VEYSEL AYAR
14 Ekim akşamı okul arkadaşım ve Veysel Ayarla ortak arkadaşımız Ali Suat Arancı Alanya'dan aradı. Başımız sağ olsun Veysel Ayar kardaşımızı kaybettik deyince şaşırdım. Çok üzüldüm ve çok canım yandı...
Ben her Beşikdüzüne gidince Veysel kardaşımızı arar müsaitse çıkıp gelirdi.
Veysel kardeşim Lisede biz öğretmen okulunda okuyorduk. Veysel'le birlikte bir kaç arkadaşla daha hepimiz tıfıl delikanlı iken bile, Beşikdüzü'ne Ülkü Ocağı daha açılmadan onun teşviki ile Ülkü Ocağı Şubesini açma konusunda bir kaç kere konuşmamız ve çalışmamız olmuştu.
2009 yılında İstanbuldan bizim köylü dört kişi gelmiştik. Sahil Camiinde namazımızı kıldıktan sonra camii yanındaki çay ocağında oturduğunu öğrendiğimiz Atatürk Eğitim Enstitüsü 1976 Mezunu Beşikdüzü Eski Ülkü-Bir Başkanı Öğretmen okulu Fransızca Öğretmeni Alaattin Kılıçoğlu Ağabeyimiz ziyaret ettik. Yanında arkadaşları da vardı çok sevinmişti. Hemen bir karpuz aldı ve bizden bahsetmeden Veysel Ayar’ı aradı. “Veysel haburada bir karpuz var. Bunu en iyi sen kesersin ancak” diyerek çağırdı. Veysel geldi. Beni görünce şaşırdı ve sürprizi anladı. Bol bol hatıralardan bahsettik. Sonra ayrılmıştık.
2009 dan sonra ancak 2017 Yılında Beşikdüzü’ne gitmiştim. Çok işleri vardı ama sahildeki parkta oturduk sohbet edip hatıra fotoğrafı çektirmiştik.
2019 da geldiğimde ise Veysel Kardaşım ve akrabası Yusuf Yılmaz, babası ile eski camiinin arkasındaki parkta oturup sohbet etmiştik. “Mehmet Arslan babam hasta onunla ilgileniyorum bir de fındık var" demişti.
En son geçtiğimiz Eylül Ayında Beşikdüzünde bir cenazemiz için baş sağlığı telefonu etmişti. Karşılıklı sohbet edip seneye görüşmek üzere deyip telefonları kapatmıştık.
İnsanlar bazen bazı ifadeleri kullanırken çok zorlanıyor. Ve kabullenmek istemiyor. 14 Ekimde Hakka yürüyen değerli kardaşımız Veysel AYAR’ı kaybetmek bizim için öyle oldu. Hala bir taraftan önüne bakarak çıkıp gelecek ve “Mehmet Arslan kardaş nasılsın” diye soracak…Kardaşımla kucaklaşacağız ve sohbet edeceğiz. Fındıktaki uğraşmalarımızı, yağmurun bize aman vermemesini , dostlarımızın fikir planında bizi yalnız bırakmalarını, dava dava diye bir çok sıkıntıya duçar kaldığımız o ulu mevhumumuzun hiç tahmin edemeyeceğimiz kadar çeşitli afaki varsayımlar yüzünden öksüz bırakıldığını…
Bize düşmanlık yapanların zalim uygulamalarına örnekleri sıralayacaktık ardı ardına ve birbir…
Bize düşmanlık edenlerin düşmanlığı değil de yıllarca hem fikri hem de fiili olarak güçlü kalmaları için malımız ve canımızla desteklediğimiz can bildiğimiz insanların bizi sahipsiz bırakmalarını konuşacaktık…
Bir güzel kasaba olan Beşikdüzü’nün üstüne de sohbet edecektik…
Eski Beşikdüzü’nün ortasında kavlağan(çınar) ağaçlarının kapladığı meydanının öğrencilik zamanımızda bayram ve kutlama törenlerinde sıralandığımız meydanın tam ortasına yapılan ucube belediye binasının gereksizliği ve çirkinliğini konuşacaktık…
Beşikdüzü’nün güzelliğinin katledildiğini konuşacaktık tabi…
Tarihi eski Nahiye Müdürlüğü ve karakol binasının tam karşısında eskiden Muhittin Kukul’un işlettiği park yıkılarak biraz daha düzeltilerek Muhittin’e ait olan eski ve genelde dilencilerin kaldığı iki katlı otelin de yıkılarak ortadan kaldırıldığını… Ve daha sonra o parkın dört yol ağzı ve herkesin buluşma noktası olarak havuzlu olarak yeniden düzenlenerek Beşikdüzü’nün en güzel çaylarının içildiği en güzel parkın yok edilmesine ahlanacaktık…BESATUT’un hazin sonunu bile konuşurduk belki…
Veysel’in Beşikdüzü derken aceleyle ve büyük bir zevkle söylediğini unutmak mümkün değil. O Beşikdüzü’ne aşık bir eğitimciydi. Beşikdüzü’ne afet vurduğunda çok üzülmüştü. Onu aramış ve geçmiş olsun dileklerimi iletmiştim. Ömrünün tamamına yakınını vatanı ve memleketi Beşikdüzü’nün kalkınmasına harcamıştı.
