Daha önce “Türk-Çin Etkileşimi” başlıklı birçok yazı yazmama rağmen tekrar bu konuya girmek zorunda kaldım. Çünkü bugüne kadar hiçbir hutbesinde, vaazlarında ve dualarında hatırlamadıkları Doğu Türkistan halkını da Diyanet anmaya başladı. Sanıyorum; sadece “Gazze ve Filistin halkının masum ve mazlum millet olduklarından bahsedip” Çin’in Doğu Türkistan halkına yaptığı zulümleri görmemezlikten gelmeleri ve halkın bu duruma tepki göstermesi üzerine söylemleri arasına Doğu Türkistan’ı da almalarına sebep oldu. Yoksa öyle bir dertleri yoktu!..
Biliyorsunuz; Anadolu’ya gelmeden önce biz Türklerin ve bugün Orta Asya’da yaşayan Türk halklarının en yakın komşuları Moğollar ve Çinlilerdi. Moğollarla olmasa bile Çinlilerle birçok savaş yapmışız; Çin için, en çok savaş yaptığımız ülkelerden biridir denilebilir. Hatta kaynaklarda yazıldığına göre, geçmişte Türk kökenli birkaç sülale (hanedan), Çin İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde yönetime hâkim olmuşlardır.
Bu süreçte Türk devletleri ile Çin İmparatorluğu arasında birçok evlilikler de olmuştur. Çin prenseslerini hakanlarımıza, beylerimize gelin almışız; karşılığında gelin de vermişiz. Ancak, Çinli gelinlerin bazılarının yanında gönderilen kişiler casusluk yapmış, içeriden aldıkları bilgileri Çin’e ulaştırmışlar. Bizi yıkmak için başımıza iş açan ve çeşitli entrikalarla bizi içten yıkmak isteyen de hep bu komşumuz olmuştur.
Dr.Arslan Tekin, “Türk’ün Tarihi” adlı eserinde; “Mete’nin oğlu Tanhu Ki-ok (Ki-yo) Lo-Şang unvanı ile tahta geçti (M.Ö.174-160). …Çin ile iktisadî münasebetlerini dostane bir şekilde devam ettirmek için bir Çin prensesiyle evlendi… Bu şekilde ileride Çin ile temas halindeki hemen bütün Türk devletleri bakımından kötü neticeler verecek olan bir çığır derinleştirilmiş oldu. Çünkü hanedanlar arasındaki böyle yakınlaşmaları Çinliler entrikayla kendi lehlerine çeviriyorlardı. Hun merkezinde Çinli prensesin himayesinden faydalanan Çin diplomatlar ve Hun İmparatorluğu topraklarında serbest gezip dolaşıyorlar, Türkler ve tâbi kavimler arasında propaganda yapıyorlar, devleti sinsice düşürmeye çalışıyorlardı. (s.59) demektedir.
Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinde; “Türk ve Çin devletleri, her şeyleri, yaşayışları, telakkileri, teşkilatları, kültürleri, medeniyetleri, dinleri ile birbirine zıttılar (c.1/s.48)
751 Talas Meydan Muharebesi’nde Karluklar, …Araplar’ın tarafını tutarak Çinliler’in Orta Asya’dan sürülmesini temin etmişlerdir. Karluklar, Müslümanlar ile Türkler arasında teması temin eden Türk kavimlerinin başlıcası oldukları için, İslâm dininin ve kültürünün Türkler arasında yayılmasına vasıtalık ediyorlardı (c.1/s.118).
(Türkler) Bir çeşit tabiat dini olan bu dinin bazı hususiyetleri, İslâm dinine geçişi kolaylaştırmıştır. Dinin peygamberi, mabedi ve din adamları olmaması, bu geçişi büsbütün kolay hale getirmiştir (c./s.80).
Aslında Türkler’in Müslüman dinini kabul etmeleri asırlarca süren bir tekamülün ve yüksek milli ve siyasi menfaatlerin icabıdır. Bir anlık bir hadise ve bir tek şahsın içine doğmuş bir ilham neticesi olmaktan çok uzaktır… 1,5 asır Türkler, bu dini iyice tetkik etmişlerdir (c.1/s.138).” derken; Dr.Arslan Tekin, “Çin yıllıkları Hunların bir Gök-Tanrı’ya inandıklarını bize haber veriyor… Esasen, anlaşılan Çin’e, ‘Kudretli Varlık’ olarak Gök-Tanrı inancını sokanlar da Türkler olmuşlardır.(s.230) demektedir.
