Çok boşanma davalarına girdim çıktım. Bir kısmını davaları devam ederken barıştırdık. Bir kısmı sevgi saygı kalmadığı ve köprüler yıkıldığı için olması gerektiği gibi oldu. Bu tür davaların sebep ve sonuçları aslında birbirlerine çok benzer.
Yasa’ya göre özel boşanma boşanma sebepleri olan; Zina, Hayata kast veya pek kötü muamelede bulunma , onur kırıcı davranışlar, haysiyetsiz hayat sürme, akıl hastalığı, eşlerden birinin yuvayı terk etmesi gibi özel sebeplerin yanında daha başka bir çok genel sebepleri de bu kategorinin içine sığdırabiliriz...
Eşlerden birisinin ötekini sevmediğini beyan etmesi. Güven ve itimat sarsıcı davranışlar, eşlerin birbirine sadakatsizliği, Darp ve şiddet uygulama, hakaret, tehdit, Cinsel ilişkilerden kaçınma ve uyumsuzluk, maddi sıkıntılar, aşırı borçlanma, icra takiplerine maruz kalma, kumar, içki, uyuşturucu müptelalığı gibi ve buna benzer sair sebepler...
Günümüz sosyal hayatın getirdiği davranış biçimleri zamanla kişileri paylaşımcı, fedakar olmaktan daha çok, bencil ve kişisel daha merkezci kişiliğe doğru itmektedir. Her şeye çabuk ulaşabilme, sosyal medyanın hayatın her alanına girmesi Türk toplumunda aile yapısını , ahlak anlayışını, yardımlaşma duygularını bile sorgular hale getirdiği görülmektedir. Sosyal doku , kültürel ve toplumsal değerlerin içi boşaltmakta, çekirdek aile düzeni alarm vermeye çoktan başlamıştır!..
Egoist ve bencillik, şahsa münhasır ve bir takım keyfi davranışlar aile yapısını sarsan sebepler olarak da karşımıza çıkıyor. Maddi sıkıntı , icra takipleri, aile içi şiddetin sebep olmadığı durumlarda da bazı eşlerin soluğu yine mahkemelerde aldıklarına tanık olmaktayız...
Neyse gayemiz mevzuat ve hukuki tanımlamalarda bulunmak değil. Kısa kesip de konuya girelim o zaman:
****
Yirmi yıllık evliler, on yıldan sonra biri erkek öbürü kız ikiz çocukları var. Çocukları her ikisi de oldukça zeki. Erkeğin oldukça iyi bir işi var. Sabah 8, akşam 18.00. Mesai harici, aynı bir tekke dervişleri gibi. İşten eve, evinden işe... İçki, kumar, kadın, kız işi, şu, bu yok, mazbut bir koca ve aile reisi...
Hamfendi biraz daha sosyal olmayı seven, olduğuyla yetinmeyen her alanda olması gerekenlerden fazla beklenti içinde davranışlar sergileyen,entel kişiliğe sahip bir yapıda...
Kocası daha çok ayran içmeyi sever o ise rakı! İkisi de alışmış artık, ayranla rakı tokuşturmaya!.. Ama bu tokuşturma hafta sonlarında daha çok sahilde bir yemek masasında ya da mesai arkadaşlarının davetli olduğu sosyal ortamlarda olur...
-Ayy bıktım artık Lütfü, bu monotonluktan, hafta sonu kaçalım bir yerlere İstanbul’dan!..
-Kaçalım Lütfiye’m, sen üzme canını bi tanem...
-Lütfü’m biliyor musun? Bu dünyada senden iyi bir insan var mı acaba? Çocukları da bırakırız anneme...
- Hayatım biliyor musun? Hiç bana hayır demiyorsun, evlenmeden önce seni biraz pısırık görüp, naz etmiştim ama, rahmetlik babam ne demişti?