Veysel Ayar kimdir diye soracak olursanız. Veysel Ayar Beşikdüzü’nün bizim eski adıyla Kızılağaç dediğimiz büyük bir köyde doğdu. İlk okulu köyde, ortaokulu Beşikdüzü’nde, Liseyi Vakfıkebir’de bitirdi. 1976 Yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsüne yine köylüsü, çocukluk ve okul arkadaşı Kenan Demirbaşla birlikte gece bölümüne , Gündüz Fransızca bölümüne yine Beşikdüzü’nden Ben, Ömer Bilgen, Hayrettin Öztürk, Mehmet Ali Demirci, Veysel’in köylüsü Ali İnsan Kalyoncu, Matematik Bölümüne ise Orhan Bıçakçıoğlu girmiştik. Serdar arkadaşımız puanı tutmadığı için Bursa’ya gitmişti. Beşikdüzülü olarak güçlü bir grup olmuştuk.
Ben Hayrettin, Rahmetli Ömer ve Mehmet Ali aynı sınıfta idik. Gündüz derslerimiz bitince okulun karşısında Şehit edilen arkadaşımızın adını verdiğimiz Çetin Koçoğlu Yurdu’nun altındaki kahvede oturup çay içip sohbet ederdik. Kanan Demirbaş Efsane öğrenci yurdu olan Trabzon Öğrenci Yurdu Yurdunun başkanı idi. Saldırıda savunma yapabilmek için grup olarak geliyorlardı. Veysel Kardaşımızın babası Beyoğlu’nda bakkal dükkanı vardı. Fatihte oturduğu için Veysel de Fatihte oturuyordu. Bu sebep çoğunlukla Kenan Demirbaşla aynı grupla gelip gidiyordı. Onlar kahveye geldiklerinde onlarla hal hatır sorar sohbet eder; biz eve, onlar ise derse giderlerdi. Veysel’le Kanan arkadaşlarımızı görünce hemşerilerimizi gördüğümüz için rahatlardık. Sessiz ve disiplinli bir duruşları vardı.
İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde Türkiye’yi çağlar sıçratarak fabrika yapan fabrika yapmayı amaç edinen; sermayenin takakkümüne son vermek isteyen, kararlı ve inançlı fişek gibi geçlerden oluşan Ülkücüler çoğunluktaydı. Türk Düşmanları ve yapancı ideolojilere beyinlerini kiralayan yerli işbirlikçilerinin sürekli bu fişek gibi gençleri hedef seçmişlerdi.
Çetin Koçoğlu’muzu, Hayati Dağarslan’ı, İrfan Öğütçü’yü ve Bizim Ömer’imizi şehit etmişlerdi. Ecevit’in kurduğu hükümetin okullara doldurduğu yabancı ideoloji militanları bizleri devamlı hedef alıyor ve ya hedef gösteriyorlardı.
Bülent Ecevit o dönemde Marksist, bölücü ne kadar aşırı örgüt mensubu bir çok militanı Türkiye’deki bütün eğitim enstitülerine ve İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsüne almıştı.Bunların çoğunu üç ay gibi kısa bir zamanda öğretmen yapmış ve göreve atamıştı.
