Türkler; tarih sahnesine çıktıkları günden itibaren dünyanın her tarafına yayılmışlardır. Bu yayılmayı kuraklık, kıtlık, nüfus artışı, hayvanlara yeni otlaklar bulma, bölgedeki diğer kavimlerle ve boylarla çatışma gibi bazı sebeplere bağlasak da esas sebep cihangirlik ve diğer halklar üzerinde hâkim olma anlayışıdır.
O gün bilinen dünyanın her tarafına ayak basmışlar, topraklar zapt etmişler, kaleler fethetmişler, devletler yıkmışlar, devletler kurmuşlar veya var olan devleti ele geçirmişlerdir.
Hep övünüyoruz; “Türkler fethettikleri yerlerdeki halkın diline, dinine, kültürüne, yaşantısına karışmamışlar” diye… Keşke bu güzel hasleti, diğer milletler de taşısalardı ve onlarda bize gösterebilselerdi!..
Bazan bu durumu, Türk Milleti’nin bir zaafı olarak değerlendiriyorum. Şöyle ki, nüfus bakımından Türkler’in yoğun olduğu yerlerde olmasa da yerli halkın çoğunluğunun olduğu yörelerde, Türkler onların kültürüne uyum sağlamışlar. Özellikle dilini (Türkçe’yi) unutan Türkler, kimliklerini de unutmuşlar; böylece kaybolup gitmişlerdir.
Bunda din faktörü de etkili olmuştur: Müslüman Türkler, farklı din ve inanışlar içinde kendilerini koruyabilirken, Müslüman olan farklı halklar arasında erimişlerdir.
Kültür değişimi
Dil de kültür de sürekli değişim yaşar; ancak, bu değişim kısa zamanda olmaz. Bir topluluk, bir günde dilini ve kültürünü değiştirmeye karar verip gerçekleştiremez; uzun bir süreç gerekir.
Mesela: Ülke dışında yaşayan Türkler’in; ilk nesli Türkçe konuşurken, ikinci nesil hem Türkçe hem bulunduğu ülkenin dili, üçüncü nesilse tamamen o ülkenin dilini konuşmaya başlar. Yani üç nesilde (yaklaşık 80 yılda) dil değişimi tamamlanmış olur.
Kültür değişimi, dile kıyasla daha uzun bir süreçtir; binlerce yılı gerektirebilir. Bu bakımdan yeni dil, eski kültürün taşıyıcısı durumuna gelir.
Burada şunu belirtmek gerekmektedir; Son yıllarda Ülkemizde, “etnik”le ilgili söylemlerde yanlışlık yapılmaktadır: Aynı dili konuşmakla, soyla, hatta ırkla eşitlenir olmuştur. Esas olan hâkim kültürdür. Ülkemiz ve geleceğimiz için tehlikeli gördüğümüz husus; etnik kimliklerin, millî kimliğimiz olan “Türk kimliği” üzerine çıkarılmak istenmesidir. Oysa millî kimlik, etnik kimlikleri kapsar ve bütünleştirir.
Değişim, iç ve/veya dış dinamiklerden kaynaklanabilir. Kişilerin etnik aidiyetleri, evlilik veya bireysel göçle değişebilir. Kitlelerin etnik kimlik dönüşümleri ise genellikle sosyal, coğrafi veya siyasi nedenlere dayanmaktadır.
Kayıp Türkler
Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinde; “Çin’e devlet teşkilatını, askeri ve mülki teşkilatı, yüksek medeniyeti Türklerin götürdüğünü, fakat bu Türklerin Çin’de imparatorluk hanedanları bile kurdukları halde Çin okyanusunda eriyip Çinlileştiklerini” izah eder. (c.11, s.61)
“Çin’deki Türk hanedanlarının; çok eski, köklü ve muhafazakâr, hatta mutaassıp bir medeniyete sahip Çin gibi bir ülkede saltanat sürebilmek için, derhal Çinlileştiklerini, Türklük’le kan rabıtasından başka hiçbir alakalarının kalmadığını belirtir. Çin’deki Türk asıllı hanedanlar; Çin’de Türk devleti kurmuş değiller, yüzlerce, binlerce senedir var olan Çin devletinde arada sırada iktidara geçmişler, demektir. (c.1, s.174)
M.Ö.1100 yıllarında bugünkü Çin’e akmaya başlamışlardır. O zamanki demografiye göre yoğun olan Çin nüfusu içinde eridiklerini hemen görmüşlerdir. Fakat bu akış devam etmiştir. Türk nüfusunu devamlı şekilde emen ilk kavim Çinlilerdir. (c.11, s.444)
Türkler’den Moğollaşanlar, Moğolca konuşmaya başlayanlar çok daha azdır (Bu arada Cengiz’in mensub olduğu aile, muhtemelen Moğollaşmış bir Türk ailesidir).