‘’...Kızım bu adam, adam gibi adam, senin o, altı aylık boşadığın, uzatmalı kocandan yüz kat daha iyi. Bir defa gözleri dışarda değil, sana sahip çıkar, efendi ve tam ailemize göre. Senin gibi yerinde duramayan birisine koca olacak birisi, kaçırma bunu!...’’
Neyin hoşuma gitti biliyor musun şekerim? Hani o akşam istemeye gelince titremekten kahveyi de üstüne dökmüştün ya!... Öldüm gülmekten. Ya bu adamla bakalım nasıl yapacağım diye düşündüm...Ama iyi ki seninle evlenmişim, yoksa benim gibi deliyi senden başka kim idare ederdi?..
-Lütfiye’m aşk olsun, utandırma beni!..Senin bu tatlı dillerin yok mu, bu dillerin?.. Bazen sana sinirlensem bile kızamıyorum...
-Hadi aşkım acele edelim arkadaşlar bize de yer ayırtmışlar motelde acele edelim, bekletmeyelim, ayıp olur...
-Ya karıcığım her işin içinde bu adamla eşi olmasa olmaz mı?. Baş başa gitmek varken?...
-Aşk olsun, Lütfüü, hadi ama bekletmeyelim, ayıp olacak yine...
-Tamam , tamam, in çalıştır arabayı ben de geliyorum...
Böylece günler, aylar geldi geçti derken, bir gün bizim Lütfü ansızın pat diye çıktı geldi yanıma. Oturduk, çay, kahve içtik, sıkıntılı ama bir laf yok!.
-Senin canın bir şeylere sıkkın. Anlat bakalım ne oldu?
-Ya abim, neresinden başlasam bilmiyorum ki!..
-Sen başla bir yerden anlarım ben.
Anlattı, anlattı, kendini suçladı, kafasına vurdu, bu bana yapılır mı dedi. Hem de ben dava açmam gerekirken o açtı...Şuna bak yahu...Hem suçlu, hem güçlü. Hayır, önemli değil bende çıkardım onu çoktan gözden ama, çocuklar çok etkileniyor.
Daha dün okuldaki rehber öğretmen beni görüşmeye çağırdı. Çocuk başarıya oynarken, derecesi düştü. Bizim hafif meşrep ‘’ aşifte’nin’’ yaşına başına bakmadan affedesin bilmem neyi kalkmış. Abim yabancı değilsin, kıçı kalkmış!...
Ulan ahlaksız karı, yediğin önünde yemediğin arkanda. Bir dediğin iki olmaz, edepsiz... Sende ki keyf, rahat kimde var? Neyin eksikti. Zaten şüpheleniyordum o şerefsiz arkadaşım dediği kişiden, hanımı ise dünya ahret kardeşim olsun o kadar güzel, o kadar muhterem...
Neymiş o?.. Sıkılımışmış!..Engelliyormuşum. Arkadaşlarıyla rahat bir şekilde bir kahve bile içemiyormuş!. İşten sonra hemen eve gelmezse kızıyormuşum. Yalan abi..Evli barklı kadının işten sonra iki saat orada burada ne işi var?. Yine bile bir şey demedim... Ah benim eşşek kafam ah!..
Ulan, ‘’ Orospu...’’ ben mi içiyorum bütün gün aynı işyerinde kahveyi, çayı? O sosyalmiş de, ben A sosyalmişim!... Bilmem ne yaparım senin sosyalliğine, a sosyalliğine!...
İyi ki elimden bir kaza bela çıkmadan gitti evden defoldu. Ben mülayimsem, uyumlu isem, kolay kolay kızmasam da, bazı şeyleri büyütmesem de; ulan aşifte ben kodoş muyum, mayası bozuk, şerefsiz!...
****
Lütfü belki on dakikadan fazla bağırdı, yanında olmayan karısına. Hiç sözünü kesmedim. İyice rahatladı, sakinleşti...
