Sabahleyin facebookta bir yazı gördüm. Arkadaşın kızı ünüversteyi kazanmış,Kazandığı şehirde yaşayan bir arkadaşından yardım istiyordu, büyük bir ihtimalle, eski başkanlardandır. Bir anda yüreğim sıkıştı, hüzünlendim, VAY BE! Eski günler dedim. Nerden nereye.
Ocak kelimesi bizde çok şey çağrıştırır. Isındığımız yerdir, yemek yaptığımız mekandır, yuvadır ocak, daha pekçok anlamı vardır.
Akif, "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" demekle Türk Milletinin sonsuza kadar yaşayacağının teminatını vermiştir. Türk Milleti tek bir aile kalasıya kadar savaşacaktır.
Bizde ülkücülerde ocak,Ülkü ocağı kutsal bir mekandır. Türk büyüklerinin resimlerinin olduğu, başkan odasının ayrı önem taşıdığı, saygı ve sevginin, idallerin, turanın konuşulduğu, Türk Töresinin hakim kılındığı, İslam kültürünün buram buram koktuğu, yiğitliğin, kahramanlığın harman olduğu, köz olup yandığı yerlerdir. . Sanatın, ilmin, siyasetin sohbeti olduğu,her hafta sonu seminerlerin verildiği, kalbur üstü kendi dalında uzman kişilerin, hocalarımızın, ilim adamlarımızın tadına doyulmaz konuşmaları eksilmediği mekanlardır.
İkili, gurup sohbetleri, ben hep milletimizin : İki ülkücü bir araya geldi mi "ya devlet kurar, ya devlet yıkar" sözünü hatırlatırım.
Aileler çocuklarının elinden tutar. Buna sahip çıkın diye ocaklara getirirlerdi.. Bir paket çay, bir paket kesme şeker alarak ocağın yolunu tutarlardı.
Ben ocakla lise ikide tanıştım. Burdur ülkü ocağı. Bu yazıyı okuyan arkadaşlar ne günlerdi o günler diyecek, burunlarının direği sızlayacaktır.
O dönemde kızlar ocağa gitmezdi, ben ilki başarmışımdır, arkadaşlar hiçbir zaman beni yadırgamamışlar, çinsiyet ayrımı gütmemişlerdir. Başkan değildim ama okulu erkek ağırlıklı olmasına rağmen, idare ederdim. Sen kızsın otur demezlerdi. Geç saatte okuldan çıkınca çaktırmadan eve kadar takip ederlerdi, böyle bir sahiplenme.
Ocaklarda başkan ayrı bir saygı görürdü. Ceketimizin düğmesini iliklemeden yanına giremezdik, bizim için başkan hertürlü değerin üstündeydi. Söylediği anında yapılır, emir ikiletilmezdi. Ocağa gelen gencin herşeyini bilir, gönül ilişkilerinden haberdar, ailesiyle arası nasıl haberdardı. Problem varsa çaktırmadan kulağını çeker, arkadaş hatasını anlar, tamam başkan derdi.
Gurbetten bir ülkücü ocağa gelmişse Tanrı Midafiri sayılır, karnı doyrulur, yatacak yer temin edilir, evlerde ağırlanırdı. Böyle bir sahiplenme, güven, itaat vardı. Başkanlığı bitse o hep başkanım diye hitap edilir, saygıda kusur edilmezdi.
Ülkücü candı, arkadaştı, dosttu. Ülkücü hukuku ayrı bir hukuktu. Kardeşten öte bir duyguydu..
Şimdi ben çocuklarıma anlatıyorum, zamam zaman evlerine misafir oluyoruz, onlarda şaşıyorlar. 35senedir görüşmemişiz çat kapı gidiyoruz, daha dün ayrılmış gibi.
Ülkücü olmayan, bunu anlayamaz. Menfaatin kol gezdiği, çıkarsız selamın bile verilmediği bu zamanda biz, Allaha şükür bunu yaşıyoruz.
