.........Daha sonra Sığacık'taki Teos Ören yerine geldik.Kurucusu Dioysos'un oğlu Athames olan kent antik dönemde mimari alan ve ticarette önemli bir merkezdi.Ion şehrinden kovulan sanatçılar burada Sanatçılar Birliği'ni kurarak tarihte bir ilki gerçekleştirdi.Teos antik kentindeki kazılarda , kira sözleşmesi niteliğinde 2 bin 200 yıllık yazıt bulunmuştur.
Oradan da Sığacık Kalesi'ne geldik.Bugün Seferihisar'ın bir mahallesi olan Sığacık , ilçe merkezinin 5 km batısında XVI. yy da inşa edilmiş bir kalenin surları içinden çevreye doğru yayılmaktadır. İlk yerleşme Teos antik kentinin kuzey limanı boyunca olmuştur.
Sığacık Kalesi 1521-1522 yıllarında Rodos seferine hazırlık olması amacıyla Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle donanma komutanı Parlak Mustafa Paşa tarafından inşa ettirilmiştir.
Yapı bir dış kale bir de koğuş tabir edilen , askerlerin günlük hayatını ve eğitimini geçirdiği iç kaleden oluşmaktadır. İç kalenin denize bakan kısmında iki burç ve iki kapı bulunmaktadır. Surların yapımında Teos antik kentinin taşlarından yararlanılmış olup, duvarlarda Teos'tan gelme yazıtlara rastlamak mümkündür.
O dönemde meskun bir yer olan Sığla/Sıgala (Sığacık) kalenin inşaatı ile birlikte,hububat ve kuru meyve ticareti açısından önemli bir liman haline gelmiştir.Sığacık Kalesi belli bir yerleşim yerini savunmaktan çok bir deniz üssü olarak hizmet vermiş, daha sonraları gümrük kontrol merkezi olarak kullanılmıştır.
Kale içinde geleneksel Sığacık evleri, cami, hamam, mescit, ve ticari mekanlar bulunmaktadır. Evler bitişik düzende olup, bazıları tek bazıları iki katlıdır.Evlerin çoğu kerpiçtendir. Ve büyük bölümünde iç avlu bulunmaktadır. İki katlı evlere cumbalar ve tahta panjurlar eklenmiş, içerdeki merdivenler ve kapılar ahşaptan yapılmıştır.
Daha sonra 700 yıllık Barbaros Köyüne geldik.Barbaros Köyü Emek Kültür ve Sanat evini gezdik.Batuhan bey burayla ilgileniyor. Kendi keşfettiği "taş mozaik"tekniğini bize gösterdi. Barbaros köyünün sokaklarında dolaştık.Köydeki evlerin önünde taştan yapılmış ocaklar göze çarpıyor. Köylü kadınlarından birisi etrafında kırmızı begonviller açmış , yemyeşil ve çatısından Türk bayrağı sarkan, bir evin penceresinden bize bakıyor. Kimisi evinin avlusunda oturmuş elişi yapıyor. Yol boyu korkulukları görüyoruz. Yöre halkı korkuluğa oyuk diyor. Hatta köyde Barbaros Oyuk Festivali de yapılıyor. Köyü dolaştıkça yorulduk ve caminin yanındaki köy meydanındaki kahvede meşhur olan dibek kahvesi içmek için mola verdik.
Köstem Zeytinyağı Müzesine geldik.Müzede, tarihi Köprübaşı Kıraathanesi (kuruluş yılı 1935) 'nden kalma objeler, 1936 yılında açılan Kanaat Bakkaliyesi' nden kalan objeler, M.Ö.VI.yüzyıldan kalma Klazomenal Zeytinyağı ve Şarap Deposu,antik dönemde zeytinyağı taşımacılığında kullanılan araç gereçler,buhar gücü ile çalışan zeytinyağı fabrikası, yaklaşık 1000 yaşında Zeytin ağacı kökü,...vs.
Daha sonra Alaçatı sokaklarında dolaştık. Alaçatı Çeşme Camisini gezdik.19.yy.da kilise olarak inşa edilen cami, yığma moloz taş tekniğindedir.Caminin içerisindeki perdenin arkasında turistlerin ziyaret edebileceği bir kilise bulunmaktadır. Hoşgörünun merkezi olan camide geçtiğimiz yıllarda Fener Rum Patriği Bartholomeos'un yönettiği bir ayin düzenlenmiş.
Çeşme kalesini gezdik.Kalede Malazgirt zaferi sonrası dönemde Batı Anadolu'da ilk Türk Deniz filosunu kuran Çaka Bey'in büstü ,amphoralar -Deniz ticaretinde kullanılan antik kaplardır. Şarap, zeytinyağı gibi maddelerin taşınmasının yanında bebek ve çocukların içine konularak gömüldüğü kaplar olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca su ve kireç taşıyıcılığı, soğutucu ve para sandığı olarak kullanılmaktadır.- Cam eserler, antik dönemden kalan seramik eserler, pişmiş toprak kaplar,takılar,kandiller,Roma dönemi Sikkeler,Osmanlı dönemi gümüş akceler, Osmanlı mezar taşı, Abdülaziz tuğrası,...
Kalenin dibindeki kocaman bir arslanla beraber betimlenmiş Cezayirli Gazi Hasan Paşanın heykelinin yanında bir fotoğraf çektirdim.
