2019 yılının yaz mevsiminde hem yılın yorgunluğunu atmak hem de aile ziyaretlerinde bulunmak üzere Türk medeniyet tarihinde önemli yeri olan ve Yahya Kemal’in “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.” dediği dünyanın kalbi, şehirler gözdesi aziz İstanbul’a gitmek için Sivas ellerinden yola çıkıyoruz.
İstanbul apayrı bir şehir, insan ömrü gezmeye yetmiyor. Defalarca gittiğim halde yine gitmek istiyorum.
Yol yorgunluğunu attıktan sonra İstanbul gezimizin ilk durağı Kız Kulesi oluyor. Akşam saatlerinde İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne yakın kısmında, Salacak açıklarında, yer alan küçük adacık üzerine inşa edilmiş olan Kız Kulesi’nin önünde bir kafeye gidip, deniz dalgaları ve martı sesleri arasında çaylarımızı yudumlayarak şehri gezmeye başladık.
Kız Kulesi, Üsküdar’da Bizans devrinden kalma tek eserdir. Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Kız Kulesi” şiirinde ne güzel söylemiş:
İstanbul deyince aklıma kuleler gelir;
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır.
Ama şu Kız Kulesi’nin aklı olsa
Galata Kulesi’ne varır,
Bir sürü çocukları olur.”
M.Ö. 341 yılında Atinalı Alkibiades tarafından inşa edildiği söylenen Kız Kulesi, efsanelere konu olmuş. Bir efsaneye göre; “Bizans krallarından birinin bir kızı dünyaya gelmiş. Falcılar tarafından söylenen bir kehanete göre kız 18 yaşında bir yılan ısırması sonucu ölecekmiş. Kral da kehanete inanarak kızını denizin ortasına yaptırdığı bu kuleye kapatmış. Kız, 18 yaşına gelince hizmetçilerin getirdiği üzüm sepetinin içine gizlenen bir yılan tarafından ısırılarak ölmüş.”
Antik çağda Yunan'dan Roma'ya, Bizans'a ve oradan da Osmanlı'ya kadar uzanan tarihsel süreçte Kız Kulesi, zamanında savunma ve gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Bir süre ticari gemilerden vergi toplama yeri olarak, daha sonra, 1830 yılındaki kolera salgınında, Karantina Hastanesi olarak hizmet vermiş. Radyo istasyonu ve deniz feneri olarak da kullanılan Kız Kulesi, günümüzde gündüzleri müze, kafe ve restoran, akşamları da özel bir restoran olarak hizmet veriyor.
Eyüp Sultan Türbesi
Kız Kulesi’nden sonraki durağımız Eyüp Sultan oluyor. Eyüp Cami ve Külliyesi kitabesinde, Eyüp Sultan Cami Külliyesi adının, Emeviler döneminde Konstantinopolis kuşatmasına katılan ve burada şehit olan Ebu Eyyub el-Ensari'den aldığı yazmaktadır. Fatih Sultan Mehmet'in hocası Akşemsettin'in bu mübarek zâtın meftun olduğu yeri tespit etmesinin ardından hemen bir türbe yapılır. Daha sonra bir takım yapı kümeleri de eklenmek suretiyle bir külliye meydana getirilir. Külliye, merkezinde bir cami, türbe, medrese ve çifte hamamdan oluşmaktadır. Külliye, caminin inşa edildiği 1459 yılından itibaren oluşmaya başlamıştır. Fetih sonrası bütün padişahlar, bu mekânda kılıç kuşanmışlardır. Külliye zaman içerisinde yaşadığı restorasyonların ardından büyük ölçüde orijinalliğini kaybetmiştir. Yaptırılan ilk cami, 1766 depreminde büyük yıkım yaşamış ve III. Selim 1798 yılında caminin tamamını yıktırılıp yeniden yaptırılmış ve 24 Ekim 1800 tarihinde ibadete açılmıştır.