İşte böyle bir zamanda İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü gece bölümü öğrencilerini gündüz eğitimine almışlardı. Veysel de gündüze dönmüştü. İşte 1979-1980 eğitim öğretiminde artan olaylar yüzünden eğitim esnasında her sınıfın kapısı açık ve kapıda silahlı bir asker ani müdahaleye hazır bekliyordu. Ve okulda olabilecek olaylara müdahale için büyük bir askeri birlik konuşlandırılmıştır.
İşte böyle bir anda koridorda bir gürültü, masa devrilmesi sesleri, bağrışmalar ve hazneye sürülen mermi şakırtıları ve asker bağrışmalarını duyunca kapılara doğru hücum ettik. Kapıdaki askerin uyarılarına aldırış etmeden koridora çıktık. Koridor silahlı asker dolu idi ve bizim önümüze set gibi dikildiler. Ama biz ne oldu onu öğrenmek ve yapabileceğimiz bir şey var mı diye gayret ediyoruz. Karşı sınıfın kapısının önünde Veysel Ayar, Mehmet Bayyurt, Ayfer kardeşimiz ve Şevket Allıoğlu kardeşimize doğru askerler tarafından tüfekler doğrultulduğunu gördük. Veysel’de yara yoktu sinirden yüzü kıpkırmızı olmuştu. Arslan gibi dimdik duruyordu. Mehmet Bayyurt ve diğer arkadaşlar sessizce duruyordu. Biraz ötede de ağzı burnu kan içinde kalan üç dört kişi vardı. Askerler Veysel ve arkadaşları ve diğer ağzı burnu kan içinde olanlarla birlikte alarak gittiler. Bizler ise arkadaşlarımıza sloganlarla destek verdik. Bizim arkadaşlar Alemdağ’da 15 gün gözetim altında tutuldular. Bu 15 gün bitiminde Ayfer Kardeşimizin olayla alakası yoktur diye arkadaşların ifadelerine askerde imza atınca Ayfer kardeşimiz salı verildi. Diğer arkadaşlar Maltepe Askeri Cezaevine hapse atıldılar. Veysel ve diğer arkadaşlar 3.5 ay hapis yattılar. Sonra bırakıldılar.
1980 Haziran ayında mezun oldular. Veysel’in eşi ebe olunca eş durumundan Beşikdüzü Ticaret Meslek Lisesine atandı. Oradan sonra Beşikdüzü Endüstri Meslek Lisesinde göreve başladı. Orada Fransızca öğretmeni, Müdür yardımcısı, başmüdür yardımcı ve okul müdürü olarak görev yaptı ve okul müdürlüğünden emekli oldu. Bazen köyde bazen Beşikdüzü’nde kalıyordu.
Veysel Kardeşimizle çok değer veriyordum çünkü içimde olan bir intikam duygusunu benim adıma tahsil etmişti.
1976-1977 yılında eğitim öğretim yılında Atatürk Eğitim Enstitüsü Gündüz Fransızca bölümünde okurken Lamour Bomen diye bir Fransız Hoca dersimize giriyordu. Kendisi hem ateist hem de milliyetçi düşmanı idi. Bizim Hayrettin ve rahmetli Ömer ona aman vermezdi. Bende onlarla birlikte olduğum için bize çok kızıyordu. Daha doğrusu bizim sınıfın milliyetçi gençlerinden nefret ediyordu. Aşağı yukarı 18 kişimizi iki dersten de bırakmıştı. Onun yanında sözlü mülakata giren “Ben ülkü ocaklı kafalıyım” diyen adını vermek istemediğim bir hocamıza sene sonu not verme mülakatında bana Lamour’un 30 puan verdini gördüm. Ve onu bize yakın gördüğümüz için; Hocam gavur 30 verdi. Siz yetmiş vermezseniz kalıyorum diye seslendim. O ülkücü hocamız benden duyduğu puan olan 30 puanı oda verdi. Enstitü Kuruluna yapılan müracaatla yeniden sınav hakkı tanındı. Yine sınava girdik. O büyük ülkücü hocamız bizi en hassas terazi ile tartıp 44 puan vermiş. 45 olsaydı sınıfı geçecektik. Feneryolundaki evinin kapısına kadar yalvardık sizi anlıyorum ve haklısınız ama olmaz dedi. O iki dersten kaldık. Sonra biz beklerken 2.MC hükümeti düştü. AP den istifa ettirilerek bağımsız olan 11 kişiye bakanlık verilerek Bülent Ecevit’in başbakanlığında yeni hükümet kuruldu.