Efes Bülbüldağı'nda bulunan katolik mabet yeri Meryem Ana'yı da ziyaret ettik.İsa'nın ölümünden sonra St.John'un Meryem Ana'yı Efes'e getirdiği bilinmektedir. 1891 yılında Lazarist papazlar, Alman rahibe Emerıch'in rüyası üzerine araştırmalar yapmışlar . Bu evin Meryem Ana'nın son günlerini geçirdiği ev olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Müslümanlarca da kutsal sayılan evde her yıl ağustos ayında ayinler düzenlenmektedir.
Dünyanın yedi harikasından biri olan Anadolu'ya başkentlik yapan Efes Ören yerine doğru yola çıktık. Anadolunun ana tanrıça Kybele) geleneğine dayalı antik dünyanın yedi harikasından Artemis Tapınağı görülmeye değer. İmparator Hadrian adına yapılmış Hadrian kapısı, ve Hadrian Tapınağı, muhteşem sütunlarıyla dikkat çeken Celcus kütüphanesi,Artemision , büyük tiyatro,stadyum, yamaç evlerdeki çok renkli geometrik, bitkisel ve figüratif desenlerle bezenmiş mozaiği,ticaret ve devlet agoralarını da görmek gerek. Efes bölgesinde en eski yerleşim izleri Çukuriçi höyükte bulunmuştur. Kurucusu Androklos adında bir Attikalı efsanevi bir kralın oğludur. İ.Ö.133 yılında Bergama Kralı III. Attalos öldüğünde, vasiyetiyle krallığını Roma halķına bırakır.Civitas libera statüsüyle vergi ödemekten muaf tutulmuş Efes kenti de böylelikle Roma'nın Asya eyaletinin bir parçası haline gelmiştir.Roma hakimiyetinin tüm halk tarafından onay görmediğinin en iyi göstergesi, Pontus'lu Kral VI.Mithridates'in eyaleti ele geçirmek istediğinde halkın sevinçle göstermiş olduğu destektir. Eyalette yaşayan İtaliklere idam hükmü verilmiş, İ.Ö.88 yılında yalnız Efes'te tek gecede 80.000 insan katledilmiştir.İsyanın bastırılmasıyla görevli Romalı general Cornelius Sulia, şehrin özgür statüsünü elinden alarak Efes'i yeniden vergi ödemeye mecbur bırakmıştır. İ.Ö.33 yılında Marcus Antonius ile eşi Mısır kraliçesi Kleopatra kışı Efes'te geçirerek burada daha sonra Roma imparatoru olacak olan Octavianus'a karşı savaş planları düzenlemişlerdir. Octavianus'un galibiyetiyle sonuçlanan Actium savaşı yalnızca Roma Cumhuriyet Dönemi'nin sonu olmayıp,aynı zamanda Asya eyaletinin de yeniden düzenlenmesi anlamına gelmektedir. Böylelikle Efes, Roma Eyalet yönetiminin daimi merkezi ve başkenti olur.Denize olan yakınlığı kenti Küçük Asya'nın ticaret merkezi haline getirir.
Daha sonra Şirince'yi gezdik.Şirince, bembeyaz evleriyle, yemyeşil orman içinde; görülmesi gereken ismi gibi şirin bir köy.Şirince'de sabah köy kahvaltısını yedikten sonra üstüne de mis gibi kahvenizi yudumlayabilirsiniz.Tarihi kiliselerini ve çiceklerle bezeli dar sokaklarını gezdikten sonra yöresel ot yemeklerini yiyebilirsiniz. Şaraplarıyla meşhur.Taş Mahzen Şarap evini gezdik.Hediyelik eşya, yöresel ürünlerin satıldığı (erişte, tarhana, mürver şurubu, vb.) sıra sıra küçük dükkanlarından alışveriş yaptık.Satıcılar genellikle orta yaşın üzerinde teyzeler.Kimi tezgahın önünde uyukluyor, kimi ise örgü örüyor.Kara dut suyu ve dondurmasi meşhur. Annemin Kucağında isimli fotograf sergisini gezdik.
Akşam saatlerinde Kuşadası'nda gezdik. Kuşadası Çamlık da denize girdik.Deniz taşlıktı.Bu nedenle denize iskeleden girdik. Ancak denizi çok temizdi.Akşam gün batımında cok dalga vardı.Otelin müzik dinletisinden sonra dinlenmeye çekildik.
Sabah uyandıktan sonra yola çıktık.Daha sonra Cevizliderede köy kahvaltısı yaptık.Kahvaltıdan sonra Urla'ya geldik. Urla'da bizi Anaksagoras heykeli karşıladı.Doğabilmlerinin atası Anaksagoras, yerleşik inanca karşı geldiği için mahkemeye verilmiş ve Perikles'in yardımı ile kurtulmuş ancak Lapseki'ye sürülmüştür.Lapseki'de ölmüştür." Hiçbir şey yoktan varolamaz , var olanlar yok olamaz.Ancak şekil değiştirir.Varlıkların en son parçaları yoktur., sonsuza kadar bölünebilirler." gibi düşünceleri vardır. Urla sanat kokan sokakları,, tarihi köyleri, , balık restaurantları, pazarları, müzeleri ile kısacık zamana sığmayacak kadar güzel bir yer.
Artık gezimizi sonlandırıp, gezemediğimiz İzmir'in beldelerini başka zamana bırakmalıyız.Başka gezilerde buluşmak dileğiyle.