzak kalmak amacıyla, Ankara havalisinden batıya göçerek, Uşak dolaylarında kalmayı tercih etmiş olmalıdır. Ancak, kaynaklarda (İbn Bibi ve diğerleri), Alaeddin Keykubad ile Kızıl Beğ arasında herhangi bir olumsuz ilişkiden söz edilmiyor. İlişkiler olağan düzeyde geçmiş, Alaeddin Keykubad tahta geçtiğinde, diğer Uc Beyleri ve bu arada Kızıl Beğ de gelip, Beğlik menşurunu yeniletmiş idi…
…Neticede ne olursa olsun. Kızıl Beğ’in Türkmen ve bu arada Peçenek kökeni, tarihi bilgilerimize o kadar da yabancı ve ters düşmemektedir. Hem böylece Germiyanlıların kökenleriyle ilgili olarak, yeni bir ipucu da elde etmiş oluyoruz. Gerçi daha önceleri de Zeki Velidi Togan ile Şehabeddin Tekindağ, Germiyanlıların ‘Kanglı-Kıpçak’ asıllı olduklarını belirtiyorlardı. Bilindiği üzere, Kanglı-Kıpçak unsurunun en çok Karadeniz kuzeyi ile ilgisi vardır…
Sonuç olarak Kızıl Beğ, Anadolu’da sonraki zamanlarda pek tarihi hadiselere karışmamış, hatta unutulmuş, bir Türkmen boyunun mensubu idi… Kızıl Beğ devrine, bir şekilde ad ve nam bırakan bir Türkmen Beyi’dir. Onun adı döneminde oldukça etkili olmuş olmalı ki Mevlâna, Divan-ı Kebir’inde Kızıl Beğ’den devrinin namlı bir Türk’ü olarak söz etmektedir.” demektedir.
Bazı kayıtlarda ise, Kızıl Beyin Bayındır aşiretinin beyi olduğundan bahsedilmekte, taht kavgası sırasında Sultan İzzeddin Keykavus ile I.Alâaddin Keykubat arasında arabuluculuk yaptığı, kardeşinin ölümü üzerine tahta çıkan Alâaddin Keykubat’ın Kızıl Beyi Ankara uç beyi (Melik’ül ümera) yaptığı belirtilmektedir. Ankara Valisi (beylerbeyi) olduğu, diğer uç beyi Yeğen Beyle birlikte Ankara’ya büyük hizmetler yaptıkları ve Ankara’nın ikiye bölünerek, yukarı kısmına Kızıl Bey, aşağı kısmına Yeğen Beyin baktığı ve vergileri topladıkları da yazılmaktadır.
Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Ankara’daki birçok eser ya Kızıl Bey dönemine aittir ya da Kızıl Beyin vakıf arazileri üzerine yapılmıştır. Türbesinin, bugünkü Ziraat Bankası Genel Müdürlük binasının bulunduğu yerde olduğu, inşaat sırasında yıkıldığı belirtilmektedir.
Yeğen Bey
Yeğen Beyin, yukarıda açıklandığı üzere bazı kayıtlarda Kızıl Beyle birlikte aynı dönemde uç beyi olduğu yazılmaktadır. Ancak, farklı ifadeler de yer almaktadır. Mesela Kazan’ın (bugünkü Kahramankazan) Tekke Köyü tanıtım yazısında; İran’ın Horasan bölgesinden gelen Turasan beyden ve kızkadeşinin oğlu Yeğen beyden bahsedilmektedir: “…Turasan Şah’a ait elimizdeki en eski kayıt H.826-M.1423 yılında kaydedilmiş olan bir vakfiyedir. Bu vakfiye Turasan Bey’in kız kardeşinin oğlu Hızırbali diğer adıyla Yeğen Bey adına kaydedilmiştir. …vakfın nezaret ve tevliyetini (mütevelli tayini) sağ olduğu müddetçe kendi nefsine şart eylemiştir. Kendinden sonra öz kız kardeşinin oğlu Emir ve Yeğen Bey adıyla meşhur olan Hızırbali’ye ait olacaktır. (Y.Y: Kardeş çocuklarına yeğen denir. Demek ki adı buradan geliyor!..)
Turasan Şah’ın geldiği tarihle alakalı kaynaklarda kesin bir tarihe rastlanmamakta fakat Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan (1299) öncesine dayandığını bilmekteyiz…” denilmektedir.
Tüm okuyucuların Ramazan ayını kutluyor, sağlık, huzur ve huşu içinde geçirmenizi diliyorum.