Topkapı Sarayı
Ertesi gün sabah kahvaltısından sonra kız kardeşim ile beraber Topkapı Sarayı ve çevresindeki tarihî eserleri görmek üzere yola çıktık.
Önce Paşakapısı’na geldik. Bâb-ı Âli ya da Bâbıâli, Osmanlı döneminde sadrazam sarayına verilen isimdir. 18. yüzyıl sonlarına kadar Paşa Sarayı, Paşakapısı; I. Abdülhamit döneminden itibaren de Bâb-ı Âli denmeye başlanmıştır. Devlet işlerinin yürütüldüğü yer. Bir zamanlar basınımızın ana merkezi olmuş. Bâb-ı Âli ve çevresindeki tarihî binaların mimarilerini görünce yeni binalarımızdaki betonlaşmanın ne kadar yanlış olduğunu anlıyoruz. Topkapı Sarayı’na doğru ilerlerken yolumuz üzerindeki Askerî Rüştiye'yi ve Zeynep Sultan Camii’ni fotoğraflıyoruz.
Osman Hamdi Bey Yokuşu’nu tırmanarak İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni geçtik ve Topkapı Sarayı'na geldik. Yol boyunca gördüğümüz tarihî dokuya hayran kalıyoruz. Lahitler, vaftiz havuzları, çeşme kitabesi, müze dikkatimizi çekiyor.
Topkapı Sarayı'ndayız. İstanbul'un fethinden sonra 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet'in isteği üzerine başlanan sarayın inşası 1478 yılında ancak tamamlanmıştır. Dolmabahçe Sarayı gibi tek seferde bütün ek yapılarıyla beraber inşa edilmeyen Topkapı Sarayı, 19. yüzyıla kadar eklenen yapılarla genişlemiştir. Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında kalan tarihî İstanbul Yarımadası’nda bulunan saray, İstanbul'un ikonik yapılarındandır.
Sarayburnu'nda bulunan Doğu Roma Akropolü üzerindeki 700 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş olan Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmet'ten itibaren 31. Padişah Sultan Abdülmecid'e kadar yaklaşık dört yüz yıl imparatorluğun idare, eğitim ve sanat merkezi; padişahların da evi olmuştur. Hanedanlığın 19. yüzyılın ortalarından itibaren yavaş yavaş Dolmabahçe Sarayı'na taşınması ile terk edilen Topkapı Sarayı, tarihî önemini ve değerini yitirmeye başlamıştır. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte 3 Nisan 1924 tarihinde müze haline getirilen Topkapı Sarayı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk müzesi olma özelliğini taşır. 86 bin eser ile dünyanın en zengin müzeleri arasında yer alır.
Saltanat Kapısı’ndan girildiğinde saray yapıları, geçişli dört avlu ve çevresindeki mimari yapılardan oluşmaktadır. Etrafı bahçeler ve meydanlarla çevrili olan saray yapıları içerisinde “Alay Meydanı” olarak anılan ilk avludaki Aya İrini Kilisesi, Darphane, fırın, hastane, odun ambarı, hasırcılar ocağı günümüze ulaşamamıştır.
Sarayın ikinci avlusu, devlet yönetiminin gerçekleştiği mekânların yer aldığı “Divan Meydanı”dır. Adalet Meydanı da denilen bu alanda tarih boyunca pek çok törene sahne olmuştur. Bu alanda divan toplantılarının yapıldığı Divan-i Hümayun (Kubbealtı) ve yanında Divan-i Hümayun hazinesi yer alıyor. Kununî Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış olan bu bölümde, sadrazam başkanlığında yapılan toplantılarda Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri devlet işleri görüşülürken padişah da kafesli pencereden toplantıyı izlermiş. Osmanlı sultanlarının cülus denilen tahta geçişleri, elçi kabulleri, bayramlaşma, Yeniçerilere maaş verme bu avluda yapılmıştır. Bu avluda ayrıca Divan yapısının arkasında Adalet Kulesi bulunmaktadır. Sarayda yapılan bazı etkinlikleri ve padişahın İstanbul'u izlemesi için Adalet Kulesi yapılmış. Kubbealtı’nın yanında Harem dairesinin girişi, Zülüflü Baltacılar koğuşu ve has ahırlar yer alıyor.
Sarayın üçüncü avlusuna aynı zamanda “Enderun Avlusu” da deniyor. Bu bölümde padişaha ait arz odası, Enderun hazinesi, Has oda gibi yapıların yanında Sultan II. Murat döneminde yaptırılan Saray Okulu'na ait yapılar da mevcuttur. Has odada Mukaddes Emanetler olarak bilinen Hz. Muhammed'in dişinin toz haline gelmiş parçaları, sakal-ı şerifi ve kabir toprağı, zümrüt ve yakut ile bezenmiş muhafazalar içinde korunuyor. Hz. Muhammed'in iki kılıcı, ayak izi ve yayı da sergileniyor. Hz Ali’nin, Hz Osman'ın ve sahabe kılıçları, Hz Osman'ın şehit edildiği andaki okuduğu Kur’an-ı Kerim, Hacerü’l Esved taşının altın muhafazası, Kâbe’nin anahtarı, Kâbe’nin olukları, Hz. Hüseyin'in gömleği ve Hz Fatima'nın seccadesi de bu bölümde sergileniyor.