-Abi sen olmasan ben bu davayı başka bir avukata vermem, onun ümüğünü sıkarım. Mazlumsam, ben kavat mıyım lan?...
İlk defa böyle gördüm sert, asabi ve kararlı...
- Abim şunu da söyleyim, şart olsun ki dava bitmeden eğer birisini bulup eve getirmesem. Ben erkekliğime laf söyletmem. Adamı böyleleri dinden, imandan çıkarır. Ben onun gibi iki karıyı idare etmesem bana da Lütfü demesinler anladın mı?
Biraz da benim yanlış anlamamdan çekindiği için attı tuttu.
-O kadar... Ha şöyle. Sıkma canını Lütfü...Kimden aşağısın, taşı sıksan suyu çıkar. Bak sana bir şey diyeceğim. Bizim Amasya’da bir laf var. ‘’...Amasya’nın bardağı, biri olmasa bir daha...’’
Konuştuk, uzun uzun. Adamım iyice sakinleşti. O günlerde işler bir kesat ki!.. Kira, elektirik, su, kdv, faturalar, büro masrafları derken cepte paralarda suyunu çektiği bir zamanda Lütfücüğüm Hızır gibi geldi.
Hem o rahatladı memnun, hem de ben rahatladım memnun... İki memnun bir hafta sonra ki duruşmaya hazırlanmak için, adliyeye gitmek üzere çıktık...
- Lütfü!.. Yahu bunun avukatı öyle şeyler yazmış ki, zannedersin sanki bir rahibe, melek mübarek!.. Lafı uzatmadan bunun çaresi, geçmişe ait son altı aylık telefon, bilgisayar kayıt ve dökümanlarını ilgili operatörlerden isteyelim de Hanya, Konya çıksın ortaya, belki de günahını da alıyorsundur?..
-Yapma abi ya, çocuk ağzından kaçırdı benim bilmediğim bir hattı daha varmış, oradan da resim, mesim, sapık, mapık herşeyi çocuk da görmüş...Altı ay yetmez, son 1 yılı isteyelim, görsün anasının örekesini diyerek iyice rahatladı...
Ne zaman arasam ya telefonu meşgul veya çevrim içi, ne günahını alması abi? Sorduğumda bin türlü yalan, dolan!..
Hızını da alamayarak abim; ‘’ Valla senin konuşmaların, hareketlerin, verdiğin akıl bana ilaç gibi geldi, kaç gecelerdir uyuyamıyordum. Şimdi o uyuyamasın sürtük!..
Lütfü’m herkes öyle diyor ilaç gibiymişim, ama bir kendime ilaç bulamadım!... diyerek gülüştük. Müvekkilin kendine güveni tam on numara, yürüyüşü, konuşması bile değişti...
****
Hakim babacan, tecrübeli, emekliliği gelmiş...Gözlük altından her iki tarafı da dikkatlice inceledi. Genç avukatı meslektaşım bayağı hızlı. Anlattı, anlattı...
Bana sıra gelince; meslektaşımın yerinde olsam deliller toplanmadan, dereyi görmeden böyle konuşmazdım dedim. Her şeyi bilen iki tanık bildirerek, adına kayıtlı tüm telefon görüşme ve konuşmaların saatini, mesaj kayıtlarını, bilgisayar kayıtlarını istenilmesini talep ediyoruz dedim ve oturdum.
Karşı tarafa bakıyorum dikkatlice...
‘’...Ama hakim bey, itiraz ediyorum, başkasının şahsi sırlarının açıklanmasını doğru bulmuyorum, bu hukuka aykırıdır...’’ Der demez, ben başladım gülmeye, hakim bey de kızdı karşı tarafa..
- Hanım, hanım, sen davacı değil misin? Başkasının mahremiyetini ve sırlarını değil senin davaya ilişkin sırların varsa onları istiyoruz, bir daha da söz almadan konuşma, avukatından usulü öğren...