Hıristiyanlaşan Avarlar, Avrupa kavimleri arasında eridiler. Bilhassa bugünkü Macaristan ahalisi arasında bol miktarda Avar kanı taşıyanlar mevcuttur ve bu tipler, antropologlar tarafından tespit edilmiştir. (c.1, s.190) Bugün Kuzey Kafkasya’daki (Dağıstan) Avarlar, bu Türk boyunun son kalıntısı olarak yaşamaktadır. Şeyh Şamil, onlardandır. (c.1, s.193)
Bugün sayıları birkaç bin olan ve çeşitli ülkelere dağılan, eskiden topluca Kırım’da yaşayan Musevi dininden “Karaim” denen Türkler, Hazarlar’ın bakıyelerindendir. (c.1, s.194)
Peçenekler (Beçenekler), Tuna’yı ilk kez 1020 yıllarında geçmişlerdir. Bizanslılar, Bulgarlar ve Macarlar gibi düşmanlarına karşı Peçenekler’i tutmuşlardır. 1035’ten sonra Peçenek akınları, Bizans’ı ciddi olarak tehdit etmişlerdir. 1049’da bir kısım Peçenekler, Bizans tebaası olmuşlar ve Silistre civarına yerleştirilip Hıristiyan dinine girmişlerdir. (c.1, s.219)
Uzlar, İdil’in öbür tarafındaki Oğuzlar’ın bir parçasıdır. Macarca ve Grekçe’deki “Uz” sözü, “Oğuz” adının kısalmış şeklidir. Osmanlı Türkleri’nden asırlarca önce Balkanlar’da görünmüşlerdir. (c.1, s.361)
Kumanlar aynı şekilde (Bugün Makedonya’da Kumanova diye bir şehir vardır).
Bulgarlar, din ve mezhep değiştirerek kimliklerinden uzaklaşmışlardır.
Kıpçaklar, bu adla fazla anılmasalar da kolları devam etmektedir.
Görüldüğü gibi, geçmişte büyük imparatorluklar (devletler) kuran birçok Türk boyu bugün kaybolmuşlardır.
Müslüman olmayan Türkler, yoğun başka ırklar içinde, onların önce dinini (Ortodoksluk, uzak doğuda Budistlik) kabul etmek, sonra dillerini bırakıp Ruslaşmak, Ukranlaşmak, Bulgarlaşmak, Çinlileşmek suretiyle erimektedirler.
Türkler, Hıristiyan toplumlar içinde dillerini ve kültürlerini korumuşlardır. Çuvaşlar, Başkurdlar ve Tatarlar (Kazanlılar), XVI.asır ortalarından beri Rus idaresinde yaşamaktadırlar ve görmedikleri baskı kalmamıştır.
“Güney Suriye’ye ve Mısır’a doğru yayılan Türkler’in büyük kısmı birkaç asırda, bazan birkaç batında Arapça’yı kabul edip Türkçe’yi unutmak suretiyle Araplaşmışlardır. Suriye ve daha güney, Z.V.Togan’ın tabiriyle “Türk nüfusunu öğüten bir kazan” olmuştur. (c.1, s.432) Irak, Suriye, Mısır, Cezayir, Tunus, Libya, Fas gibi ülkelerde milyonlarca Türk asıllı insan, Türkçe’yi unutmuş, (c.11, s.53) Araplaşmıştır.
Pakistan ve Hindistan diğer bir eritme kazanı olmuş, buralarda da milyonlarca Türk, çeşitli Hindistan dillerini konuşmaya başlayarak, fakat daima Müslüman dinini muhafaza ederek, Türk toplumundan çıkmıştır. (c.11, s.449)
Rıza Nur, “Türk Tarihi” adlı eserinde; “Ayni hal Rumeli’de de olmuş birçok Türk Arnavutlaşmıştır. Hatta hiçbir vakit Arnavut olmamış olan Manastır, Uhri, Üsküp ve Priştine cihetleri, biz Türklere Arnavut zannettirilmiştir” demektedir.
Osmanlı, kutsal toprakları korumak için bile Müslüman Araplardan ve İranlılardan asker almamıştır. Ama İslâm'a ve Peygamber'e olan saygısını "kavm-i necip" diye Arab'a da göstermiş; hiçbir Arab'a kültürümüzü aşılayamazken, tam tersi kültürümüzden ve milli kimliğimizden uzaklaşmışız.
Farklı coğrafyalarda milyonlarca şehit verdik. Osmanlı, fethettiği topraklardan çekilirken de savaşarak terk ettiği için milyonlarca insanımızı daha kaybettik. I.Dünya Savaşı (1914-1918)’na; üç kıtada, 14 cephede, 2.900.000 askerle savaşa girilmiş; yaklaşık 2 milyon askerimiz şehit olmuştur. Bunu, “Türk Şehitlikleri”nin sayısından bile anlamak mümkündür. Ya, adı ve sanı unutulanlar, mezarı dahi olmayanlar!..
Mücadele bugün de devam ediyor; demografik yapımızı bozmak için kalabalıklar ülkemize yönlendiriliyor. Biz ise “ensar-muhacir” edebiyatı yapıyoruz!..