Şahsiyet, insanın kendi benliğinin, kişisel farklılıklarının farkında olması ve tüm hareketleri üzerinde irade sahibi olmasıdır. Hareketlerinde irade sahibi olmayanın şahsiyeti de eksik sayılır.
Her şahsiyeti besleyen olumlu, olumsuz çevresel faktörler, fıtratı besleyen duygular, karakteristik özellikler önem arz eder. Korku, endişe, panik, şüphecilik, mükemmel olma duygusu, yalan , riya, kendini gizleme veya teşhir etme duyguları kişiliğin gelişmesinde önemli etkenler sayılır.
Her şahsiyet, kişilik bilinciyle orantılıdır. Şuur dediğimiz bilinç ise okyanusun üstünde gezen devasa bir buzdağının suyun altında kalan görünmeyen kısmı gibi düşünülmelidir.
Suyun üstünde yüzen tabaka dediğimiz insan davranışları, aysbergin suyun altında kalan yani bilinçaltı denilen tabakanın beşte biri bile değildir.
İnsan denilen varlık işte bu yüzden hep bir meçhuldür. Arzu edilip te tatmin edilemeyen tüm arzu, istek, duygu ve düşünceler hep bilinç altı ortamında gizlidir.
İnsanlık ilişkileri bu duygular yumağında şekillenen hareketlerle olgunlaşır. Endişe, evham, korku, panik, güçlü olanın yanında yer alma, yalan, yalana sığınmak, ihanet, egoist ve megalemonluk ve buna benzer bir sürü kişisel özellikler bu duygularda gizlenir hep...
İlişkilerde ve iletişimde kilit nokta; karşıdakinin sizi nereye koymak istediğiyle bağlantılı olursa denge sağlanır. Ne fazla, nede az... Sizi koyduğu ve değer verdiği yer, kendisinin de olması ve durması gerektiği yer kadar olmalıdır...
İnsani ilişkilerde yüz güzelliği değil, davranış güzelliği, mizaç güzelliği, huy güzelliği ve davranışlar belirleyici olmaya etkendir. Güzel , güvenilir bir karakter, samimiyet ve içten davranış her zaman uzun ömürlüdür.
Bazen yalan en büyük silah olur. Bazen de geri teper silah. İlişkilerde ise güven zaafiyeti, duygusal kırılma ve travmayı beraberinde getirir.
Aptal yerine koyulmuş olmak ise gelinen son nokta olması itibarıyle zaten, hiç bir masumiyeti ve savunulacak tarafı olmayacağı açıktır. Düzelmesi uzun zamanlar alır veya hiç bir şekilde düzelmez artık...
Bir kimsenin ne olduğu,kim olduğu, kişiliği onun yüz aynasıdır. Bir şeye karşı gelmek, eleştiride bulunmak, itiraz etmek uyumsuzluk değildir.
Tam aksine olması gereken davranış biçimi sayılması gerektiğinden kişilik bozukluğu hiç değildir. Sınırların, çizgilerin ihlal edilmesi, insanda fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkta yaratabilir.
Özgürlük ise, toplumsal geleneklerin, değer yargılarının gücü ile orantılıdır çoğu zaman. Sınır ilkelerinin ihlali, sınırların gücü ile çarpıştığında kişiyi rahatsız eder. Bu duruma karşı gelmek, kişilik bozukluğu değil, kişiliğin tekamül etmesidir. Tam tersi olarak bir şeye, bir olumsuzluğa karşı, ‘’ Hayır’’ diyememek, tepki vermemek, karakterden ve kendinden verilen tavizleri tetikler.
Toplumsal ilişkilerde ve insani ilişkilerde, ‘’ İyilik maskelerini’’ tanımak zordur çoğu zaman.
Yanıltıcı davranışlar, ‘’manipülasyonist narsis’’ kişilerin kullandığı metotlardır.
İtiraz edilmeye, eleştirilere alışkın olmadıklarından, küsmek, trip atmak, tavır koymak, konuşmamak gibi can sıkıcı davranışların olması her zaman muhtemeldir. Bu tür davranışlar kişiyi bir şeyler yapmaya ve hayati kararlar almaya da zorlayabilir.
Yaşanan olumsuzlukları kabullenmek ise, kendine güvensizliği ve saygısızlığı beraberinde getirecektir. O halde her ne olursa olsun, kendine saygısını yitirmek istemeyen kişi, asla tereddüt etmemelidir.
Kişi eğer kendinden çok, muhatabının fikirlerini önemsemek adına yanlış bilinen doğruları, doğru olarak kabul ederse, kendisine güvenini yitirir.
En yakını bile olsa, bir daha karşılaşmamak veya ucunda görüşmemekte olsa, devamı gelmeyecek duygular ve ilişkiler yumağının altında ezilmemek iradesini ortaya koymalıdır iradeli insan.
Dışlanmamak, reddedilmemek, sevilmemek duygularının tabanında oluşan korkularla yüzleştiğinde, insanın iradesine egemen olmamalıdır bu düşünceler.