Caminin dış avlusuna iki kapıyla girilmektedir. Dış avluda üç pencereli bir sebil bulunmaktadır. Bayram ve özel günlerde buradan şerbet akıtma geleneği olduğu için bu yapıya “şerbetname” denmiştir. İç avlu, 12 sütun üzerine oturan 13 kubbeli revakla çevrelenmiştir.
Cami, Uzun Hasan Ağa'nın başında bulunduğu bir ekip tarafından küfeki (kefeki) taşından yaptırılmıştır. Dikdörtgen bir plan üzerine inşa edilmiş ve mihrabı çıkıntılıdır. Külliyede yer alan hamam, bir ana kubbe ve yanlarında sekiz yarım kubbeli bir revak ile örtülüdür. Mermer minberli caminin, mihrap tarafı hariç üç tarafı galerilidir. Cami, iki şerefeli iki minareye sahiptir. Külliyedeki hamam, günümüze ulaşabilen en eski Osmanlı hamamıdır. Külliyede yer alan medrese ve imaret günümüze ulaşamamıştır. Külliyenin en önemli yapısı olan türbe ise küfeki taşından sekiz köşeli tek kubbeli bir yapıdır. Türbenin kemerli kapısında Allah ve Muhammed isimleri ve bunun altına da Kelime-i Tevhit yazılıdır.
Eyüp Sultan Türbesi’nin iç avlusundaki iki çınarın bulunduğu yüksek yer, Eyüp Sultan’ın gasledildiği yerdir. Ayakaltında kalmaması için etrafı çevrilmiş ve yükseltilmiştir.
Kuşatmanın başlarından İstanbul'un fethine kadar cuma namazları topluca Eyüp Sultan Cami'nin bulunduğu yerde kılınmıştır. Eyüp Sultan Türbesi, İstanbul’un fethinden sonra İstanbul'da yapılan ilk Türk eseridir. 1454-55 yıllarında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır.
Kitabesinde Eyüp Sultan hakkında şunlar yazıyor:
“Asıl adı Halid bin Seyyid olup, Medineli ilk Müslümanlardan ve seçkin Sahabelerden biridir. Peygamber Efendimiz, 622 yılında Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman evi yapılıncaya kadar yedi ay boyunca onun evinde misafir kalmıştır. Resûlullah, hayatta bulunduğu sürece yanından hiç ayrılmamıştır. Peygamber Efendimizin vahiy kâtipliğini yapmıştır. Peygamber Efendimizle birlikte Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katılmıştır. Hayber'in, Mekke'nin ve Taif'in fethinde bulunmuştur. Bu savaşlar sırasında zaman zaman Peygamber Efendimizin korumalığını yapmıştır. Peygamber Efendimizin vefatından sonraki devirlerde Suriye, Filistin, Mısır ve Kıbrıs'ı fetheden orduda yer almıştır. 669 yılında 80 küsür yaşındayken İslam orduları ile beraber İstanbul seferine katılmıştır. Kuşatma sırasında şehit düşerek buraya defnedilmiştir. Kabri Fatih Sultan Mehmet'in 1453 yılında İstanbul'u fethetmesinden sonra hocası Akşemsettin tarafından bulunmuş ve üzerine türbe yapılmıştır. Fatih Sultan Mehmet, türbeyi yaptırdıktan 5 yıl sonra 1458 yılında Eyüp Sultan Cami'sini yaptırmış ve cami ibadete açılmıştır.”
Eyüp Belediyesi tarafından Eyüp Sultan Hazretlerinin türbesinin giriş kapısı Türk bayraklarıyla donatılmıştı. Etrafta adeta bayram havası esiyordu. Çocuklar neşe içerisinde bisiklet sürüyorlar. Külliyeyi ziyaret edenlerin çoğu güvercinleri beslemek için Eyüp Sultan yemcisinden yem alıp kuşlara atıyorlardı. Biz de yem alarak güvercinleri besledik. Güvercinlerin iniş ve kalkışları insana neşe veriyor. Etraf çok kalabalık olmasa da insanlar hep hareket halinde külliyeyi geziyordu.