Dr.Rıza Nur da, “Türk Tarihi” adlı eserinde; “Artık eski Çin İmparatorları gibi ‘Allah’ın oğlu (Sema’nın oğlu)’ olan Kubilay bundan sonra Güney Çin’i istilaya başlamıştır (1279) (c.5/s.342)… Çinliler bize ilk günden beri daima barbar demişlerdir. Nitekim Roma ve Bizans da Batı’ya Avrupa’ya geçen kardeşlerimize ayniyle ‘barbar’ demişlerdir. Barbar kelimesi o kadar kızacağımız bir kelime değildir. Çünkü bu iki milleti de biz vurmuşuzdur. (c.5/s.346)
Çinliler devletlerine ‘Semavi İmparatorluk’, padişahlarına ‘Allah’ın oğlu’, Türklerde ona ‘Tobgaç’, yahut ‘İli (Meşhur) Tobgaç’ derlerdi (c.5/s.357).” demektedir.
Çin’in geçmişte komşusu olan Türk halklarına, “Kaşgarlı Mahmut'a göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası” adlı eserden alıntılarla bakalım: Prof.Dr. Reşat Genç (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını, Ankara 2015)’in hazırladığı eserde; “Kaşgarlı’nın Türk dünyasının en doğusunda gösterdiği eller ise Tangutlar ile Kıtay ve Tawgaçlar’dır (Tabgaç). Bunlardan Tangutlar bilindiği gibi, 840 yılında Uygur Devleti’nin yıkılmasından sonra Kan-Su’da yerleşmiş olan Sarı Uygurlar’ın yurdunu 1020'lerde zapt etmişlerdir (s.44). …Kaşgarlı, Tangutlar için ‘Çin yakınında oturan Türkler’den bir boy’ demektedir…
Kaşgarlı’ya göre Kıtay ve Tawgaçlar’ın yerlerini belirtebilmek bakımından onun Çin hakkında verdiği bilgiyi de burada kaydetmek yerinde olacaktır. O’na göre: Tawgaç Maçin’in adıdır ve Çin'den 4 ay uzaktadır. Çin aslında üç kısımdır. Birincisi yukarı Çin’dir ki doğudadır. Buna Tawgaç derler. İkincisi Orta Çin'dir. Burası Hıtay adını alır. Üçüncüsü aşağı Çin'dir. Buna Barhan adı verilir. Bu Kaşgar’dadır. Fakat şimdi burası Maçin Tawgaç diye tanınmaktadır. Hıtay ülkesine de Çin denilmiştir (s.45).
…(Kaşgarlı) Tawgaç kelimesini birbirinden farklı iki anlamda kullanmıştır. Bu addaki Türkler’in ise sırf Çin taraflarında oturdukları için böyle adlandırıldıkları da anlaşılıyor. Ancak şuna işaret edelim ki Kaşgarlı’nın bahsettiği Tawgaçlar, Yukarı Çin demek olan Tawgaç'ta değil, O’nun Kaşgar yakınında gösterdiği ve eski adı Barhan olup sonradan Maçin Tawgaç adı ile anıldığını söylediği Aşağı Çin bölgesinde yaşayan Türkler olmalıdırlar. Nitekim buna uygun olarak Doğu Kara Hanlı hükümdarlarının ‘Tawgaç Han’ ünvanını taşıdıklarını da biliyoruz.
Kaşgarlı bu Tawgaçlar’a ‘Tat Kawgaç’ adının da verildiğini beyanla burada Tat’ın Farslı’yı, Tawgaç’ın ise Türkler’i ifade ettiğini söylüyor. Bizce O’nun bu kaydı oldukça muğlaktır. Kanaatimizce burada Tat’tan maksadın Uygurlar olması gerekir. Çünkü Yağma ve Tuhsılar'ın Uygurlar’a Tat dediklerini yine Kaşgarlı bildirmektedir. Farslar’ın Tawgaç bölgesi ile herhangi bir ilgileri olmamış, Uygurlar ise bu bölgeye yakın oturmuşlardır (s.46), demektedir.
Anlayacağınız; dünyada milletler ve kurdukları devletler arasındaki mücadele hiç bitmeyecektir. Devletler arasında dostluk diye bir şey yoktur; devletlerin kendi çıkarları vardır.
Çin’le bugün de bu mücadele devam etmektedir: Doğu Türkistan üzerinde hâkimiyet kurmak ve asimile etmek için Uygur Türklerine her türlü zulmü ve işkenceyi yapmaktadır. Uygur Türklerinin evlerine Çinli erkekleri yerleştirerek evlerdeki mahremiyeti yok etmek ve gençlerimizi (kadın-erkek) köle gibi kullanmak istiyorlar.
Maalesef! En çok dış ticaret (ithalat) açığımız Çin’e karşıdır. Bu sebeple, birkaç dernek dışında ne iktidarın ne de diğer kuruluşların sesi (gür) çıkmıyor. Meselemiz sadece Gazze ve Filistin; dış Türklerle ilgili hiçbir meselemiz yok!..
Halkımızın itirazları sebebiyle camilerde yapılan dualarda Gazze ve Filistin’in peşine Doğu Türkistan’ı ekleseler de samimi bulmuyorum. Siyasetin gerektirdiği mecburiyettendir!..