Davacı hanım tam bir panik içinde... Duruşma üç ay sonraya ertelendi. Deliller toplanmadığı için yine bir üç ay sonraya bırakıldı...Kart zamparanın da , davacıyla nikahsız yaşadığını da tespit ettirip, mahkemeye delil olarak sunduk...
Davacının tanıdıklarını, hatta çocuklarını araya sokarak barışmak istediğini söylemesine Lütfü’m daha da çok kızdı...Bir gün kart zamparayı uyanık davacı hamfendi, günü birlik yaşadıkları evde bir başkasıyla yakalamasından sonra, müvekkilim dünyanın en mutlu insanı olmaya başladı...
Dur daha dur, o azgının başına daha neler gelecek diye ağzı kulaklarında anlatıp durdu...
Neyse, mahkemeden istediğimiz kayıtlar geldi. Davacının kırmadığı yumurta, ceviz kalmamış... Müvekkil sormadı bende göstermedim, veya müvekkil benden habersiz gidip gördü de, bana öyle davrandığını da tahmin ettim. Duruşma günü gelmeden meslektaşımın anlaşmalı boşanma talebini kabul ettik. Dava bitti...
KENDİ EVİNDE KUMA OLMAYA RAZI OLMAK!
Dava bitti de daha dananın kuyruğu kopmadı. Müvekkil bir gün büyük bir zevk ve huşu içinde telefon açtı...
Sayın abim o aşifteye bana yaptıklarını fitil, fiti burnundan getireceğim diye yemin etmiştim, hatırladın mı? Aklına ihtiyacım var...
Tamam bizde akıl kaldıysa verelim biraz diye takıldım. Benim takılmalarım onun hoşuna gidiyormuş!
Abiciğim utanmadan çocukları bana karşı kullanarak duygu sömürüsü yapıyor. Köpek gibi pişmanlar olmuşta, onun bir suçu günahı yokmuş da, varsa da benim de biraz hatalarım olmuş da. Hepsi birkaç resim ve telefon konuşmasıymış da!... Vıdı, vıdı, vıdı nerdeyse ağlayacak.
Gebersin köpek. Daha dur bakalım ayaklarıma kapanacak, ama nafile kıçına bir tekme de ben vurmazsam şerefsizim anladın mı?.. Hani sen özgür yaşayacaktın dedim, benimle hayat olmuyor demiştin dedim!...
-Peki Lütfü’m sen benden nasıl akıl istiyorsun?
-Hemen abim. Ben buna birisiyle nikahsız evlendiğimi söyledim. Geçti artık ‘’ Bor’un pazarı...’’ deyince her zamanki numaralarından başladı telefonda ağlamaya, sonra kapattı...
-Bak bak bak, Lütfü sen bunları ne zaman yaptın benden habersiz, sen de az değilmişsin ha deyip güldüm...
Bizimki dört köşe keyiften.
-Eee, sonra!..
-Yok be abi, ne evlenmesi. Mahsus ona öyle dedim. Bir gün sonra yine aradı. Ne dedi biliyor musun?
-Anlat da bilelim Lütfü, tam bir hikaye gibisin şimdi. Bak hikayeni yazacağım...
-Aslında olmayan bir kadının üstüne KUMA olarak gelmeye razı olduğunu söylemez mi?
- Vay bee!... Bravo Lütfü!..
-Ne demişler abiciğim. Büyük lokma yut, büyük konuşma, anladın mı? İntikam böyle alınır işte...
-Peki sen kabul edecek misin?
- Abim tekrar boynuz mu taktırayım kendime!...
-Büyüksün LÜTFÜ... Yani diyorsun ki:
‘’ Allah’a sığın şahsi halimin gazabından/ Zira yumuşak huylu atın tekmesi pektir...’’
- Aynen...
(NOT:İzin alınarak ve şahısların gerçek kimlikleri gizlenerek yazılmıştır.)