Kararlı, mantıklı, objektif değer yargıları kişilik gelişiminde hakim olan düşünce öğeleri olarak kişiyi yönlendirdiğinde , o zaman kişi, "gerçek ben’’ olma duygusunu yakalayabilir. Aksi taktirde, ‘’ ben olma - kendisi olma’’ ilkesi ‘’senlik’’ duygusuna bir malzeme olacaktır.
Ben olma duygusu kişinin kendini üstün görmesi manasında düşünülmemelidir. Mütevazi olma, alçak gönüllü olma, herkeste olması gereken insani vasıflar arasında en önde gelendir.
Yüce kitabımız Kur’anı Kerimin ifadesindeki benzetmeyle; ‘’...kişi ne kadar sert ve ağır bassa da toprağı yaramaz, dik yürümekle de boyu göğe eremez...’’
Demek ki mütevazi ve alçak gönüllü olmak, kalp kırmamak, tüm nasırlaşmış kalplerde sıcak bir bakış ve tebessümle gönüller feth edilir...
Kendisi olmak isteyen kişiler her şeye hazırlıklı olan kişilerdir. Yapacağı ve alacağı kararlarla, sonu fırtınalı bir denizin ortasında kalmış gibi hissetse de kendisini, her karanlık ve fırtınalı gökyüzünün ve şiddetli yağmurların sonunda bir baharın müjdecisi olduğu duygusunu yitirmemelidir.
Başkalarını memnun etmek adına, uyumlu olmak adına, kendini sevdirmek adına her şeye taviz vermek ve görmemezlikten gelmek, yapmak istemediğiniz bir şeyi kabul etmek sonucunu doğurur.
Artık o yük altında ezilmek, onun için, kişilik bozukluğunun en büyük tezahürü olacaktır...
Aslında ikrar ile sükut ikiz kardeşe benzeyen kavramlardır. Yaşanan olayların olumsuzluklarını birşey olmamışcasına sükut ile geçiştirmek davranış ve alışkanlıklarının tümü, suçu kabullenmek olarak da değerlendirilebilir...
Sükut ile ikrar, en iyi savunma mekanızması değil tam aksine, isnat edilen suçlamanın en iyi kabul aracı sayılır. Bu tür vakıaların gerek Psikoloji verilerinde, gerekse hukuki literatürde değerlendirilmesi hemen hemen aynıdır...
Denetleyici güçlü olma ve kontrolcü olma algısı doğursa da, denge - fren - kontol mekanizması için olması gereken davranışlar bütünü olarak addedilmelidir.
Yapılan çalışmalarda insan zihni gün boyunca 70 binden fazla düşünce öğesi üretir. Bu düşünce değerleri yaşanan duygusal travmaların ve sorunların köklerini bulmak, onları çözmek için adım atabilmeyi sağlar.
Bunun için kişi sorunları çözerken, kendine özgü kontrolü yitirdiği alanları keşf etmesi önemli sayılır. Problem olan şeyleri, eksiklikleri ve sorunlu yanlışları görmek ve tahlil etmek önemli bir düşünce tarzıdır.
Eğer meseleyi çözerken ihtiyaç duyduğunuz şeyleri gizleyerek, görmemezlikten gelerek atlamak, duygusal travmayı beraberinde getirir ve fikri çözümsüzlüğü artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Tabi ki her olayda aşırılık, her ne şekilde olursa olsun, buna bağlı bir başka davranışta zayıflık getirir.
Yani; oto- kontrol hayatın her alanında olması gereken düsünce biçimidir. Kendini sanal dünyaya aşırı kaptırırsanız günlük hayatta ki gerçek ilişkilerde bozukluk yaşanır. Aşrı israfçılık, iflası eşiğine getirir insanı. Fazla aşırı yemek yemek ise, insanda sağlık sorunlarını tetikler.
Yani neye evet, neye hayır diyebilme dengesi mutlaka hayatın ölçüsü içinde olmalıdır. Eleştiriye tabi tuttuğunuz davranışlarında bozukluklar gördüğünüz kişiler herkeste farklı olabilir.
Kimisinde eş, akraba, sevgili, işveren, ptron, siyasetçi hatta en yakın sevdiğiniz ve değer verdiğiniz bir arkadaşınız da olabilir bunlar...
Karşıdakinin sosyal statüsü her ne olursa olsun, olumsuz hareketlerine rıza göstermeye, tahammül etmeye iten motivasyonun üzerindeki perdeyi kaldırmakta önemlidir...
Olumsuz davranışların kaynağı kişinin kendisi de olabilir çoğu zaman. Bunlarla yüzleşmek, kişiyi büyütür ve olgunlaştırır.
Kendinize itiraf etmek istemediğiniz şeylerle yüzleşmek kişinin özgürlük alanını genişletir.
Aksi taktirde edilgen, pasiv ve kısırdöngü içinde yaşamak sadece olayların öznesini değiştirir ama mutsuzluk ve hüsran hep devam eder gider..