Ankara İstanbul ocakları adeta, Türkiyenin yönetildiği yerlerdi, siyasete yön verilirdi. Mücadelenin en çetin, en zor olduğu yerlerdi. Ama hiyerarşi hep aynıydı. Ocak başkanları parti üstüydü. Parti başkanları ocak başkanları teşrif edince ayağa kalkarlardı.. Ankarada Rahmetli Muhsin başkanı tanımıştım. Bizim içün tanışmak bir destan kahramanıyla tanışmak gibiydi. Çok büyük bir şerefti. Ne hoş, samimi, sıcak, hoş sohbet biriydi. Mütevazi sakin yarıtılıştaydı. Bir emriyle yüzlerce ülkücü ölüme gidebilirdi. Öyle bir sevgi seli. Samimiyet lidere itaat deniyorya işte öyle liderdi onlar. Ülkücünün arkasına saklanıp, ondan faydalanmazlardı. Onlar hep önde olmuşlardır. Yürekleriyle bilekleriyle, cesaretleriyle, bilgileriyle, hep önde olmuşlardır..
Rahmetli Çatlı genel merkeze gireceği sırada saldırıya uğrar. Çevresine bakar birşey yok, gözüne gazoz şişeleri ilişir onlarla kendini savunur, saldırıyı bertaraf eder, işte öyle yiğitti onlar.
Rahmetli Mehmet Gülü İstanbulda tanımıştım. Okul yönetiminde olduğum için okul ziyaretlerine geldiğinde görmüştüm.Yiğit, korkusuz, saygılı, konuşulanı, anlatılanı saygıyla dinleyen bir kişiliği vardı. O zaman Kadıköye, Eminönü e gidemediğimiz yıllar.. Gül, oralara gelince, Bölücü tayfa çil yavrusu gibi dağılır, derlerdi. Öyle bir kendine güven, cengaverlik, kahramanlık, serden geçtilik vardı, başkanlarda.
Hani Arif Nihat Asya der ya,
Nerde o yiğitlerki gür
Sesleri ülkeyi bürür
Yürü dese dağlar yürür,
Dur dese dağlar dururdu"
Bir davanın ocak başkanları böyle olunca, Başbuğun karekterini, güçünü, disiplinini siz düşünün artık.
Şu anda romanlarda okuduğumuz kahramanlar, roman kahramanları kanlı canlı o zamanlar yaşadılar acaba tekrar yaşarlar mı bilemiyorum.
Mesleğe atıldık, evlendik, çoluk çocuk sahibi olduk yine ocakların dumanını tüttürdük. Bu sefer hoca olarak öğrenci yetiştirdik. Sosyal faaliyetler planladık. Ocak evimiz oldu. Temizliğinden kızlarımız sorumlu oldu. Seminerler verdik, sohbetler düzenledik.Yazın kuran Kursu oldu, kışın özel derslerin verildiği, marşlarımızın bangır bangır söylendiği yerler oldu. İki çocuğumda ocak sıralarında uyuyarak, seminer dinleyerek, Sohbet ederek büyümüştür.
Sadece benim değil pekçok arkadaşınkide aynen öyleydi.
Seydişehir ocağından gidenler gittikleri yerde başkan görevini icra etmişlerdir. Benim için en büyük övünç, gurur kaynağıdır bu.
Ta ne zanana kadar, Bahçeli tarafından faaliyetler engellenesiye, idaller unutturulasıya, kalitesiz başkanlar başa geçesiye kadar. Ülkücünün sırtından siyaset yapasııya kadar. Kurultaylar yasaklanıp ülkücüler sokaklardan çekildiler diyesiye kadar. Turan, dokuz ışık, milliyetçi Türkiyeyi unutturulasıya kadar.
Türk gençliği başsız, teşkilatsız, idalsiz bırakılmıştır..Bu, bu millete yapılabilecek en büyük ihanettir..
Yeni oluşum mutlaka ocakları eski konumuna getirmelidir..