Son avlu olan dördüncü avluda, padişaha ait köşkler ve asma bahçeleri yer alıyor. Bu bölümde Osmanlı klasik köşk mimarisinin en seçkin ve estetik açıdan en gelişkin örnekleri olan Bağdat ve Revan köşkleri ile İftariye Kameriyesi bulunmaktadır. Ayrıca Mecidiye Köşkü ve Esvap odası da görülüyor. Topkapı Sarayı’nın dördüncü en içteki avlusuna doğru ilerliyorum. Karşımıza şirin mi şirin Sofa Camii çıkıyor.
Babüsselam (Selam Kapısı) önündeyiz. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1468 yılında yaptırılan kapı, Kanunî döneminde onarımdan geçirilmiştir. Kesme taştan geniş kemerli, portal tonozu, yan nişleri ile 16. yüzyıl Osmanlı mimarisinin klasik unsurlarını yansıtan kapı, iki kulesi ile çağdaş Avrupa kale kapılarına benzerliği ile dikkat çekiyor. Demir kapı, 1524 yılında İsa Bin Mehmet tarafından yapılmıştır. Birinci avluya bakan cephede Kelime-i Tevhid, Sultan II. Mustafa tuğrası, yanlarda 1758 tarihli tamir kitabeleri ve Sultan III. Mustafa tuğraları mevcuttur. Öncelikle III. Ahmet Kütüphanesi’ni gezdik. Bu kütüphane Sultan III. Ahmet'in (1703-1730) Enderun mensuplarının yararlanması için yaptırdığı bir vakıf kütüphanesidir. Sarayın ilk müstakil kütüphanesidir. Kütüphane, Lale Devri köşk mimarisinin, özelliklerini yitirmeden ayakta kalabilmiş en güzel örneğidir. Üç yandan eyvanlarla genişletilmiş klasik köşk formundaki yapı, kitapların rutubetten zarar görmemesi için tonozlu ve pencereli bir bodrum kat üzerine inşa edilmiştir. İçi 16. yüzyıl İznik çinileri ile kaplıdır. Kubbe ve tonozların çiçek madalyon sıralı ve çiçekli vazo desenli sivri kemerli panolar halindeki süslemeleri, Lale Devri'nin zengin ve çok renkli üslubunu yansıtır. Temel atmada kullanılan kazma ve mangal dikkatimizden kaçmadı.
Biraz aşağı doğru yürüyünce Hekimbaşı olan binanın kuzeydoğu duvarında, mermer bir taş taht gördüm. Kitabenin güzelliğini hemen fotoğrafladım. Taş Taht, Sultan IV. Murat'a ait. Padişah, bu tahtın üzerinde oturup, Gülhane Bahçesi’nde oynanan atlı cirit oyununu izlermiş. Kendisi de iyi bir cirit oyuncu olan Sultan, bazen kendisi de oyun oynarmış. Kitabede de sultanın at üzerinden fırlattığı ve metinde açıkça nobut (düzgün sopa) olarak okunan nesneyi, 87 metre mesafeye ulaştırdığından övgüyle söz edilmektedir. Bu kitabe aynı zamanda sultanın ne kadar iyi bir atıcı olduğunun da belgesidir. Rivayete göre padişahın Allah için "Ya Hak" diyerek attığı ok bulunamamıştır. Bu okun kıyamete dek, yerle gök arasında gezeceğine inanılıyor.
Sofa Köşkü’nü (Merdiven Başı Kasrı/Mustafa Paşa Köşkü) geziyoruz. 17. yüzyılın sonlarında Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan yapıya, Mustafa Paşa Köşkü de denilmektedir. Yapı, 18. Yüzyıl başında Sultan III. Ahmet ve daha sonra da Sultan I. Mahmut döneminde yapılan onarımlarla rokoko üslubu kazanmıştır. Köşk, divanhane ile namaz odası veya şerbet odası mekânlarından oluşur. Köşkte ve bahçesinde eğlenceler ve spor yarışmaları düzenlenir, sultanlar bu oyunları seyrederlermiş.
Son olarak Topkapı Sarayı'nın Saatler Bölümü’nü geziyoruz. Burada bulunan yaklaşık 380 eserin önemli bir kısmını, sarayın Hazine, Harem ve Köşkler gibi bölümlerinde ve diğer saraylarda yüzyıllar boyunca kullanılmış çoğu padişah hazinesine ait saatler oluşturmaktadır. 16. yüzyıldan itibaren Avrupalı hükümdarların Osmanlı padişahlarına gönderdikleri diplomatik armağanlar içinde birçok saat de yer almaktadır.
Topkapı Sarayını bir günde gezmek imkânsız; tarihi ruhunuzda hissetmek istiyorsanız günlerinizi alabilir. Geçmiş dönemlerdeki Türk medeniyetinin ihtişamına şahitlik yapan bu önemli mekândan ayrılarak Ayasofya’ya doğru ilerliyoruz.