Eyüp Sultan hazretlerinin türbesinde dua ettik. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
Pierre Loti Tepesi
İstanbul’un güzide ilçesi Eyüp’ü kardeşimle gezmeye devam ediyoruz. Hedefteki uğrak yerimiz Pierre Loti Tepesi. İstanbul çok kalabalık ama tarihî mekânlarıyla huzur veriyor. Sokullu Mehmet Paşa Medresesi'ni ziyaret ediyoruz, ancak restorasyonu devam ettiği için gezemedik. Dışarıdan fotoğraflar çektik ve türbesinin önünde dualar ederek gezimize devam ettik.
Yolumuzun üzerinde bir sadaka taşına rastlıyoruz. Sadaka kültürü Türk-İslam toplumlarında önemli bir yer tutuyor. Sadaka taşı, tarihte Osmanlı döneminden beri uygulanan toplumdaki yardımlaşma ve dayanışma kültürümüzün özgün bir örneğidir. İhtiyaç sahibini istemek zorunda kalmadan ihtiyacını karşılayabilmesi düsturuyla ihdas edilmiştir. “Sadakanın gizli olanı makbuldür", "Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek” gibi özdeyişlerle de ifade edildiği gibi sadaka, yardımlaşma hususunda inanç, değer ve ilkelerimizden ilhamla oluşturulmuş yüksek medeniyet seviyesinin yoludur. Sadaka taşı geleneğinin huzur başkenti Eyüp'te tekrar hayata geçirildiğini görmek bizleri mutlu ediyor.
Pierre Loti Tepesi’ndeyiz. Eyüp Sultan Cami'sinin hemen üzerinde yer alan Pierre Loti Tepesi’nden İstanbul’u seyretmek apayrı bir duygu veriyor insana. Haliç'in iki yakasında yer alan Beyoğlu ve Fatih tarafını fotoğrafladım. Haliç'in tarihî yarımada tarafında yükselen cami kubbeleri ve minareleri görünce insan, atalarımızın geçmiş asırlarda ortaya koyduğu medeniyetin ne büyük olduğunu anlıyor. Bulunduğumuz noktadan dürbün ile Fatih Cami, Yavuz Sultan Selim Cami, Süleymaniye Cami, Beyazıt Kulesi, Ayasofya Müzesi ve Topkapı Sarayı görülebilir. Daha sonra teleferiğe binerek muhteşem Haliç manzarası eşliğinde Pierre Loti'ye çıktık.
Pierre Loti, Fransız bir seyyah ve araştırmacı yazar. Yazdığı eserlerden iyi bir Türk dostu olduğunu anlıyoruz. Gözlemlere dayanarak yazdığı “İstanbul” adlı eserde milletimizin değerlerini, ortaya koyduğu medeniyetin temellerini çok güzel tespit etmiş. Şiddetle okumanızı tavsiye ederim.
Pierre Loti Tepesi’nde dinlenip, fotoğraflar çektikten sonra Eyüp Sultan Mezarlığının içinden yürüyerek aşağıya doğru indik. İniş yolunda mezarcılar yeni mezar kazıyordu. Tarihî mezar taşlarının üzerinde göğe doğru uzanan ağaçlar güzel manzaralar oluşturuyordu. Tarihî bir mezar taşının üzerindeki bir kedi yavrusu görülmeye değerdi. Yolumuz üzerindeki bir kebapçıda açlığımızı gidermeye çalıştık. Ama kebabı çok kötüydü. Güzelim Sivas köftesini ve kebabını aramamak mümkün değildi. Günün yorgunluğunu atmak üzere eve dönerek dinlenmeye çekiliyoruz. İstanbul birkaç günde gezilecek bir şehir değil. Yaşayarak gezmek insanın günlerini aylarını alır.
(devam edecek)