Bu yeni hükümet bütün eğitim enstitülerini eğitimini ara vererek yukarıda ifade ettiğim yabancı ideoloji militanı ve bölücülerini okula almış eski öğrenci olan milliyetçi gençleri olmayan suçlar isnat ederek sürmüş ve atmıştı. Ve onların okullara gelmelerini iki yıla yakın ertelemişti. O arada benim imtihana girme hakkım gelmişti. Girdim ve geçtim. Beni de 79 yazında okula kabul ettiler. Bizim okulda 5000 kişiye yakın sola karşı 60 kişiydik. Herkes okula devam etmeme kararı aldı. Benim kayıp yılımı hesaplayınca devama karar verdim. Ben ikinci sınıfa devam ederken Ali İhsan Kalyoncu ise son sınıfta idi. Okulda keskin bir sol hakimiyeti vardı. Her grup gelip beni tehdit edip gidiyordu. Ellerinde bir kağıtla sınıf listesinin en başına baktıklarını anlıyordum ki beni arıyorlar. Çünkü ben de ikinci sırada idim. İçimde çeşitli korku ve ne yapabilirim düşünceleri sıralanıyordu. Cam kenarında oturuyor ve camın kilidini açık tutuyordum. Bir tehlike anında bahçedeki askere sığınmak için böyle bir önlem almıştım. Bunu da kimseye fark ettirmiyordum. Ülkücü olduğumu bilen de yoktu. Bizim eğitim 14.00 bitiyor ve hemen gece bölümünün dersleri başlıyordu.
Bir gün Ali İhsan Kalyoncu geldi ve Mehmet seni vuracaklar okula gelme artık dedi bana gizlice. Benimle yakın durmaktan o da korkuyordu. Ülkücü olduğumu o biliyor ama söylemeyeceğine inanıyordum. Oda sosyal demokrat gibiydi ama hem arkadaşlığımız hem de hemşeriliğimiz vardı. Nasıl ve kim benim öldürülmemi istiyor diye sordum. Bizim vapuru durduran birisi var gece bölümünden; sizin köylü ve senin mutlaka cezalandırılmanı istiyor. Her gün güzdüzcülerin vapurunu durdurup sana ne yapıldığını soruyor ve çok ta ısrar ediyor dedi. Seni öldüreceklerinden korkuyorum. Güvenliğin yok artık gelme kardeşim dedi.
Okuldaki bütün gruplar zaten beni sıkıştırıyorlardı. Ben de demokratım diyordum. Ülkücü olduğumu bilselerdi beni yaşatmazlardı. O yılı bir çok şeye maruz kaldık ama öldürülmeden atlattık. Ama adımı vererek benim vurulmamı ve ya cezandırılmamı isteyen kişinin kimliğini öğrenmiştim. Bu ismi Veysel ve Kenan ve bizim Beşikdüzülüler ile paylaşmıştım. O it te gece bölümü idi ve Veysel’in sınıfında idi. Çok aşırı Marksist fikre sahip bu it ve grubu sınıfta Veysel ve arkadaşlarımızı tahrik edince bizim arkadaşlar ayağa kalkıyor ona ve arkadaşlarını basıyor dayağı.
Veysel hapisten çıkınca bana “ Mehmet Arslan intikamını çok kötü aldım. Karagüzel’e bir çifte taban vurdum duvara yasladım onu. Ağzını burnunu döktüm resmen. Ama 3.5 ayıma sebep oldu bu puşt” (1986 yılında ilgili kişiye Beşikdüzünden Tonya'nın İsklenderli Beldesine gitmek için gördüm. O beni tanımamıştı. Yanında eşi vardı. Eşine okul arkadaşım dedim ve özel görüşmek için izin aldım. Uzaklaşınca ona en galiz hakaret ve kötü sözleri söyledim. Ağzını açmadı ben değilim dedi. Veysel'in aleyhine konuçakken yumruk gösterdim. Lafı kesti. bilmem ne ol git zavallı köpek dedim. Yani tahsilatımı bende yaptım.) demişti....
Söyleyin siz benim yerimde olsanız Veysel’e can kardaşım demek geri durur muydunuz?
Veysel Ayar kardaşıma Rabbim rahmet eylesin el Fatiha…